Itırların Altında
Fareli Köylere
Cumba dedesi ile ve hatıralarıyla geçen 6 – 7 yılın sonunda, tam on beş kadar kedi oldu sokağımızda. Hepsi de Suzi’nin sülalesi! Daha iki tanesi de doğuramadı zannedersem. 20 falan olacaklar…
Geçen sene bu zamanlarda o kadardılar. O kadardılar da Kürdan (Kürdiş) Maho I’i köpek kaptı, Bronkit bronşitten mevta oldu, Maho II’yi Manisalılar sitesine verdim, ikisi ishalden gitti, derken kalanlar durmadan ürüyorlar, kedi nüfus planlamasına (!) maddi gücüm yok, sokağı, bahçeyi ve beni istila ettiler!
Cumba dedesi asil, bir o kadar gidik, pasaklı bir kemik torbası idi; gölgelerde yatar, torununu koruyaraktan geçinip giderdi. Beslenme sonucu semirip, elini, ayağını, üstünü, başını temizleyerekten tekrar kedi kılığına girdiydi. Ev Pansiyonu’mu açtığım yıllardı, hemen hemen balkonda yatıyordum gelen gideni kaçırmıyor, kedilerle izliyordum.
Çok eğlenceli oluyor. Bir gün Suzi’ye oynaması için top verdim, eski bir tenis topu. Haydaaa Dedişko da topun peşinde, bir koşturuş, e vallahi sonra da bir mahcubiyet, bir utanma, duvara yüzünü dönüp pozlar falan. Kedi duvara dönük öyle kalakaldı. Breh ne utanış, evrimleşmişler bunlar zaten, gerçekten.
Sonra bir gün, evin lodos kapısında bir de köpek eniği belirmez mi!! Hazır ol vaziyetinde bizi koruyormuş; kev kev.. Gerçekten hep ayakta atak vaziyette, kapının önünde. Öf, haydaaa kedilere zor bakıyorum diyerekten adını Rititi (Rintintin) koyduğumuz fedaimiz de sokağımızın ve bahçemizin müdavimi oluverdi! Tarhana çorbası, balık, yemek artıkları ve çöpten de beslenerekten geçinip gitmeye başladık, bir mutlu, bir mutluyduk. Dedişko Rititi’yi asla kabul etmedi. Bir gün Rititi’yi döverken tarhana kabının havada 360 derece vals yaptığına bile şahit oldum, sonra da zaten Dedişko zaten yaş haddinden de, -asla inanmıyorum- iflah etmedi yok oldu, ne canlısını ne ölüsünü bulabildim. İyi kedilerin ölüsü bulunamazmış diyorlar….
Çok garipsediğim ve hala çözemediğim bir şey hep aklımda; Dedişko, bahçe eşiğinde durursa Pansiyon’a İzmir plaka, bahçe dışında durursa başka plaka misafirlerimizin gelişi. Yani bugün gibi aklımda hep herkese anlatır dururum…
Dedişko’cuğumuz bir kulağı düşük, öbür kulağı da yırtıktı, beslendikten sonra patileri de tombul tombul olduydu. Tekirdi, engelli, bıçkın bir yürüyüşü vardı. Ceket omuzda. Sanki topuklu, arkaları basık ayakkabılarla mahcup ve bilge bakışlarıyla kendine hayran etmişti. Suzi’ciğim, üç renkli prematüre bir yavruydu. Annesi kışa doğru tekrar doğurunca; kış da soğukla birden basınca, ikinci batın yavrular ve anne de ölünce, yok olunca; annenin adı Curtis, kör kızdı; zannedersem komşunun civcivlerini araklarken tavuklar tarafından benzetilmiş; iki erkek kardeşinden biri martta boğulunca ve diğeri de ellere karışınca Suzi’ciğim bana sığınmıştı.
Rititi ile Suzi bahçede bebişliklerinin tadını çıkarttılar, güneşe tuttuğumda karşı tarafı gördüğümüz kedi oldu mu prenses, iki yaşında ve mart geldi….
…
Nisan geldi
….
….
Mayısta ıtırlar pıtır pıtır açtılar, güllerin endamından yanına varılmıyor, hanımelleri bütün Foça’da kokuyorlar baygın baygın, iğde çiçekte, menekşeler utangaç utangaç sırıtıyorlar, deniz süt liman, tekneler heybetli, şirin, nazik, herkes mutlu, sağlıklı…
Suzi, Tabii Kurtuluş Savaşı ve 3. Sivil Dünya Savaşı’nda galip, ay doğdu sonra da güneş!
Bebek bekliyor; Alo burası Foça!...... Foça
19.05.07
|