ISSN 1308-8483
Umutsuzluğa yenilmemek lazım!.... / Erol ÇINAR
Erol ÇINAR    
  Yayın Tarihi: 7.11.2009    


Umutsuzluğa yenilmemek lazım!....

Yağmur yağıyor. Kuşlar dört bir yana kaçışıyorlar. Damlacıklar pencereden süzülüyor. Mozart çalıyor radyoda. Sabahın erken vaktinde pencereden bakıyorum, yollar hemen hemen boş. Birkaç araba, bir de otobüs görünüyor uzaktan. Kent yeni bir güne hazırlanıyor. Gazete okumam lazım. Sanırım hepimiz benim gibi uzun çok uzun bir süredir gazete haberlerine göz atarken, haber bültenlerini dinlerken bunalıyorsunuz. Gazeteyi açıyorum, hangi başlığı okusam bir kasvet; hangi sütuna göz atsam bir açmaz. Haberleri dinlerken de aynı şeyleri hissediyorum. Kendimi gittikçe köşeye kıstırılmış hissediyorum. Okuduğumuz gazetelerdeki açmazlar, çıkmazlar; her türlü ekonomik bunalım, terör, geçinme sorunsalı beni ve içinde yaşadığımız ülkeyi, onun sorunlarını yansıtıyor. Haberlerde bir mutluluk havası yok. Bazen gazete almasam, haber dinlemesem diyorum. Derdime bir çaremi bu durum. Tabii ki değil. Alışmışım bir kere, gazete görmesem o günü yaşamamış hissediyorum. En kötüsü de karamsarlık sonunda içine düştüğüm durum, özlemimin, düşlerimin ölümü. Tam da bu düşünceler için elime gazeteyi almıştım ki, ülkemizin gündemine bomba gibi düşen bir haberle karşılaştım. Ünlü sanatçımız Fazıl Say’ın bir Alman gazetesine verdiği günümüzün hükümetini ve onun kararlarına eleştiren demecini gördüm.

“Türkiye rüyalarımız kısmen öldü. Tüm bakan eşleri türban takıyor. İslamcılar zaten kazandı. Biz yüzde 30, onlar ise yüzde 70. Başka yere taşınmayı düşünüyorum” diyen Say, ileride Türkiye’den ayrılmayı düşündüğünü de belirtiyordu.

Fazıl Say’ın ülkemizin gidişatına ait çığlığını okuyunca, belleğimin girdaplarından Tevfik Fikret’in Süleyman Nazif’e yazdığı mektuplardan bir paragraf geldi. Kapkara bir umutsuzluğun sözcüklerle dile getirilmesinin somut bir örneğidir yazdıkları.

“Umutsuzluk. Umutsuzluk. Umutsuzluk. Umutsuzum kardeşim. Korkunç bir kızgınlık bunalımı içindeyim, sönüyorum. Bu biraz daha sürerse eyvah! Nedenini söyleyeyim mi? Fakat bu o kadar tuhaf ki, gülersiniz diye korkuyorum, kimi zaman kendim bile kendi halime gülüyorum. Koca bir dünya içinde yalnızım Nazif! En yakın arkadaşlarımın arasında sokağa çıplak çıkmış bir adam duygusuyla titriyorum, herkesin vicdanı kapalı örtülü, yalnız ben çıplak. Herkes hiç olmazsa üniformalarla – ne diyeyim- mayasını sürdürüyor. Herkes zamanın alçak süslerine bürünebiliyor. Herkes namuslu geçinerek alçak yaşamanın kolayını buluyor. Herkes bu rezalet havasında nefes alabilmek için bir kolaylığa, bir çareye, bir büyüye sahip.”

Öyle bir sesleniş ki bu, unutulmaz!. Bakın nasıl devam ediyor Tevfik Fikret;

“Umutsuzluğumun derecesini düşünemezsin kardeşim. Kendimi taşlara çarpacağım geliyor. Fakat hani benim yurt sever kanımla kirlenecek bir temiz taş?”

Nedir bu denli karanlığın bu umutsuzluğun nedeni?. Tevfik Fikret de Fazıl Say gibi aynı düşünceleri içinde bulunduğu zamanı için mi taşıyordu?. Belki de bunun cevabı kişisel sevinçlerin bir sanatçıyı, aydını, gerçek bir duygu adamını mutlu kılmayacağında saklı. Hiçbir zaman da kılmadı, kılmıyor da.

Tahmin ettiğim kadarıyla Fazıl Say mutlu yaşamak için her olanağa sahiptir. Dünya çapında sevilen, ünlü bir piyanist, yılda 100 konser verecek kadar yoğun ama işini keyifle yapan, alkışlanan bir sanatçı, birçok ülkede el üstünde tutulan, bugün hadi geliyorum dese birçok ülkenin kapılarını sonuna kadar açacağı bir insan. Peki Fazıl Say’ın aradığı nedir? Durup dururken neden böyle bir açıklama yapma ihtiyacı hissetti. Reklam mı, rahatlık mı, popülarite kazanmak mı amacı?. İsterse bu yazdıklarımın da hepsine sahip olabileceğini düşünüyorum.

Fazıl Say’ın söyledikleri ile ilgili birçok yorum yapılabilir. Haklıdır, haksızdır, yerli, yersiz zamanda verilmiş bir demeçtir, gitsin, gitmesin gibi birçok yorum insanların öznel düşünceleri ışığında söylenebilir. Bence söylediklerinin kritik tek cümlesi rüyalarının öldüğü ve ülkeden ayrılacağı ile ilgili olanında saklı. Konuya bir aydın duyarlılığı ile yaklaşanlar ülkenin içinde bulunduğu her sıkıntılı durumda yurt dışına kaçabilirler mi?. Acıya hedef olmayı, yığınlar adına konuşmak, insanları yeni bir atılıma yüreklendirmek yerine ben gidiyorum diyebilir mi?.

Aydınlar, sanatçılar umutlarını geleceğe bağlamalıdırlar. Onlar için içinde yaşadığımız zamanın değeri olmamalıdır, önemli olan gelecektir. Yarınki kuşakların getireceği aydınlıktır. Umutsuz karamsar olabiliriz, ama bu hiçbir zaman bizim geleceğe bağlı umutlarımızı ortadan kaldırmaz. Nerde okuduğumu hatırlamadığım şu cümleler ne de güzel uyuyor bu konuya. “Umutsuz durumlar yoktur, yalnız bazı durumlarda umutsuzluğa düşen insanlar vardır. En umutsuz durumlarda bile insan kendini sıyırabilir, yeni bir umuda kavuşabilir”

Bir sanatçının rüyaları bitmişse, umutları sönmüşse hayal gücü sınırlanmıştır. Çünkü umut bilinçaltımızı güçlendiren gizil gücümüz, enerji depomuzdur. Sanatçılar güzel yarınların müjdecisidirler. Hep de öyle olacaklardır. Gerçekleri görerek, bilerek, bildirerek. Yapıtları, söylemleri, icraatları ile güç vererek, güven vererek, direnerek, dayanarak, yarınlara bağlanma duygusu uyandırmalıdır.

Denememize Tevfik Fikret ile başladık, onun ile bitirelim. Tevfik Fikret’in oğlu Haluk’a seslendiği bir şiiri bütün sanatçıların, aydınların kulaklarına küpe olmalıdır.

”Evet, sabah olacaktır / Sabah olur geceler /…….”

Hep aydınlık bir geleceğe, bilime, kültüre, sevgi ve saygıya, uygarlığın gerektirdiklerine olan inancımızı kaybetmeyelim. Belki bir gün, belki epey ilerde bir gün düşlerimiz gerçekleşecektir. Evet, belki bir gün!.......


Erol ÇINAR

erol.cinar@doruk.net.tr


1559










   |   Hakkımızda    |    İletişim    |    Yasal Uyarı    |


    © FocaFoca.com tüm hakları saklıdır.   (03/2005)