Prof.Dr.Serkan ODAMAN
ŞU KAHROLASI KARİDESLER
Zaten ne kadar güzellik yaÅŸadıysam onlar sayesinde yaÅŸadım. Åžu damak zevki denen ÅŸeyin ne derece muhteÅŸem olduÄŸunu da çok uzun zaman önce onlar ve aynı familyadan akrabaları öğrettiler bana. Aslında onları hep sevdim, çocuk yaÅŸlarımdan beri hep haşır neÅŸir oldum onlarla. Yıllar yıllar önceydi, Konak’taki Sümerbank Köprüsü’nün bugünkü BüyükÅŸehir Belediyesi önünde dimdik durduÄŸu, altından vızır vızır Åžahinlerin, DoÄŸanların, Renault 12’lerin geçtiÄŸi, daha ileride ise tam da meydanda kıvrıla kıvrıla bir baÅŸka köprünün arz-ı endam ettiÄŸi, o köprünün deniz tarafındaki giriÅŸinde bıyıklı adamın nasıl olup da kuÅŸ sesi çıkardığını anlayamadığım yıllar. O dönemde ikametgahım olan Karşıyaka’dan kocaman ama gerçek vapurlarla Konak’a geliÅŸlerimiz ve babamla Kemeraltı’ndan peynir ve yeÅŸillik alışlarımız. O günlerde daha Karşıyaka’da ÖmeraÄŸa’yı keÅŸfetmemiÅŸtik sanırım.
İşte tam da o günlerde bir Fransız alışkanlığıyla, okulum Saint Joseph ÇarÅŸamba günleri erken bırakırdı bizleri. Bu çok önemliydi zira tam da biz okuldan çıktıktan sonra kupa maçları olurdu ve ne mutlu ki biz onları kaçırmazdık. Ya da o saatlerde benim de içinde olmam gereken basketbol antrenmanları olurdu ama bu satırların yazarı tüm tembelliÄŸiyle sıvışıp maç izlemeye giderdi. Bazen de babam gelip beni Alsancak’taki okulumdan alır ve doÄŸrudan Konak’a Sümerbank Köprüsü’nün altındaki EniÅŸte’nin Yeri’ne giderdik. Orada Niyazi çoktan hazırlatmış olurdu sofrayı. Babam ve iki arkadaşının yanına, okeye dördüncü gibi kurulur ve öğle rakısı törenlerine eÅŸlik ederdim. Onlar rakı içerken ben meyve suyuyla kadehimi kaldırır, orta büyüklükte bir lidakiyi mideye indirirdim. O dönemlerde “deniz mi deÄŸil mi” diye bir tartışma ise elbette gündemde bile deÄŸildi. Balık denizde olurdu, baÅŸkası mümkün müydü? Balığın yanında illa ki kalamar olurdu, ızgara kalamar sevmezdim o yıllarda, kalamar da mutlaka tava olurdu benim küçük kafamda. Ama en temel nokta, döner dolaşır ve salatanın üzerine herkes için ikiÅŸer tane, benim için torpilli olduÄŸumdan üç tane olarak atılmış karideslerde düğümlenirdi. Babam salatanın üzerine zeytinyağını dökerken karidesler de bundan nasibini alır ve benim heyecanım babamın ve iki amcanın gülüşlerine karışırdı.
Yıllar yıllar geçti, bu tören hiç bitmedi. Sümerbank Köprüsü’nden bu defa sevgili dayımla birlikte TekirdaÄŸ’da KumbaÄŸ’da kurduÄŸumuz, dayımın tüm bilgeliÄŸiyle bana erkek olmanın kurallarını anlattığı sofralara geldik. Neydi o kurallar? Erkek dans etmeyi bilecek, erkek yüzmeyi bilecek, erkek araba kullanmayı bilecek, erkek kadınlara karşı hep nazik olacak ve erkek içmeyi bilecek. Babamla baÅŸlayan görgü dersleri, bir baÅŸka ustayla yani dayımla devam ediyordu. Sofrada yine onlar vardı, karidesler.
Foça sofraları yaz aylarında sürekli, kış aylarında ise sık sık kuruluyordu. Bazen bir çipura, bazen levrek, bazen barbun, bazen sinarit, yanında mutlaka kalamar, sık sık ahtapot ve iÅŸte yine onlar, benim sevgili karideslerim. Tabii ki “ve mutlaka rakıdır buralarda”. Artık bu törenleri Foça’da Deniz Restaurant’da yaşıyorum, Fatih bey’in hazırlattığı tereyağında sarımsaklı ve çok hafif acılı jumbo karidesler yine beni o masaya davet ediyor, yine eÄŸlendiriyor, yine çenemi açıyor, yine kahkahalar attırıyor ve yine önümdeki saydam sıvıyı beyazlatıyor. En güzeli de ne biliyor musunuz? Bunları yine, ama bu defa artık “yaÅŸlı” babamla yapabiliyorum.
Prof.Dr.Serkan ODAMAN
"Prof.Dr.Serkan ODAMAN" bütün yazıları için tıklayın...
Zaten ne kadar güzellik yaÅŸadıysam onlar sayesinde yaÅŸadım. Åžu damak zevki denen ÅŸeyin ne derece muhteÅŸem olduÄŸunu da çok uzun zaman önce onlar ve aynı familyadan akrabaları öğrettiler bana. Aslında onları hep sevdim, çocuk yaÅŸlarımdan beri hep haşır neÅŸir oldum onlarla. Yıllar yıllar önceydi, Konak’taki Sümerbank Köprüsü’nün bugünkü BüyükÅŸehir Belediyesi önünde dimdik durduÄŸu, altından vızır vızır Åžahinlerin, DoÄŸanların, Renault 12’lerin geçtiÄŸi, daha ileride ise tam da meydanda kıvrıla kıvrıla bir baÅŸka köprünün arz-ı endam ettiÄŸi, o köprünün deniz tarafındaki giriÅŸinde bıyıklı adamın nasıl olup da kuÅŸ sesi çıkardığını anlayamadığım yıllar. O dönemde ikametgahım olan Karşıyaka’dan kocaman ama gerçek vapurlarla Konak’a geliÅŸlerimiz ve babamla Kemeraltı’ndan peynir ve yeÅŸillik alışlarımız. O günlerde daha Karşıyaka’da ÖmeraÄŸa’yı keÅŸfetmemiÅŸtik sanırım.
İşte tam da o günlerde bir Fransız alışkanlığıyla, okulum Saint Joseph ÇarÅŸamba günleri erken bırakırdı bizleri. Bu çok önemliydi zira tam da biz okuldan çıktıktan sonra kupa maçları olurdu ve ne mutlu ki biz onları kaçırmazdık. Ya da o saatlerde benim de içinde olmam gereken basketbol antrenmanları olurdu ama bu satırların yazarı tüm tembelliÄŸiyle sıvışıp maç izlemeye giderdi. Bazen de babam gelip beni Alsancak’taki okulumdan alır ve doÄŸrudan Konak’a Sümerbank Köprüsü’nün altındaki EniÅŸte’nin Yeri’ne giderdik. Orada Niyazi çoktan hazırlatmış olurdu sofrayı. Babam ve iki arkadaşının yanına, okeye dördüncü gibi kurulur ve öğle rakısı törenlerine eÅŸlik ederdim. Onlar rakı içerken ben meyve suyuyla kadehimi kaldırır, orta büyüklükte bir lidakiyi mideye indirirdim. O dönemlerde “deniz mi deÄŸil mi” diye bir tartışma ise elbette gündemde bile deÄŸildi. Balık denizde olurdu, baÅŸkası mümkün müydü? Balığın yanında illa ki kalamar olurdu, ızgara kalamar sevmezdim o yıllarda, kalamar da mutlaka tava olurdu benim küçük kafamda. Ama en temel nokta, döner dolaşır ve salatanın üzerine herkes için ikiÅŸer tane, benim için torpilli olduÄŸumdan üç tane olarak atılmış karideslerde düğümlenirdi. Babam salatanın üzerine zeytinyağını dökerken karidesler de bundan nasibini alır ve benim heyecanım babamın ve iki amcanın gülüşlerine karışırdı.
Yıllar yıllar geçti, bu tören hiç bitmedi. Sümerbank Köprüsü’nden bu defa sevgili dayımla birlikte TekirdaÄŸ’da KumbaÄŸ’da kurduÄŸumuz, dayımın tüm bilgeliÄŸiyle bana erkek olmanın kurallarını anlattığı sofralara geldik. Neydi o kurallar? Erkek dans etmeyi bilecek, erkek yüzmeyi bilecek, erkek araba kullanmayı bilecek, erkek kadınlara karşı hep nazik olacak ve erkek içmeyi bilecek. Babamla baÅŸlayan görgü dersleri, bir baÅŸka ustayla yani dayımla devam ediyordu. Sofrada yine onlar vardı, karidesler.
Foça sofraları yaz aylarında sürekli, kış aylarında ise sık sık kuruluyordu. Bazen bir çipura, bazen levrek, bazen barbun, bazen sinarit, yanında mutlaka kalamar, sık sık ahtapot ve iÅŸte yine onlar, benim sevgili karideslerim. Tabii ki “ve mutlaka rakıdır buralarda”. Artık bu törenleri Foça’da Deniz Restaurant’da yaşıyorum, Fatih bey’in hazırlattığı tereyağında sarımsaklı ve çok hafif acılı jumbo karidesler yine beni o masaya davet ediyor, yine eÄŸlendiriyor, yine çenemi açıyor, yine kahkahalar attırıyor ve yine önümdeki saydam sıvıyı beyazlatıyor. En güzeli de ne biliyor musunuz? Bunları yine, ama bu defa artık “yaÅŸlı” babamla yapabiliyorum.
Prof.Dr.Serkan ODAMAN
"Prof.Dr.Serkan ODAMAN" bütün yazıları için tıklayın...
