Valparaiso, Pasifik Okyanusu’nu yüksekten gören tepelerin üzerine kurulmuş bir şehir. Benim için oldukça yorucu olduğunu söyleyebilirim. Merdivenler, merdivenler... Ayrıca ulaşım aracı olarak bu tepelere ulaşmak için "füniküler" adı verilen asansörler kullanılıyor. Şehri yürüyerek gezdim. Beni çok zorladığını söyleyebilirim. Burası Santiago'ya iki saat mesafede bir yerleşim yeri. Tepelerin üzerindeki renkli evler ve duvar resimleri gerçekten çok güzel. Ama burada da Santiago gibi eski yeni birbirine karışmış. Fotoğraf çekmek oldukça zor. Gözün ayıklaması gereken çok şey var. O da pek mümkün değil. Elektrik telleri, eski renkli evlerin dibinde bitivermiş apartmanlar.. Renkli apartmanlar! Neye yarar ki!
Burada Pablo Neruda'nın uzun yıllar yaşadığı evi var. Neruda, şehir merkezi ile bağlantı kuran bu merdivenlerden çok etkilenmiş. Ayrıca burası Allende ve Pinoche'nin de doğum yeri. Yokuşları uzaktan seyretmek "aşkların en güzeli" ama tırmanmak gerçekten eziyet verici.. Burası 2003 yılında UNESCO tarafından dünya mirası olarak ilan edilen kentlerden biri. Eminim yıllar önce çok etkileyici idi. Valparaiso resimlerde çok farklı..
Valparaiso bu resimdeki kadar etkileyici değil. Elbette renkler hemen insanı yakalayıveriyor. Güzel bir körfeze yerleşmiş olan bu şehrin göbeğinde kocaman, çirkin bir liman var. Önemli bir liman kentiymiş. Denizi gören renkli evler bu çirkin limana bakıyor.
Ayrıca çok da güvenli olduğunu söylenemez. Çok zengin ve fakirlerin birlikte uyum içinde yaşaması imkansız. Bu durum ciddi bir sosyal problem yaratmış. Neredeyse her konuştuğum insan hırsızlık konusunda beni uyardı.
Buradan akılda kalacak olan kesinlikle duvar resimleri olacak. Çöp tenekelerinin üzerinde bile resim var.
İşte bir örnek. Böyle bir çöp kutusuna çöplerinizi atar mıydınız?
Renkli evleri çekmeye çalıştım. Işık izin verdiği sürece... Zira burası yaz gibi.. Hava oldukça sıcak. Güneş yakıcı.. Mevsimler mi beni kovalıyor ben mi mevsimleri bilmiyorum. Şimdiye kadar üç mevsim yaşadım. İlkbahara sıra gelmeyecek sanırım. Birkaç bir şey daha..
Duvar resimlerinin minyatürleri.. Almadım ama aklımın kaldığını söyleyebilirim. Alınca da bir tane yetmez! :))
Şili'yi temsil eden üç şey var. Tarım, bakır madenleri ve balıkçılık. Birçok yerde bakır üzerine işlenmiş resimler görmem mümkün. Bu hostel tanıtım yazısı da bakır üzerine işlenmiş. Ben çok sevdim. Gerçekten karmaşanın içinde o kadar çok güzel şey var ki!
Sokağın ortasında bir enstalasyon!
Buradan küçük hoş bir anı ile bu yazıyı bitireyim. İlk gün bir yandan yokuş tırmanıp bir yandan kan ter içinde haritaya bakmaya çalışırken genç bir çocuğa yol sordum. Bu pırıl pırıl çocuk iki gün boyunca keyifle bana eşlik etti. Broşürler getirdi. Ben onu hiç unutmayacağım. İşin ilginç yanı o İngilizce ben İspanyolca bilmiyordum.
Seyahatim boyunca en azından şimdiye kadar karşılaştığım Fransızlar çok şekerdi. Stephanie &Cedrec. Onlarla çok güzel vakit geçirdim. Belki yolculuğumuzun bundan sonraki kısmında tekrar buluşma şansımız olacak. Fransızlarla ilgili fikrim değişiyor.