Müge Sandıkçıoğlu
BAKMA, GÖR BENİ
Burada olmayı hak ettim. Durmayı beceremedim.
Bu nemli duvarların soÄŸuÄŸuyla, bu pis tahta sandalyenin mikroplarıyla deÄŸil sadece bir gece, kalan ömrümü geçirmek müstahaktır bana. Nöbetçi memur iyi bile davrandı. Annem gibi yapmalı, cezalandırmalıydı beni, hem de çaldığım ÅŸeylerle korkutarak. Ucunu etime batırmalı, sanki sadece bastırıyormuÅŸ gibi görünen kuvvetin etkisiyle düz bir kesik oluÅŸturmalıydı tenimde. Bıçağın izlediÄŸi yol boyunca ince ve gittikçe artan kırmızılık sıvı halde sızmalıydı, bir yandan da “hangi elinle çaldın?” diye sorarken. Oysa memur, beni diÄŸer tutukluların yanına götürürken, suça ve suçluya olan kanıksamışlığıyla babacan ve deneyimli bir tavırdaydı; rahatsız oldum. Åžu karşımdaki kadın ne çaldı acaba? Onun da ilk yakalanışı mı? Ya ÅŸu saçı sakalı birbirine girmiÅŸ adam? Sıvası dökük duvara sırtını dayamış, nasıl da güzel kestiriyor ıslaklığa ve leÅŸ gibi kokuya aldırmadan. ‘Gözaltı’ demek ki böyle bir ÅŸey.
Haber anneme gidince ÅŸaşırmayacak ama bu defa içeri alınmış olmam tadını iyice kaçıracak; ne güzel. Elâ gözleri kırmızıya dönecek, hiç bakmadığı kadar doÄŸrudan bakacak yüzüme, gözlerime; hep istediÄŸim gibi. Donuk bakmayacak, dönüp gitmeyecek. İlginin kötüsü olmaz; yeter ki adımı çağırsın, yeter ki yüzüme deÄŸsin gözleri. Birkaç saat sürecek belki ama olsun, deÄŸer. Bir sonraki kızdırmama kadar idare etmem lazım bu kadarıyla. Çocukken bakıcımı da yanımıza alarak gittiÄŸimiz lüks alışveriÅŸlerinde de oradan ÅŸeker, buradan sakız aşırır, eve gidince fark ettiÄŸinde annemin yüzündeki ifadeyi görmeyi hayal ederdim. Åžimdi bile o sakızların nane tadını, mis gibi kokusunu duyabiliyorum. Hele de tarçınlı akide ÅŸekerinin geniz yakan aromasını… Bir keresinde de ÅŸekeri cebimde, elimin içinde tuta tuta erimiÅŸti de, ÅŸekeri yiyememekten çok annemin katmerlenen öfkesiyle daha da keyiflenmiÅŸtim.
Eskiden kameralar yoktu. İstediÄŸim yerde, istediÄŸim gibi dolanıp, ceplerimi doldururdum. Hâlbuki beni izleyenin sadece annem olmasını istedim hep; bu soÄŸuk aletler deÄŸil. Bakılıp ilgilenilmem gereken zamanlarda bakıcılarımın gözleri vardı üzerimde. Gerçi onlar da kendi havalarındaydı. Babamın yurt dışından getirdiÄŸi hediyelerden nasiplerini alsınlar diye, benden çok babamla ilgilenirlerdi. Tenimde, ruhumda sıcaklığını hissetmek istediÄŸim tek insan annemdi. Ben zaten hep O’nun için çaldım, o bana yüzünü dönsün diye. Bana kızgınlığının süresini artırdığı için zarar verebilecek nesneler aşırmaya baÅŸladığımda nasıl da zafer kazanmış gibi hissetmiÅŸtim. Hatta bu süre öylesine arttı ki, beni doktora bile götürmüştü. Fazla konuÅŸmayan ama beni dinlemek için orada olduÄŸunu söyleyen doktorla iÅŸim hiç bitmesin diye, faaliyetlerimi de artırmıştım. Gerçi bu durum doktorun bana ancak sekiz seans dayanmasıyla son bulmuÅŸ ve çok üzülmüştüm. Ondan sonrası da, iÅŸte bugüne kadar devam etti durdu. Geçen sene de okuldaki kimya laboratuarından aldığım deney tüpünü elimde sıkarak kırınca, gözleri yuvalarından çıkar gibi olduÄŸunda, pes etmiÅŸ, ertesi gün beni okuldan da almıştı. Ben buna da sevindim, çünkü artık okulda annemden ayrı geçireceÄŸim zamanlar son bulmuÅŸtu.
Evdeki hesap çarşıya uymadı ve ben artık bakıcı tutulacak yaşı da geçtiğim için evde yalnız bırakılmaya başlamıştım. Üzerime kilit vurularak kaldığım o saatlerde annemin gittiği yerde konkenin kaçıncı elini oynuyor olabileceğini, bitip de ne zaman bana gelebileceğini hesap etmeye çalışır, satır satır dakikaları yazıp sayardım. Bugün artık bana acıyıp da, beni yanında götürdüğü o lüks oteldeki oyun partisinde, havuzda vakit geçirebilirim diye ümit etmişti.
O, şu an beni havuzda sanıyordur hâlâ. Gözlerini görmek istiyorum.
Müge Sandıkçıoğlu
"Müge Sandıkçıoğlu" bütün yazıları için tıklayın...
Burada olmayı hak ettim. Durmayı beceremedim.
Bu nemli duvarların soÄŸuÄŸuyla, bu pis tahta sandalyenin mikroplarıyla deÄŸil sadece bir gece, kalan ömrümü geçirmek müstahaktır bana. Nöbetçi memur iyi bile davrandı. Annem gibi yapmalı, cezalandırmalıydı beni, hem de çaldığım ÅŸeylerle korkutarak. Ucunu etime batırmalı, sanki sadece bastırıyormuÅŸ gibi görünen kuvvetin etkisiyle düz bir kesik oluÅŸturmalıydı tenimde. Bıçağın izlediÄŸi yol boyunca ince ve gittikçe artan kırmızılık sıvı halde sızmalıydı, bir yandan da “hangi elinle çaldın?” diye sorarken. Oysa memur, beni diÄŸer tutukluların yanına götürürken, suça ve suçluya olan kanıksamışlığıyla babacan ve deneyimli bir tavırdaydı; rahatsız oldum. Åžu karşımdaki kadın ne çaldı acaba? Onun da ilk yakalanışı mı? Ya ÅŸu saçı sakalı birbirine girmiÅŸ adam? Sıvası dökük duvara sırtını dayamış, nasıl da güzel kestiriyor ıslaklığa ve leÅŸ gibi kokuya aldırmadan. ‘Gözaltı’ demek ki böyle bir ÅŸey.
Haber anneme gidince ÅŸaşırmayacak ama bu defa içeri alınmış olmam tadını iyice kaçıracak; ne güzel. Elâ gözleri kırmızıya dönecek, hiç bakmadığı kadar doÄŸrudan bakacak yüzüme, gözlerime; hep istediÄŸim gibi. Donuk bakmayacak, dönüp gitmeyecek. İlginin kötüsü olmaz; yeter ki adımı çağırsın, yeter ki yüzüme deÄŸsin gözleri. Birkaç saat sürecek belki ama olsun, deÄŸer. Bir sonraki kızdırmama kadar idare etmem lazım bu kadarıyla. Çocukken bakıcımı da yanımıza alarak gittiÄŸimiz lüks alışveriÅŸlerinde de oradan ÅŸeker, buradan sakız aşırır, eve gidince fark ettiÄŸinde annemin yüzündeki ifadeyi görmeyi hayal ederdim. Åžimdi bile o sakızların nane tadını, mis gibi kokusunu duyabiliyorum. Hele de tarçınlı akide ÅŸekerinin geniz yakan aromasını… Bir keresinde de ÅŸekeri cebimde, elimin içinde tuta tuta erimiÅŸti de, ÅŸekeri yiyememekten çok annemin katmerlenen öfkesiyle daha da keyiflenmiÅŸtim.
Eskiden kameralar yoktu. İstediÄŸim yerde, istediÄŸim gibi dolanıp, ceplerimi doldururdum. Hâlbuki beni izleyenin sadece annem olmasını istedim hep; bu soÄŸuk aletler deÄŸil. Bakılıp ilgilenilmem gereken zamanlarda bakıcılarımın gözleri vardı üzerimde. Gerçi onlar da kendi havalarındaydı. Babamın yurt dışından getirdiÄŸi hediyelerden nasiplerini alsınlar diye, benden çok babamla ilgilenirlerdi. Tenimde, ruhumda sıcaklığını hissetmek istediÄŸim tek insan annemdi. Ben zaten hep O’nun için çaldım, o bana yüzünü dönsün diye. Bana kızgınlığının süresini artırdığı için zarar verebilecek nesneler aşırmaya baÅŸladığımda nasıl da zafer kazanmış gibi hissetmiÅŸtim. Hatta bu süre öylesine arttı ki, beni doktora bile götürmüştü. Fazla konuÅŸmayan ama beni dinlemek için orada olduÄŸunu söyleyen doktorla iÅŸim hiç bitmesin diye, faaliyetlerimi de artırmıştım. Gerçi bu durum doktorun bana ancak sekiz seans dayanmasıyla son bulmuÅŸ ve çok üzülmüştüm. Ondan sonrası da, iÅŸte bugüne kadar devam etti durdu. Geçen sene de okuldaki kimya laboratuarından aldığım deney tüpünü elimde sıkarak kırınca, gözleri yuvalarından çıkar gibi olduÄŸunda, pes etmiÅŸ, ertesi gün beni okuldan da almıştı. Ben buna da sevindim, çünkü artık okulda annemden ayrı geçireceÄŸim zamanlar son bulmuÅŸtu.
Evdeki hesap çarşıya uymadı ve ben artık bakıcı tutulacak yaşı da geçtiğim için evde yalnız bırakılmaya başlamıştım. Üzerime kilit vurularak kaldığım o saatlerde annemin gittiği yerde konkenin kaçıncı elini oynuyor olabileceğini, bitip de ne zaman bana gelebileceğini hesap etmeye çalışır, satır satır dakikaları yazıp sayardım. Bugün artık bana acıyıp da, beni yanında götürdüğü o lüks oteldeki oyun partisinde, havuzda vakit geçirebilirim diye ümit etmişti.
O, şu an beni havuzda sanıyordur hâlâ. Gözlerini görmek istiyorum.
Müge Sandıkçıoğlu
"Müge Sandıkçıoğlu" bütün yazıları için tıklayın...
