Yaşam ve uğraşı
Aristo’nun şu deyişi ne kadar yerindedir; ”Yaşam, devinim içinde vardır”. Vücudumuza bakalım; biz farkında olmasak da devamlı bir faaliyet içerisinde. Her bir organımızın hiç durmaksızın çalışması biyolojik ve tıbbı açıdan inkar edilemez. Bu devinim sayesinde yaşam mümkün olabilmekte. Bu dur durak bilmez etkinlik sadece fiziksel yaşamımızla mı sınırlı? Zihinsel yaşamımız da sürekli bir uğraş içerisinde değil mi? Düşünmeden bir an kalabiliyor muyuz? Denemek çok kolay; sadece düşünmemeye çalışın. Adeta olanaksız olduğunu göreceksiniz (Ancak eğer kısa süre için dahi düşünceyi durdurmayı becerebilirseniz ne mutlu size).
Şöyle bir etrafımıza bakalım. Sürekli bu devinimi rahatlıkla gözleyebiliriz. Herhangi bir şeyle uğraşmayan bir kimsenin otururken ellerine bakın. Ellerinin muhakkak bir şeyle meşgul olduğunu göreceksiniz. Ya kalemle oynar, ya tespih ile, sigara içiyorsa çakmak veya sigarası ile, hiçbir şey bulamazsa parmakları ile trampet çalar. Bu küçük örnekler bile yaşamın temelinin sürekli bir devinim olduğunun kanıtıdır.
Tüm evren devinim üzerine kurulmuştur. Sabit hiçbir şey yoktur. Devinim gelişmenin şartıdır. Gelişme ve devinim sınırsızdır. Bunun sonucunda da hiçbir zaman mükemmelliğe ulaşılamaz. Sınır olması olanaksızdır. Eğer bir son olsaydı, devinimin de sona erdiği bir nokta olması gerekecekti ki bu da yaşamın sonu demekti. Yaşam sonsuzdur. Sonsuz olan bir evrenin bir parçası olan insanoğlunda da boşluk diye bir olgu yoktur. ”Tüm alem her an bir oluş üzerinedir” (Kuranı Kerim’de geçen bir ayete göre). Dini açıdan bakınca da aynı sonuca varılması ilginçtir.
Uğraşmak, bu uğraşı sırasında zorluklara mücadele etmek önemli bir gereksinimdir. Engelleri aşmak insanoğluna büyük bir haz verir. Eğer insan kendine uygun nezih bir uğraşı bulamazsa zihnin bu ihtiyacı olumsuz davranışlarla doldurulur. İlişkilerde hep mücadeleyi seçer, hatta kavga dahi çıkarmaktan çekinmez. Entrikalar çevirmek, dolandırıcılık... vs dahil birçok kötülüklere imzasını rahatlıkla atabilir.
Bu nedenle tamamen uğraşısız kalmak bizde can sıkıntısına yol açar. Devamı halinde katlanılamaz bir hale gelir. Bu yüzden meşgul olmak dürtümüzün muhakkak doyurulması gerekir. Etkinlik fiziksel olduğu gibi düşünsel de olabilir. Amaç bir şeyle meşgul olmaktır; ister resim yapın, ister örgü örün, ister çiçek yetiştirin, ister bir yazı yazın, ister bir dil öğrenin veya herhangi başka bir şey öğrenin. Uğraş insanın mutluluğu için adeta olmazsa olmazıdır. Yabancıların deyimiyle “Hobby”, güzel Türkçe’mizdeki karşılığı olarak yapmaktan zevk duyduğunuz bir şeyle uğraşın.
İnsanoğlunun mutlu olmasını engelliyen başlıca iki düşmanı vardır; açlık, acı, ıstırap, yoksunluk ve can sıkıntısı. Hayat bu iki uç arasında gider gelir. Bunlardan birincisi olan açlık, ıstırap, acı, yoksunluk dışsal; can sıkıntısı ise içseldir. İnsan temel ihtiyaçlarını karşılayamadığı sürece acı, ıstırap içerisinde bocalayacaktır. Her türlü yoksunluk ona acı getirecektir. Bu gereksinimlerini karşılamak için devamlı bir savaş halindedir. Ancak insanoğlu ihtiyaçlarından fazlasına sahip olmaya başladığı andan itibaren ikinci faktör devreye girer; can sıkıntısı. Can sıkıntısı varlıklı kimselerin can düşmanıdır diyebiliriz. Can sıkıntısı içsel bir dürtüdür. Kurtuluşu da içsel olmak zorundadır. Can sıkıntısından kurtulmak için insanın hemen ilk yaptığı şey kalabalığa karışmaktır. Kalabalık ile kastettiğim her türlü toplantılara katılmak, seyahatlere çıkmak... vs. Can sıkıntısı içsel olduğundan bu dışsal etkenler çare olamayacaktır. Diğer bir deyişle ruhsal boşluk can sıkıntısının ana nedenidir. Yukarıdaki paragraflarda bir şeyle meşgul olunması gerektiğini söylemiştik. Bu tür meşguliyetlerde bir yere kadar insanı mutlu edecektir. Bunlar kısa süreli, yüzeysel hazlardan ibaret olup içsel boşluğumuzu tam anlamıyla dolduramayacaktır.
O halde tam anlamıyla mutlu olabilmemiz içsel zenginliğimiz ile mümkündür. Diğer bir ifadeyle mutlu insan içsel zenginliği kendine yeterli olan, dışarıya fazlaca bağımlı olmayan insandır. Çünkü ithal ürünler pahalıdır ve bağımlılık yaparlar, sonuçta tehlikelidirler ve sıkıntı yaratırlar. İçsel zenginliğimiz ne kadar zenginse yalnız kalmaktan o denli korkmayız. Yani dışa olan bağımlılığımız en alt düzeydedir. Yalnız kalmaktan korkmayalım. Onunla yüzleşelim. Herkesin kendi kendine yeterliliğinin ortaya çıktığı yalnızlıkta, kendinde sahip olduğu şey gün ışığına çıkar. İçsel zenginlikten yoksun biri ne kadar debdebe içerisinde olursa olsun yoksun kişiliğinin yükü altında inim inim inler. Bu yükü üzerinden atamaz. Belki maskelerle etraftan saklar ama kendinden asla kaçamaz. Hep bir boşluk içerisindedir. İçsel zenginlik özneldir .Nesnelere gereksinim duymaz. İçsel zenginliğimizi geliştirmek de düşünsel gücümüzü kullanmakla çoğalır. Çünkü düşünce dünyası, sınırsızdır.
Sonuç olarak can sıkıntısını gidermek için iki yoldan birini seçeceğiz. Ya dışsal bir uğraş ile uğraşacağız ki tam olarak mutlu etmese de bizi bir süre idare edebilir. Ne kadar nesneler bizi oyalasa da -kendi kendimize itiraf etmekten bile kaçındığımız- hep bir eksiklik duygusu ile yaşayacağız. Ancak iyice yaşlandığımız zaman bu dışsal etkinliklerle oyalanmak için yeterli bedensel güce sahip olamayacağımız da bir gerçektir. Yaşlılıkta mutluluk verdiğini sandığımız dışsal etkiler artık kolaylıkla erişim alanı içerisinde değillerdir (Sahip olduğumuz dostlarımızı ölüm elimizden almıştır, çoğu zaman aşk sona ermiştir, seyahat arzusu ve toplantılar artık ilgimizi çekmez olmuştur). Kısacası bizi terketmeyen tek şey sadece kendimizde olan içimizdeki güçtür. Ya da içsel zenginliğimize başvuracağız. Tamamen özümüzden gelen öznel, zihinsel, içsel gücümüzü kullanmalıyız. En ideali belki de hem dışsal hem de içsel meşguliyet içerisinde bulunabilmektir.
Ne mutlu hayatı içsel ve dışsal dolu dolu yaşayabilenlere.
syalcin50@yahoo.com
|