Bir çıkış noktası olarak PERMAKÜLTÜR
Bir süredir, ekolojik köy ve permakültür tanımlamalı bazı uygulamalara tanık oluyoruz. Henüz Türkiye'de pek yeni olan bu uygulamalar pek az insan tarafından biliniyor ama, kitle iletişimi ve yeni olana merak sayesinde giderek yaygınlaşmakta. Her ne kadar tanımı yeni de olsa, uygulanışı insanlığın varoluşundan beri süregelen bir uygulama bu.
Muhtelif zamanlarda tanıtımını yapmakta olduğum İmece Evi oluşumunun da aralarında bulunduğu doğal yaşam ve ekolojik çözümler çiftlikleri, doğal çevre kültür kooperatifleri, “TaTuTa” (tarım - turizm - takas) birlikteliğinin, eko sistemi kendiliğinden korunmuş köy ve küçük yerleşimlerin ekoköy adı altında yeniden yaşama geçirilme projeleriyle ve hatta, İzmir'in Menemen ilçesinin Dumanlıdağ'ının, Turgutlar (eski adı Dutlar) köyündeki İmece Ekoköy Kooperatif Girişimi ile yakından ilgiliyim. Bu insanca girişimleri yürekten kucaklıyorum ve başarıları için, kendi adıma elimden geleni yapmak gibi bir sorumluluk hissediyorum, çünkü; bütün bu hasletler, geçmişimde bana ait olduğunu iyi bildiğim özümün asıl mayası, biliyorum.
Amerika ve Avrupalılar 1970' lerden bu yana, teknolojik devrim atıklarıyla bizlerden çok önce kirlettikleri yaşam alanlarını yeniden onarabilmenin arayışı içindeler. Bunun için de, adeta taş devri tarımına, mağara devri yaşantılarına geri dönüş telaşıyla bazı şeyleri biraz abartıyorlar sanki! Bunu çok doğal karşılıyorum, çünkü; günümüz insanı kendi geleceğini önü alınamayacak bir kirletme ve çöp dağı ikilemi üzerine inşa ediyor. Fast Food zincirleri ve hijyen endüstrilerinin devasa çemberi, teknoloji bağımlısı insanı bütün zayıf kalelerinden vurup esir almıştır.
Hiç kimse alıştığı düğme + enerji ikilisinden uzak durma gücüne sahip değil. Koskoca bir kentin çok değil 24 saat elektriklerinin olmadığını düşünebiliyor musunuz? Oysa ki bütün yaşam aletlerimiz fişte takılı, uzaktan kumandalı akıllı evler tasarladık, bir tık öteye sakladık mutluluk umutlarımızı. "Her şey dahil", "her şey az sonra" sözcükleri en çok ilgilendiğimiz sözcükler, permakültür de neyin nesiymiş!
Hangimiz çok sevdiğimiz elektrikli oyuncaklarımızdan sonsuza kadar ayrı kalabiliriz?
Bizler gelişmiş toplumlardaki teknolojiye, onların yaşadıkları gibi uzun bir sürede geçmedik, bu bir şans olabilir mi? Birçok batılı ülkede tarım, gen mühendislerinin canavar tohumları sayesinde kılık değiştirerek terminatörleşmiş. Onlar, teknolojinin zararlarıyla bizlerden çok önce yüzleştiler ve nasıl geri dönüşe geçeriz, nasıl doğanın kendi takvimine uygun doğayla uyum içinde yaşarız gibi sorgulamalarla uğraşıyorlar. İşte permakültür'ün çıkış noktası da bu zaten. Ben çocukluğumda, yağmur suyunun biriktiği sarnıçlardan su çeken anneannemin, bu suyla elimi yüzümü yıkadığı zamanları yaşadım ve anımsıyorum. Çok değil, sadece 40 yıl öncesi...
Permakültür; insanları, hayvanları ve doğal hayatı eşzamanlı destekleyen, sağlıklı ve bereketli yaşam alanları yaratıp çözümler üreten bir tasarım sistemi ve bir çıkış olarak ifade ediliyor.
Permakültür ne demek?
Şu uzun süre şeklini koruyan saç dalgası permayla ve permanın kültürlüsüyle filan bir ilişiği yok! İngilizce “permanent” (kalıcı) ve “agriculture” (tarım) kelimelerinin birleşiminden oluşuyor. Türkçe olarak ne şekilde adlandırmalı diye düşünürsek; "Dedetarım" demek en uygunu olsa gerek! Dedemin ve onun dedelerinin yapmış oldukları tarımın peşindeyken karşıma çıkan bu permalı tarıma bu sıfatı yakıştırıyorum ben.
Kimyasal ilaçların bilinip kullanılmadığı, elektriğin olmadığı, hormon türü ilaçların hayvan ve sebze meyvenin içine zerk edilmeği bir köy olan Kayaköy'ün, bir zamanların dede tarımına az da olsa tanığıyım. Ay ışığının aydınlattığı taşlı Kaya Çukuru'nun baykuş sesleriyle kocaman açılmış çocuk gözlerim ve nefesimi tutup teyze ve dayılarımın kollarına sıkıca tutunuşum...
Ne de erken inerdi akşamın karanlığı, ne erken binerdi uyku cinim göz kapaklarıma. Her karaltı bir canavar, her kımıldayan şey kocaman çift hörgüçlü deveydi, tarla bekçisi karayılandı, tavuk nüfusundan sorumlu kurnaz tilkiydi, gelincikdi. Keçi sütü, keçi gübresi, sadeyağın geniz gıcıklayan kokusu, kabuklu buğdayın bazlaması, buz gibi kuyu suyu, sarnıçtaki kurbağalar, kazara kırdığım testinin akan suyu, dal ve otlardan yapılma yaz çardağı, ipek böceği ipinden cibinlikler çocukluğumun yaz tatillerinde nasıl da yaşamlarımızın ortasındaydı...
Öylesine doğal, öylesine sade ve özentisiz. Her şey olması gerektiği gibi...
Bu permakültür tanımıyla, ekolojik tarım ve yaşam şeklini popüler hale sokup Türkiye'ye getiren insanlara buradan teşekkür ediyorum, zira; Moda ve güncel olmayan, ithal gelmiş olmayan hiçbir şeyi öğrenip bilmeye yanaşmıyoruz. Garip ve özenti içinde kıvranan o eski Osmanlılık ruh hali öyle yapışmış ki üzerlerimize... Ah monşerler!
Oysa ki insanlığın ve yeryüzünün evriminde bir dönüm noktasındayız. İklim değişikliği, fosil yakıtların giderek tükenmesi, canlı türlerinin sürekli yok oluşu, suyun ve gıda kalitesinin ve erişiminin azalması gibi pek çok zorlukla karşı karşıyayız. İşte bu noktada perma kültürün ana teması olan "ürün yetiştirilen ekolojik alanlar tasarlama" planı öne çıkıyor...
Doğanın işaretlerini okuyabilmeye ihtiyacımız var. Doğayı dinlemeye onun dilinden anlayabilecek nesiller yetiştirmeye şiddetle ihtiyacımız var.
Permakültür için; bu çözümleri görünür kılan, hayatlarımızı bahçelerimizi ve yaşam alanlarımızı çözülmez gözüyle baktığımız sorunlara, pratik çözümler üretecek şekillerde tasarlanan bir akıl çağı yaklaşımıdır diyebiliriz.
|