ISSN 1308-8483
ODYSSEUS VE SİRENLER / Oğuz ÖZÜGÜL
Oğuz ÖZÜGÜL    
  Yayın Tarihi: 4.10.2009    


ODYSSEUS VE SİRENLER

Günümüz burjuva felsefesinde, Aydınlanma aracılığıyla mitten bağımsızlaştırılan bir dünyada sanatların işleviyle ilgili ilk bakışta çekici gelen felsefi bir benzetme çıkar karşımıza; bu mitten bağımsız dünyada işbölümünün toplumsal yönden uyuşmaz bir şekilde önü alınmaz gelişmesi başlamıştır.

Benzetme Homeros’un alegorik bir yorumudur ve Adorno ile Horkheimer’in kaleme aldığı “Aydınlanmanın Diyalektiği” adlı kitapta yer alır. Belirtilmesi gereken çelişki, sınıflı toplum koşullarında Aydınlanma sürecini, üretici güçlerin gelişmesinin yansısı olarak niteleyen çelişkidir; Aydınlanma olarak başlayanlar kapitalizme özgü paraya çevirme rasyonelliği olarak son bulmaktadır. Böylece Aydınlanma, egemen olunamayan, denetimden çıkmış toplumsal sürecin akıl dışılığına dönüşerek değersiz, kötü mitleri teşvik eden tehlikeli bir duruma inmektedir. Buraya kadar iyi; ama buradan, içinde toplumsal çelişkilerin itici güçlerini kaybettiği bir tarih tasarımı çıkarılmaktadır. Üretici güçlerin gelişmesi bu görüş açısından bir düşünce tarihi sürecine dönüşmektedir. Aydınlanmanın simgesi diye bilim, özellikle de matematik gösterilmekte, ve bilim, üretici güçlerdeki gelişmenin zihinsel merkezi süreci diye ele alınmaktadır. Yaşamın toplumsal yönden güven altına alınmasına tek yanlı yaklaşılmakta, ve bu güven egemenlik ilişkilerine dayanmaktadır. Yeniden üretimin baskısı altında toplumun yaşam süreci zorunlu olarak toplum açısından uzlaşmaz bir biçimde gelişmektedir: “Emreden azınlık toplam yaşamı, yaşamın korunmasına ilişkin gereklere bağımlı kılarak kendini ve bunun yanı sıra toplumun da yaşamaya devam etmesini güven altına alıyor. Egemen akıl, basit yeniden üretimin Scylla’sı ile dolu dizgin yerine getirmenin Charybdis’i arasında Homeros’tan modern yazarlara kadar, yönetimi elden bırakmak istemiyor; o, küçük kötülüklerin yol gösterici yıldızından başka her çeşit yol gösterici yıldıza eskiden beri güven duymamıştır.”(1)

Scylla ile Charybdis imgeleri “Odysseia” destanından alınmıştır. Scylla uzun boyunlu, altı başlı bir deniz canavarıdır; sarp, kaygan ve sipsivri yükselen kayalar içindeki bir mağarada oturur; önünden yüzerek ya da gemiyle geçen her şeyi, yunusları, fokları, gemicileri başlarını uzatarak yutar. Charybdis ise ötekinin karşısındaki daha alçak kayalıklarda oturan, yakınına gelen her şeyi dalgalarla birlikte yutan deniz tanrısıdır.

“Üç kez kusar günde ve çeker içine sömürür üç kez,/ suları yuttuğu sıra varayım deme oraya sakın.”(2)

Ne var ki, geriye dönmek istemeyen herkes kayalıkların ve girdabın arasından geçmek zorundadır. Birinden kaçmak isteyen ötekine yakalanır. Kurban vermeden geçmek mümkün değildir, durumu arkadaşlarından gizleyen Odysseus’un da başına gelir bu; Kirke’nin önerisi üzerine Scylla’nın yakınından geçer, ama arkadaşlarından altısı yakalanır.

Odysseus ve arkadaşları bundan önce Sirenler adasının yanından geçmek zorundadırlar. Kirke Odysseus’u kutsar:

“Sirenlere varacaksın sen en önce,/ onlar büyüler yakınlarına gelen bütün insanları,/ kim yaklaşırsa bilmeden ve dinlerse onları, yandı,/ bir daha evinde onu ne karısı karşılar, ne çocukları./ Sirenler onu çayırda çınlayan ezgileriyle büyüler,/ çayırın çevresinde kemikler vardır, öbek öbek,/ bunlar kemikleridir etleri çürüyen insanların,/ büzük büzük durur kemiklerin üstünde deriler.”(3)

Kirke’nin Odysseus’a hangi öğütü verdiği bilinir: Kendisini direğe bağlatıp arkadaşlarının kulaklarını balmumuyla tıkamak. Böylece o Sirenlerin ezgilerini dinleyebilecek ve ötekiler de sağa sola bakmadan kürek çekebilecektir. Arkadaşlarına ipleri çözmeleri için yalvardığı zaman da onlar bağlarını daha çok sıkıştıracaktır. Yerinde olduğu çok iyi anlaşılan bir öğüt. Peki, ama Sirenler ezgilerinde neyi dile getiriyor?

“Gel buraya, dillere destan Odysseus, Akhaların şanı şerefi,/ durdur gemini de duy bizim sesimizi./ Hiçbir vakit bir kara gemi buradan geçemedi / durup dinlemeden ağzımızdan çıkan tatlı ezgileri, / dinlerler doya doya, daha çok şey öğrenir öyle giderler./ Biliriz biz engin Troya’da olup biten her şeyi./ Argoslularla Troyalılara tanrıların ne acılar çektirdiğini,/ biliriz biz ne olur ne biter bereketli topraklar üstünde.”(4)

“Odysseia” destanındaki Sirenler masal dünyasına aittir. Adorno ile Horkheimer Sirenleri ve Odysseus’un serüvenini acaba nasıl yorumluyor: “Kim var olmak istiyorsa geriye getirilmezin çekiciliğini duymamalıdır ve bunu da ancak Sirenleri duymazsa başarabilir. Toplum her zaman bunu sağlamıştır. Çalışanlar dinç ve dikkatlerini toplamış bir biçimde ileriye bakmak, kenarda kalanları yerlerinde bırakmak zorundadır… Öteki olanağı, başkalarını kendisi için çalıştıran mülk sahibi, yani Odysseus seçer. Direğe bağlı ve kendinden geçmiş bir şekilde dinler, çekiciliğin gücü arttıkça bağlarının daha çok sıkıştırılmasını ister… İşittikleri onun için sonuçsuz kalır… Arkadaşları sömürücünün yaşamını kendilerininkiyle birlikte tek bir yaşamda yeniden üretir, ve o da toplumsal işlevini artık terk edemez. Odysseus’u geriye dönülmez biçimde pratik yaşama bağlayan bağlar aynı zamanda Sirenleri de pratik yaşamdan uzak tutar: Çekicilikleri, sadece düşünme konusu halinde, sanat halinde etkisiz duruma getirilir. Direğe bağlı Odysseus hareketsiz ve kulak kesilerek bir konser dinler, tıpkı sonraki dönemlerin konser izleyicileri gibi. Serbest bırakılması için coşkuyla seslenmesi daha o zaman alkış olarak yankılanır. Sanattan alınan haz ve el işçiliği tarih öncesine veda ederken birbirinden böyle ayrılır.”(5)

Adorno ile Horkheimer kapitalizmde gelişen efendi-uşak-diyalektiğinin izdüşümünü Homeros dönemine yansıtır. Oysa mitolojiden kurtuluş, geleneksel egemenlik ilişkilerini demokratikleştirme ifadesi olarak soyluluğa karşı verilen sert sınıf savaşlarında gerçekleşir, ama onlar bunu göremez. Bedensel ve zihinsel faaliyetin birbirinden ayrılışı gerçekten de bu dönemde başlar: Sanat, bir meslek olarak icra edilen özel bir faaliyet durumuna gelir; ama kamuyu ilgilendiren bir sorun ve toplum yaşamında bir güç olmayı elden bırakmaz. Bu açıdan gelişmesinin doruk noktasına klasik Polis (kent devlet) demokrasisinde ulaşacaktır.


(1)Aydınlanmanın Diyalektiği, T.Adorno-M.Horkheimer, çev. Oğuz Özügül, Kabalcı Yayınları, 1995, İstanbul
(2)Odysseia, Homeros, çev. A.Erhat-A.Kadir, S.223, XII, 105-106, Sander Yay., 1970, İstanbul
(3)Age. S.221, XII, 39-46
(4)Age. S.225, XII, 184-191
(5)Aydınlanmanın Diyalektiği, T.Adorno-M.Horkheimer, çev. Oğuz Özügül, Kabalcı Yay. 1995,İst.


Oğuz ÖZÜGÜL

oguzozugul@hotmail.com


3477










   |   Hakkımızda    |    İletişim    |    Yasal Uyarı    |


    © FocaFoca.com tüm hakları saklıdır.   (03/2005)