FELSEFE VE DİL / Oğuz ÖZÜGÜL
Oğuz ÖZÜGÜL

Oğuz ÖZÜGÜL

FELSEFE VE DİL



Dilbilimin ve dilin felsefi temellerini incelemek genelde bilimsel bilgi teorisinin oluÅŸması ve geliÅŸmesi için zorunlu önkoÅŸuldur. Ama önce dil sorununun çaÄŸdaÅŸ felsefelerde niçin güncel ve merkezi bir tema haline geldiÄŸini açıklamak gerekir. ÇaÄŸdaÅŸ filozofların yayımlanan çalışmalarında bu fenomeni açıklamaya yönelik sayısız deneme yer alır. Dil sorunu büyük felsefe sistemlerinin hiçbirinde önemli bir rol oynamamış, yüzyıllar boyunca filozofların dikkatini çekmemiÅŸtir; bugün ise dil felsefesi sorunlarına gösterilen ilgi o denli artmıştır. “Bacon’un idol öğretisinden bu yana açık ya da gizli bir dil düşmanlığı gözleniyor, özgün bir dil felsefesini geliÅŸtirenler Paul ya da Jaspersen, de Saussure ya da Saphir gibi dilbilimcilerdir; ama meslekten filozoflar dile hiç ilgi göstermiyor ve yardımcı olmuyor.” Bu görüşü savunanların kanısına göre, Cassirer, Lipps, Heidegger vb. gibi filozofların çalışmalarıyla ve özellikle de dil felsefesi sorunlarının Anglo-Sakson ülkelerindeki iÅŸleviyle bu durum temelden deÄŸiÅŸiyor.

ÇaÄŸdaÅŸ filozofların görüşleri özellikle ÅŸu ifadede açıkça belli oluyor: “Dil hazır, önceden biçimlendirilmiÅŸ bir gerçekliÄŸi sadece yansıtma iÅŸleviyle sınırlandırılırsa kavramsal belirsizlik bir eksiklik olarak ortaya çıkabilir. Buna karşılık tüm yaÅŸamsal iÅŸlevi içinde, dünyamızı her zaman yorumlamış ve görüşlerimizi hep belirlemiÅŸ, yönetmiÅŸ üretici zihinsel bir etkinlik olarak ele alınırsa, o zaman bu ‘belirsizlik’in onun özüne ait olduÄŸu, elde ettiÄŸi deÄŸerli baÅŸarılara olanak saÄŸladığı görülür. Dili bu zihinsel özü içinde tahrip etmeden bu eksikliÄŸi ortadan kaldırmaya çalışmak mümkün deÄŸildir.”

Jaspers ile Heidegger’den kaynaklanan bu varoluşçu dil anlayışı ve Oxford okulunun Wittgenstein’a dayanan analitik dil felsefesi tartışmaların ana konusunu oluÅŸturuyor. Dilbilimsel Yapısalcılığın ve ampirizmin önemli savlarını ele alırken yalnız dilden deÄŸil, felsefenin temel sorunlarından hareket etmek gerekir. Dil ile düşünme arasındaki mantıksal-bilgi kuramsal baÄŸlamların araÅŸtırılması ve dilin bilgi sürecindeki etkin rolünün incelenmesi bilimsel felsefi araÅŸtırmaların teorik açıdan büyük önem taşıyan sorunları arasındadır.

Dil sorunlarına giderek artan ilgi şu beş görüş açısı altında sorgulanıyor :

Epey eski olan birincisi Humboldt’un düşüncelerine denk düşer; buna göre insan kendi diline o kadar baÄŸlıdır ki, ÅŸeyleri (nesneleri) sadece dilin kendisine sevk ettiÄŸi ÅŸekilde algılayabilir.

İkinci görüş açısına göre dil, özel birer dünya görüşünü canlandıran öteki dillerin yanında her zaman özel bir dildir; bu yüzden genelgeçer insani bir bilgiye ulaÅŸmak asla mümkün deÄŸildir, çünkü bizler hep belirli bir dilin ufkuna baÄŸlı kalırız. Bu görüş açısı dilbilimsel görelilik ilkesiyle de desteklenir: “Dilbilimsel göreliliÄŸe karşın dilin sınırlarını aÅŸarak anlaÅŸma saÄŸlanabileceÄŸi ve bir dilin baÅŸka bir dile çevrilebileceÄŸi olgusu bile, artık ilkesel olarak dilin yardımına baÅŸvurmadan betimlenemeyecek bir genelliÄŸin varlığını kanıtlar.” Bu genelliÄŸe biçim kazandırmak bilimsel araÅŸtırmaların baÅŸlıca nesnesidir. “Dilde sadece genellik mevcuttur. GenelliÄŸin anlamı çeliÅŸkilidir: O cansızdır, saf deÄŸildir, yetkin deÄŸildir vs., ama somutun idrak edilmesine varan yolda sadece bir aÅŸamadır da, çünkü somutu tam olarak asla idrak edemeyiz. Genel kavramların, yasaların vs. sonsuz toplamı, yetkinliÄŸi içindeki somutu verir.”

Üçüncü görüş açısı, tüm sözcük daÄŸarcığı, sözdizimi ve içsel biçimiyle dil diye geçerli olan daha yüksek bir düzeyde dilin yardımıyla biçimlenen bir yapı içinde tekrarlandığını öne sürer; ki biz bu yapıyı tekil sözcüklerden farklı olarak atasözlerinden ve sloganlardan, vecizelerden ve deyimlerden baÅŸlayıp en yüksek ÅŸiirsel biçimlere, sanat eserlerine kadar, dilsel kalıplar, sözler diye tanımlayabiliriz. “Hazır bulduÄŸumuz ve önceden biçimlendirilmiÅŸ dilsel formasyonların bize aktardığı ÅŸekilde düşünürüz, hissederiz, duyumsarız ve yaÅŸamımıza biçim veririz.”

Dördüncü olarak, mevcut ve eldeki dil diye, dilsel yapılar diye geçerli olan şeyler, özellikle konuşmanın somut süreçleri ve insanın konuşurken sözcüğe biçim veriş tarzı için geçerlidir. Sözcük önceden mevcut bir gerçekliği yansıtmaz ve sözcüğün gerçekliği yorumladığını söylemek de yeterli olmaz, o bu gerçekliği dönüştürüp biçimlendirir, yani gerçekliği etkisi altına alır.

Beşinci görüş açısına göre dilin gücü, özellikle somut, belirli bir durumda konuşulmuş ve sorumluluğu konuşan kişiye ait sözün gücü, sadece dış gerçekliğe değil insanın kendi oluşumuna da dayanır.

İnsanın özünü gerçekleÅŸtirmesi dile yakından baÄŸlıdır. Ama dili toplumsal iliÅŸkilerinin çok katmanlılığı içinde ele almak gerekir. İnsanın oluÅŸumu ile dil arasındaki iliÅŸkiyi araÅŸtırırken bilimsel bir görüş açısına baÅŸvurmalıdır. Dildeki geliÅŸmeler göreli, kendine özgü yasalara göre ilerliyor, ne var ki öte yandan dildeki geliÅŸmelerin toplumsal geliÅŸmeye baÄŸlı olduÄŸu da yadsınamaz. Dil ile toplum ve dil ile düşünme arasındaki iliÅŸkileri dilbilimsel, hele hele mantıksal-bilgi kuramsal araÅŸtırmalar alanından dışlamak mümkün deÄŸildir. Bu sorunların çözümü dilin özgül yasallıkları ile toplumsal yaÅŸamın genel geliÅŸme yasaları arasındaki iliÅŸkilerin doÄŸru anlaşılmasını ÅŸart koÅŸar. “Filozoflar için en zor sorunlardan biri düşünce dünyasından gerçek dünyaya inmektir. Düşüncenin dolaysız gerçekliÄŸi dildir. Filozoflar nasıl ki düşünmeyi bağımsız hale getirdilerse, aynı ÅŸekilde dili de kendine özgü bir dünya olarak bağımsızlaÅŸtırmak zorundaydılar. Felsefi dilin gizi iÅŸte budur; düşünceler burada sözcükler halinde kendi içeriklerine sahip olur. Düşünceler dünyasından gerçek dünyaya inme sorunu, dilden yaÅŸama inme sorununa dönüşür… ne düşünceler ne de dil kendilerine özgü bir dünya oluÅŸturabilir; onlar sadece gerçek yaÅŸamın dışavurumlarıdır.”


Oğuz ÖZÜGÜL

oguzozugul@hotmail.com



25 Ağustos 2009 Salı / 2096 okunma



"Oğuz ÖZÜGÜL" bütün yazıları için tıklayın...