SANTİAGO
Santiago, nüfusu beş milyonun üzerinde olan oldukça büyük bir kent.. Aslında her büyük şehir gibi kalabalık ve gürültülü. Burada beni ilk çarpan şey Şili'deki diğer şehirlerde olduğu gibi duvar resimleri. İkinci olarak da Pablo Neruda'nın tüm çocuksu dünyasını yansıtan evleri..
Santiago, büyük meydanları, parkları ve geniş caddeleri ile o büyük kalabalığa rağmen insana ferahlık duygusu veren bir şehir. En güzel yanlarından biri şehrin merkezine çok yakın soluklanacak yerlerin olması.. Hani gizli bahçe diye tanımlayacağım cinsten..
Bu fotoğraf "Catedral de Santiago". Bu katedralin yer aldığı "Plaza de Armas" Armas'a Meydanı Santiago'nun en büyük meydanı. Bu meydanın etrafında birkaç eski bina var. Bu onlardan biri.. Santiago çok deprem gördüğü için kendini hep küllerinden var etmiş. Bu depremler sırasında çok sayıda eski bina yıkılmış. Bu nedenle eski ve yeni birbirine karışmış. Biraz İstanbul gibi..
"Municipalidad de Santiago" Santiago Belediye binası
Armas’a Meydanı tam bir şenlik yeri. Hafta sonları etrafındaki sokaklarda el sanatları pazarları kuruluyor. Meydanın tam ortasında insanların satranç oynadığı bir yer var. Belediye tarafından organize edilmiş. Gerçekten çok ilginç. Oynayanlar, oynayanları ilgi ile izleyenler. Bu kadar meraklının bir arada olması görülmeye değer. Kadın- erkek, genç- yaşlı bir arada ortak bir zevki paylaşıyor. Şilililer zeki insanlar olabilir mi? Zeki olup olmadıklarını bilemem ama karşılaştığım tüm Şilililer çok sempatik ve yardım severdi. Hemen yanaklarını uzatmaya ve öpmeye hazırlar:))
Yine bu meydandan başka bir görüntü, eski tip fotoğraf makinesi kullanan fotoğrafçılar. Santiago hatırası! Üzerine çıkılıp poz verilen küçük atlar da bu fotoğrafçıların önemli aksesuarlarından.. Bu atlara merakı olan bir başkası da Pablo Neruda. Evinde bu atlardan bir koleksiyonu var. Neruda neyi toplamamış ki! Atlar sadece bir tanesi..
Bu görüntü yine aynı meydandan. İlk gördüğüm zaman insanların bir şeyi protesto etmek için toplandıklarını düşündüm. Bir daire içinde dans ediyor ve şarkı söylüyorlardı. Kimisi birbirine çok sıkı sarılmıştı. Daha sonra bunun bir çeşit ibadet şekli olduğunu öğrendim. Hıristiyanların içindeki bu grup kilise dışında şarkı söyleyip dans ederek ibadet ediyormuş. Bu arada ortada elinde mikrofonla bir adam diğer insanları bu toplantıya davet ediyordu. İlginçti ama anlamlandırmak zordu gerçekten! Tuhaf olduğu söylenebilir.
Buones Aires'te çekemediğim fotoğrafı burada çektim. Arabalar kırmızı ışıkta beklerken hoş bir kız ortaya fırladı. Gösterisini yaptı. O da mı sirkle ilgili okula gidiyordu bilemem! Ama çok sempatik olduğu kesin. Bu çocuklar, arabaların camlarını silmek yerine jonglörlük yapıyor ya da tek tekerlekli bisiklete biniyorlar. İşlerini çok iyi yaptıkları kesin!
Bella Vista civarından eski bir ev..
Burada ziyaret ettiğim yerlerden biri de "Mercado Central" Santiago'nun çiçek pasajı.. Bu güzel görünüşlü midyelerin lezzetleri konusunda çok emin değilim. Daha önce denemiştim. Aklımda kalanlar çok hoş değil.
Muhteşem görünen şey deniz kestanesi.. Popüler kabuklulardan bir diğeri de istiridye (oyster). Genellikle çiğ tüketiliyor. İstiridye seven çok insanla karşılaştım.
Şimdi de duvar resimlerinden bazıları... Yorum bakanın!
Santiago'da en çok keyif aldığım yerler, Pablo Neruda'nın evleri oldu. Evlerinden biri kaldığım hostele çok yakındı. Bella Vista'da. Aslında ev, büyük tutkuyla bağlı olduğu üçüncü karısı Matilda'nınmış. Neruda tarafından tasarlanmış. Denizci olmamasına rağmen saplantılı bir şekilde denize ve gemilere bağlı olan Neruda, evi tamamen gemi gibi tasarlamış. Evin tabanı ve tavanı ahşap. Dalgada gemideymiş duygusunu yaşamak için tabana hafif eğim verilmiş. Evin içindeki malzemeler, gemilerden çıkan parçalardan yapılmış. Evin pencereleri kamara penceresi, lomboz gibi.
Biriktirmeyi seven bir adam Neruda. Bebekler, şişeler, renkli bardaklar, atlar.. Bu ev Pinoche döneminde epeyi zarar görmüş. Büyük bir kısmı orijinal olmasına rağmen sonradan eklenen bölümlerinin de olduğu söylendi. Evin kapıları çok küçük, tavanları alçak ve odaları oldukça ufak. Evin içindeyken gemideymişim gibi hissettim. Onun çocuksu ve komik dünyasını anlamak çok kolay. Yatağının üzerinde kocaman pofuduk bir kedi var. Orijinal olduğunu söylediler. Bu arada evin bir bölümü de deniz feneri gibi yapılmış. Evin içinde fotoğraf çektirmedikleri için bu evden fotoğrafım yok. Sadece bahçesinden..
Neruda'nın Santiago'daki en büyük evi, Santiago'ya bir buçuk saat mesafede "İsla Negra'da" Kara Ada’da. Bir ada değil burası. Deniz kenarında kapkara büyükçe bir kaya parçası var. Bu kaya parçası ada görünümünde. Bu nedenle ada, kara ada.
Neruda'nın buradaki evi gerçekten çok etkileyici. Denizi biraz yüksekten gören, kesif yeşilin içinde. Kıyıda nerdeyse heykel görünümünde olan büyük kayalıkların var. Ben dalgaların çok büyük olduğu sisli bir günde oradaydım. Anlatması çok zor. Yıllar önce "Postacı" filmini seyrettiğim zaman çok etkilenmiştim. Postacıdan sonra rüzgarın ve denizin sesini dinlemek sırası bendeydi...
"Bir attır rüzgâr -denizde, gökte -devineni dinle- Götürmek ister beni: dinle-nasıl devinir dünyada -taşımak için beni uzaklara"
Neruda'nın bu güzel coğrafyadaki evi yine kendi tarafından tasarlanmış. Birkaç bölümden oluşan bu evde de yine gemi duygusu yaratmak için elinden geleni yapmış. Ev biçimi ve eşyalarıyla adeta bir gemi! Evin bir bölümü de hareket eden tren gibi yapılmış. Trene ilgisi de babasının makinist olmasından kaynaklanıyormuş.
Bu lokomotif Neruda'nın en büyük oyuncağı olarak tanıtılıyor.
Pablo Neruda bir kolleksiyoner. Renkli bardaklardan, (piyano çalmamasına rağmen) piyanonun bacaklarını oturtmak için kullanılmış renkli kül tablası görünümündeki eşyalara, şişelere, bebeklere, kabuklu deniz hayvanlarına, kelebek ve böcek koleksiyonuna kadar birçok şeyi biriktirmiş. "Ben oyuncaksız yaşayamam" diyen Neruda arkadaşlarını çok önemsemiş. Birçok ünlü yazarla yakın dostluk kurmuş. Bunlardan biri de Nazım Hikmet. Nazım Hikmet, Güney Amerika'da Türk Pablo Neruda olarak anılıyor.
Neruda ve Matilde'nin mezarı.
Evin içinde fotoğraf çekilmesine izin verilmiyordu. Elimden gelen budur!!
Pablo Neruda muzip kişiliği ile de akıllarda yer etmiş. Matilde'ye tukuyla bağlı olmasına rağmen sadece erkekler için yaptırdığı tuvaletin içine çok sayıda dönemin çıplak kadın resimlerini koymuş. Neruda, konuklarını evine davet ettiği zaman büyük bir masanın etrafında onları ağırlarmış. Masa başına oturan Neruda kendini kaptan gibi hissedermiş. Konukların tabaklarının altına koyduğu servislerde gemi resimlerini, kendisininkinde ise kaptanın yol haritasını tercih ederek bu duyguyu pekiştirirmiş. Aslında hayatla dalga geçmiş. Bir sürü şey anlatıldı. Aklımda kalanlar bunlar...
Pablo Neruda'dan alıntıyla bitireyim bu yazıyı...
"Gece yıldızlardaydı
Ve yıldızlar, maviydi, uzaklarda üşürler"
Hostel Bellavista, Dardignac, 0184 8500 Şili Pesos
Mayıs 2009