BAKMA, GÖR BENİ
Burada olmayı hak ettim. Durmayı beceremedim.
Bu nemli duvarların soğuğuyla, bu pis tahta sandalyenin mikroplarıyla değil sadece bir gece, kalan ömrümü geçirmek müstahaktır bana. Nöbetçi memur iyi bile davrandı. Annem gibi yapmalı, cezalandırmalıydı beni, hem de çaldığım şeylerle korkutarak. Ucunu etime batırmalı, sanki sadece bastırıyormuş gibi görünen kuvvetin etkisiyle düz bir kesik oluşturmalıydı tenimde. Bıçağın izlediği yol boyunca ince ve gittikçe artan kırmızılık sıvı halde sızmalıydı, bir yandan da “hangi elinle çaldın?” diye sorarken. Oysa memur, beni diğer tutukluların yanına götürürken, suça ve suçluya olan kanıksamışlığıyla babacan ve deneyimli bir tavırdaydı; rahatsız oldum. Şu karşımdaki kadın ne çaldı acaba? Onun da ilk yakalanışı mı? Ya şu saçı sakalı birbirine girmiş adam? Sıvası dökük duvara sırtını dayamış, nasıl da güzel kestiriyor ıslaklığa ve leş gibi kokuya aldırmadan. ‘Gözaltı’ demek ki böyle bir şey.
Haber anneme gidince şaşırmayacak ama bu defa içeri alınmış olmam tadını iyice kaçıracak; ne güzel. Elâ gözleri kırmızıya dönecek, hiç bakmadığı kadar doğrudan bakacak yüzüme, gözlerime; hep istediğim gibi. Donuk bakmayacak, dönüp gitmeyecek. İlginin kötüsü olmaz; yeter ki adımı çağırsın, yeter ki yüzüme değsin gözleri. Birkaç saat sürecek belki ama olsun, değer. Bir sonraki kızdırmama kadar idare etmem lazım bu kadarıyla. Çocukken bakıcımı da yanımıza alarak gittiğimiz lüks alışverişlerinde de oradan şeker, buradan sakız aşırır, eve gidince fark ettiğinde annemin yüzündeki ifadeyi görmeyi hayal ederdim. Şimdi bile o sakızların nane tadını, mis gibi kokusunu duyabiliyorum. Hele de tarçınlı akide şekerinin geniz yakan aromasını… Bir keresinde de şekeri cebimde, elimin içinde tuta tuta erimişti de, şekeri yiyememekten çok annemin katmerlenen öfkesiyle daha da keyiflenmiştim.
Eskiden kameralar yoktu. İstediğim yerde, istediğim gibi dolanıp, ceplerimi doldururdum. Hâlbuki beni izleyenin sadece annem olmasını istedim hep; bu soğuk aletler değil. Bakılıp ilgilenilmem gereken zamanlarda bakıcılarımın gözleri vardı üzerimde. Gerçi onlar da kendi havalarındaydı. Babamın yurt dışından getirdiği hediyelerden nasiplerini alsınlar diye, benden çok babamla ilgilenirlerdi. Tenimde, ruhumda sıcaklığını hissetmek istediğim tek insan annemdi. Ben zaten hep O’nun için çaldım, o bana yüzünü dönsün diye. Bana kızgınlığının süresini artırdığı için zarar verebilecek nesneler aşırmaya başladığımda nasıl da zafer kazanmış gibi hissetmiştim. Hatta bu süre öylesine arttı ki, beni doktora bile götürmüştü. Fazla konuşmayan ama beni dinlemek için orada olduğunu söyleyen doktorla işim hiç bitmesin diye, faaliyetlerimi de artırmıştım. Gerçi bu durum doktorun bana ancak sekiz seans dayanmasıyla son bulmuş ve çok üzülmüştüm. Ondan sonrası da, işte bugüne kadar devam etti durdu. Geçen sene de okuldaki kimya laboratuarından aldığım deney tüpünü elimde sıkarak kırınca, gözleri yuvalarından çıkar gibi olduğunda, pes etmiş, ertesi gün beni okuldan da almıştı. Ben buna da sevindim, çünkü artık okulda annemden ayrı geçireceğim zamanlar son bulmuştu.
Evdeki hesap çarşıya uymadı ve ben artık bakıcı tutulacak yaşı da geçtiğim için evde yalnız bırakılmaya başlamıştım. Üzerime kilit vurularak kaldığım o saatlerde annemin gittiği yerde konkenin kaçıncı elini oynuyor olabileceğini, bitip de ne zaman bana gelebileceğini hesap etmeye çalışır, satır satır dakikaları yazıp sayardım. Bugün artık bana acıyıp da, beni yanında götürdüğü o lüks oteldeki oyun partisinde, havuzda vakit geçirebilirim diye ümit etmişti.
O, şu an beni havuzda sanıyordur hâlâ. Gözlerini görmek istiyorum.
|