ÇAYDAKİ DEM, SEVGİDE SICAKLIK
Sabahın ilk saatleriyle birlikte balkonda oturup çayımı yudumlarken, insanlar dikkatimi çekti.
Bir koşuşturmaca, bir telaşla herkes bir yerlere gidiyordu. Kimi işine, kimi ofisine, kimi yaya, kimi araçlarıyla... Ama, fark şu ki; kimi gönüllü, kimi gönülsüz, kimi bıkkın, kimi pişman, kimi hızlı, kimi yavaş. Ama gidiyorlar işte bir alışılagelmişlikle.
Aklıma Rasim Güler’in ''Gidiyorum'' adlı şiirinin sözleri geldi.
Gidiyorum yanaklarımdan süzülen yaşlarla, yorgun
Gidiyorum zifiri karanlığın içersine bir sürgün gibi.
Sakla sevdamı kanayan yüreğinde
Gidiyorum canımın içi, gidiyorum kara sevdam.
Dalgalı denizler gibi çılgın sevdamı sana bırakarak...
Sevgisini bırakmış bir yerlerde şair de gidiyordu. Demek ki gelişlerin sonunda gidişler olmalıydı. İşe gidenler kazanmak için, sevgiye gidenler yaşamak için gidiyorlardı. Şartsız sevgiyi yakalamanın yolu, eleştirmen yanımızı yok etmekten mi geçer acaba? Düşündüğümüz, söylediğimiz yada yaptığımız her şey bir bumerang gibi bize dönmüyor mu? Öfkeliysek, eleştiriyorsak, saldırıyorsak, kıskanıyorsak, karşıdan bize dönecek şey de aynı duygular olmayacak mı? Oysa insanları yargılamadan kaçınırsak ve onlara sevgi ile yaklaşırsak, bize geri gelen de sevgi olacaktır hiç kuşkusuz. Sevgi beraberinde bağışlayıcılığı da getirir. Bağışlayıcılık ise başkalarında ve kendimizde sadece sevgiyi görmemizi sağlar. Bağışlamayan zihin, geçmiş ve geleceği aynı görür, değişime karşı direnir. Geleceğin geçmişten farklı olmasını istemez. Bağışlamayan zihin, her zaman kendisini suçsuz, başkalarını suçlu bulur. Bu durumda mutlu olmak mümkün mü? Oysa mutluluğun anahtarı bağışlayıcılıkta değil midir? Özgür olmak aynı zamanda fiziksel duyularımızın sınırlarına boyun eğmemektir. Özgürlük, sevgiyi herkesle paylaşmakta özgür olmak demektir. Bunun için aklımızı yeniden eğitip, sevgiye bağlantılı olarak disipline etmek zorunda değil miyiz? Ancak o zaman özgür olabiliriz. Yalnızca sevgiyi zihnimizin yönetmeni seçtiğimizde, sevginin gücünü ve mucizelerini tadabiliriz.
Birey olarak, ilişkilerimizi başarısızlığa iten şey içimizdeki sevgi yokluğu değil mi? Çünkü, biz aslında kendimizi sevmiyoruz. Doğal olarak başkalarına da sevgi veremiyoruz. Ancak sevmeyi öğrenerek ilişkide huzur bulabiliriz. Sevginin gözü karadır, sevgi yücedir, sevgi korku tanımaz. Ama kalıplara da sığmaz. Sevginin nitelikleri de vardır elbette, tür tür, boyut boyut. Sevgiye sahiplenerek, ilişkilerimizin yapısını ve niteliğini de değiştirebiliriz. Böylece daha sağlıklı, daha uzun, daha nitelikli ilişkilere sahip olmaz mıyız?
Ben bunları düşünürken çayım da soğumuş. Oysa bazı tatlar vardır ki lezzetini tadından, ısısından, kıvamından alır. Ama sevgi de, dostluk da tıpkı bardağımdaki çay gibi olmalı.
Hem demli, hem sıcak...
|