Film Makinistti mi, o da ne?
Son yıllarda bir film hakkında konuşulurken ilgi odağı genellikle yapım sürecine kaymakta. Oyuncuların sansasyonel özel yaşamları, yönetmenin film dışındaki beyanları tartışmaların odağına oturur oldu. Filmin erotik sahneleri gazete sayfalarında yer alırken, televizyonların dedikodu programları da başrol oyuncularıyla bol bol röportajlar yapmaktadırlar. Ticari kaygı ve reklam yapma arzusu her şeyin önüne geçmiştir. Böyle olunca da bir sinema filmi, oyuncular ve yönetmen arasında kurgulanmaktadır gibi bir imaj doğmaktadır. Oysa bir filme emeği geçen insanlar yalnızca gördüklerimiz değildir, sahnenin arkasında görünmeyen ama canla başla çaba harcayan birçok insanda vardır. Onlarında hakkı film biter bitmez ayağa kalkan seyirciye rağmen beyazperdeye yansıyan jenerikte verilmeye çalışılır. Yalnızca bir meslek vardır ki o jenerikte bile kendine yer bulamaz. O da gösterim sürecinde filmin bize ulaşmasında sürekli göz ardı edilen sinemanın gizli kahramanları; sinema makinistleridir.
Yıllar önce Hüseyin ustayı tanıdığımda yetmişine çoktan gelmişti. On beşli yaşlarda sık sık okuldan kaçarak okulun hemen karşısındaki Sun sinemasının önünde bulur kendisini. Kaçtığında gittiği bir başka sinema Yeni Sinema’dır. Çok etkilenmiştir sinemadan. Ne yapar ederimde sinema salonunda yer alırım diye düşünürken, “Ben buraya gazoz satmak için girebilir miyim” diye sorar. 5 kuruş kendine, 20 kuruş büfeye kalmak kaydıyla sinema içinde çalışmasına onay verilir. Gel git derken orada bir makinist ile tanışır. Onun sayesinde makine dairesine girmeye başlar. Bazen eline bez alır, makineleri temizler, bazen de elinde süpürge yerleri süpürür. Makineleri gördükten sonra okulu bırakır. Film makinisti olmaya karar verir. Aslında ağabeyi de aynı mesleği yapmaktadır. Zaten aile ve akraba etkisi olmasa kim film makinisti olmak ister ki?. Ağabeyine mesleği ile ilgili arzusunu söylediğinde ciddi tepki alır. Ona mesleğin maddi ve manevi tatminsizliklerinden bahsedilse de ikna olmaz. Sonunda ağabeyi ile beraber sinemaya gidip, gelir. Ona yardım eder. Sonra da ağabeyinin yanından ayrılır. Önce Emek sineması, ardından Atlas sinemasında işe başlar. Askere gider ama mesleği olan altın bilezik artık kolundadır. Askerde de film makinisti olarak çalışır. Askerlik dönüşü ver elini Cebeci sineması. Mesleğinde yaşadığı iki anısını öyle böbürlene böbürlene vurgulamıştı ki görmeye değer bir sahneydi bu. “Anadolu’ya gittik meslek icabı. Meclise bile götürdüler beni” diye. Fahri Korutürk’e film oynattım derken övünçten gözleri parlamıştı. En çok heyecanlandığı diğer anısı ise, askerdeyken Yılmaz Güney’in filmlerini çeken kameraman arkadaşının aracılığıyla Yılmaz Güney ile tanışmasıydı. Her iki anıyı anlatırken bir başka gülümsemekteydi. En büyük sıkıntısı bu meslekten para kazanamamış olmasıydı. Bazı geceler film geç saatlerde bittiğinde eve gidecek otobüs bulamıyordu. Taksiye binmek ise aldığı ücrete göre çok lükstü. Zam isteyince de kapı gösteriliyordu. Bir keresinde kızgınlık anında para nedeniyle mesleğini bırakmış ama sinema sevgisi ağır basmış. Geri dönmüştü. Sevdiğin filmler hangileri diye sormuştum bir keresinde. “Perdeye bakmaktan filmi seyredemezdik ki” dedi. Yinede, Yılanların Öcü, Kuyu, Ezo Gelin, Boş Beşik, Alageyik, Avare filmlerini unutamadıkları arasında saydı. Hasan ustanın bütün hedefi insanlara güzel film seyrettirmek, güzel bir projeksiyon sunmaktı. Yerli ve yabancı iyi filmlere kalabalık geldikçe yaptığı işin gururu yetiyordu.
Zor meslektir sinema makinistliği. Film seansından bir, bir buçuk saat önce gelinir. Makine dairesinde makinelerin temizliği yapılır. Makine çalıştırılır. Makinistler o zaman çalışırken de o filmleri hazırlarken de bir defaya mahsus prova yaparlardı. Film başladıktan sonra da perdede düzgün oynayıp oynamadığı takip edilirdi. Sinema makinelerinde voltaj düşüklüğü olduğundan makinelerden randıman alınamazdı. Bir günde neredeyse sekiz, sekiz buçuk saat makine dairesinde kalınırdı. Zaman hep burada geçerdi. Gece geç saatlere kadar makine dairesinden çıkılmazdı. Çünkü o dönemde yanar filmler vardır. Benzin gibi parlardı bunlar. Şimdi böyle filmler yok. O günlerde gerçekten makinistlik çok önemliydi, çok değer verilirdi. Şimdi ise makineler son teknoloji ve tam otomatik. Zaten makinistlikte artık çok önemli değil.
Yıllar önce defterime kaydettiğim bu notları yalnızca medyatik gösteriler ile pazarlanmaya çalışılan bir filmin gazetelerde çıkan çarşaf çarşaf boş ve anlamsız haberleri sonucunda hatırladım. Kaybolmakta olan ve örgütlenmesini tamamlayamayan bir mesleğinin ipuçları aynı zamanda sinemanın ve film sektörünün geldiği yerin belirlenmesi için önemlidir. Aynı zamanda da film emekçilerinin yıllardır değişmeyen yazgısının vurgulanması açısından.
erol.cinar@doruk.net.tr
|