ODYSSEUS VE SİRENLER / Oğuz ÖZÜGÜL
Oğuz ÖZÜGÜL

Oğuz ÖZÜGÜL

ODYSSEUS VE SİRENLER



Günümüz burjuva felsefesinde, Aydınlanma aracılığıyla mitten bağımsızlaştırılan bir dünyada sanatların işleviyle ilgili ilk bakışta çekici gelen felsefi bir benzetme çıkar karşımıza; bu mitten bağımsız dünyada işbölümünün toplumsal yönden uyuşmaz bir şekilde önü alınmaz gelişmesi başlamıştır.

Benzetme Homeros’un alegorik bir yorumudur ve Adorno ile Horkheimer’in kaleme aldığı “Aydınlanmanın DiyalektiÄŸi” adlı kitapta yer alır. Belirtilmesi gereken çeliÅŸki, sınıflı toplum koÅŸullarında Aydınlanma sürecini, üretici güçlerin geliÅŸmesinin yansısı olarak niteleyen çeliÅŸkidir; Aydınlanma olarak baÅŸlayanlar kapitalizme özgü paraya çevirme rasyonelliÄŸi olarak son bulmaktadır. Böylece Aydınlanma, egemen olunamayan, denetimden çıkmış toplumsal sürecin akıl dışılığına dönüşerek deÄŸersiz, kötü mitleri teÅŸvik eden tehlikeli bir duruma inmektedir. Buraya kadar iyi; ama buradan, içinde toplumsal çeliÅŸkilerin itici güçlerini kaybettiÄŸi bir tarih tasarımı çıkarılmaktadır. Üretici güçlerin geliÅŸmesi bu görüş açısından bir düşünce tarihi sürecine dönüşmektedir. Aydınlanmanın simgesi diye bilim, özellikle de matematik gösterilmekte, ve bilim, üretici güçlerdeki geliÅŸmenin zihinsel merkezi süreci diye ele alınmaktadır. YaÅŸamın toplumsal yönden güven altına alınmasına tek yanlı yaklaşılmakta, ve bu güven egemenlik iliÅŸkilerine dayanmaktadır. Yeniden üretimin baskısı altında toplumun yaÅŸam süreci zorunlu olarak toplum açısından uzlaÅŸmaz bir biçimde geliÅŸmektedir: “Emreden azınlık toplam yaÅŸamı, yaÅŸamın korunmasına iliÅŸkin gereklere bağımlı kılarak kendini ve bunun yanı sıra toplumun da yaÅŸamaya devam etmesini güven altına alıyor. Egemen akıl, basit yeniden üretimin Scylla’sı ile dolu dizgin yerine getirmenin Charybdis’i arasında Homeros’tan modern yazarlara kadar, yönetimi elden bırakmak istemiyor; o, küçük kötülüklerin yol gösterici yıldızından baÅŸka her çeÅŸit yol gösterici yıldıza eskiden beri güven duymamıştır.”(1)

Scylla ile Charybdis imgeleri “Odysseia” destanından alınmıştır. Scylla uzun boyunlu, altı baÅŸlı bir deniz canavarıdır; sarp, kaygan ve sipsivri yükselen kayalar içindeki bir maÄŸarada oturur; önünden yüzerek ya da gemiyle geçen her ÅŸeyi, yunusları, fokları, gemicileri baÅŸlarını uzatarak yutar. Charybdis ise ötekinin karşısındaki daha alçak kayalıklarda oturan, yakınına gelen her ÅŸeyi dalgalarla birlikte yutan deniz tanrısıdır.

“Üç kez kusar günde ve çeker içine sömürür üç kez,/ suları yuttuÄŸu sıra varayım deme oraya sakın.”(2)

Ne var ki, geriye dönmek istemeyen herkes kayalıkların ve girdabın arasından geçmek zorundadır. Birinden kaçmak isteyen ötekine yakalanır. Kurban vermeden geçmek mümkün deÄŸildir, durumu arkadaÅŸlarından gizleyen Odysseus’un da başına gelir bu; Kirke’nin önerisi üzerine Scylla’nın yakınından geçer, ama arkadaÅŸlarından altısı yakalanır.

Odysseus ve arkadaÅŸları bundan önce Sirenler adasının yanından geçmek zorundadırlar. Kirke Odysseus’u kutsar:

“Sirenlere varacaksın sen en önce,/ onlar büyüler yakınlarına gelen bütün insanları,/ kim yaklaşırsa bilmeden ve dinlerse onları, yandı,/ bir daha evinde onu ne karısı karşılar, ne çocukları./ Sirenler onu çayırda çınlayan ezgileriyle büyüler,/ çayırın çevresinde kemikler vardır, öbek öbek,/ bunlar kemikleridir etleri çürüyen insanların,/ büzük büzük durur kemiklerin üstünde deriler.”(3)

Kirke’nin Odysseus’a hangi öğütü verdiÄŸi bilinir: Kendisini direÄŸe baÄŸlatıp arkadaÅŸlarının kulaklarını balmumuyla tıkamak. Böylece o Sirenlerin ezgilerini dinleyebilecek ve ötekiler de saÄŸa sola bakmadan kürek çekebilecektir. ArkadaÅŸlarına ipleri çözmeleri için yalvardığı zaman da onlar baÄŸlarını daha çok sıkıştıracaktır. Yerinde olduÄŸu çok iyi anlaşılan bir öğüt. Peki, ama Sirenler ezgilerinde neyi dile getiriyor?

“Gel buraya, dillere destan Odysseus, Akhaların ÅŸanı ÅŸerefi,/ durdur gemini de duy bizim sesimizi./ Hiçbir vakit bir kara gemi buradan geçemedi / durup dinlemeden aÄŸzımızdan çıkan tatlı ezgileri, / dinlerler doya doya, daha çok ÅŸey öğrenir öyle giderler./ Biliriz biz engin Troya’da olup biten her ÅŸeyi./ Argoslularla Troyalılara tanrıların ne acılar çektirdiÄŸini,/ biliriz biz ne olur ne biter bereketli topraklar üstünde.”(4)

“Odysseia” destanındaki Sirenler masal dünyasına aittir. Adorno ile Horkheimer Sirenleri ve Odysseus’un serüvenini acaba nasıl yorumluyor: “Kim var olmak istiyorsa geriye getirilmezin çekiciliÄŸini duymamalıdır ve bunu da ancak Sirenleri duymazsa baÅŸarabilir. Toplum her zaman bunu saÄŸlamıştır. Çalışanlar dinç ve dikkatlerini toplamış bir biçimde ileriye bakmak, kenarda kalanları yerlerinde bırakmak zorundadır… Öteki olanağı, baÅŸkalarını kendisi için çalıştıran mülk sahibi, yani Odysseus seçer. DireÄŸe baÄŸlı ve kendinden geçmiÅŸ bir ÅŸekilde dinler, çekiciliÄŸin gücü arttıkça baÄŸlarının daha çok sıkıştırılmasını ister… İşittikleri onun için sonuçsuz kalır… ArkadaÅŸları sömürücünün yaÅŸamını kendilerininkiyle birlikte tek bir yaÅŸamda yeniden üretir, ve o da toplumsal iÅŸlevini artık terk edemez. Odysseus’u geriye dönülmez biçimde pratik yaÅŸama baÄŸlayan baÄŸlar aynı zamanda Sirenleri de pratik yaÅŸamdan uzak tutar: Çekicilikleri, sadece düşünme konusu halinde, sanat halinde etkisiz duruma getirilir. DireÄŸe baÄŸlı Odysseus hareketsiz ve kulak kesilerek bir konser dinler, tıpkı sonraki dönemlerin konser izleyicileri gibi. Serbest bırakılması için coÅŸkuyla seslenmesi daha o zaman alkış olarak yankılanır. Sanattan alınan haz ve el işçiliÄŸi tarih öncesine veda ederken birbirinden böyle ayrılır.”(5)

Adorno ile Horkheimer kapitalizmde gelişen efendi-uşak-diyalektiğinin izdüşümünü Homeros dönemine yansıtır. Oysa mitolojiden kurtuluş, geleneksel egemenlik ilişkilerini demokratikleştirme ifadesi olarak soyluluğa karşı verilen sert sınıf savaşlarında gerçekleşir, ama onlar bunu göremez. Bedensel ve zihinsel faaliyetin birbirinden ayrılışı gerçekten de bu dönemde başlar: Sanat, bir meslek olarak icra edilen özel bir faaliyet durumuna gelir; ama kamuyu ilgilendiren bir sorun ve toplum yaşamında bir güç olmayı elden bırakmaz. Bu açıdan gelişmesinin doruk noktasına klasik Polis (kent devlet) demokrasisinde ulaşacaktır.


(1)Aydınlanmanın Diyalektiği, T.Adorno-M.Horkheimer, çev. Oğuz Özügül, Kabalcı Yayınları, 1995, İstanbul
(2)Odysseia, Homeros, çev. A.Erhat-A.Kadir, S.223, XII, 105-106, Sander Yay., 1970, İstanbul
(3)Age. S.221, XII, 39-46
(4)Age. S.225, XII, 184-191
(5)Aydınlanmanın Diyalektiği, T.Adorno-M.Horkheimer, çev. Oğuz Özügül, Kabalcı Yay. 1995,İst.


Oğuz ÖZÜGÜL

oguzozugul@hotmail.com



4 Ekim 2009 Pazar / 3911 okunma



"Oğuz ÖZÜGÜL" bütün yazıları için tıklayın...