ZAMAN
Üyesi olduğum bir dergi, geçtiğimiz aylarda bir ek verdi; ''KAİNAT'' eki. Dört dergi sayfası büyüklüğünde. Siyah zemin üzerinde, binlerce irili ufaklı yıldızlar, yıldız kümeleri, parlak topluluklar.
Kainat içinde toplu iğne başı gibi görünen bir galaksinin büyütülmüş hali. Parlak bir merkezin etrafına serpiştirilmiş, binlerce belki de milyonlarca parlak noktalar. ''İşte'' diyordu bilim adamları, ''o noktalardan biri bizim güneş sistemimiz. Yani, güneş ve etrafında dönen dokuz gezegen ki, bunu bile tam çözebilmiş değiliz.''
Bilim adamları yeni bir gezegenin varlığından söz ediyorlar bugünlerde. Milyonlarca senedir dünyamız güneşin etrafında dönüp duruyor. Yaşlı dünyamız diyoruz ya siz ona bakmayın, o kadar da yaşlı değil. Biliyor musunuz? Güneş sistemimizde galaksi etrafında dönüyormuş ve bir turu iki milyon senede tamamlıyormuş. Bugüne kadar daha beş tur atmışız. Yani panik yapacak bir şey yok ortada.
Yine bilim adamlarının söylediğine göre, yetmiş bin galaksinin varlığı söz konusu. Yani bir o kadar güneş, bir o kadar dünya var demek. Galiba oralarda bir yerlerde yaşayanlar da var.
Hadi gelin dünyamıza dönelim şimdi. Son arkeolojik çalışmalar sonunda, İzmir tarihinin 7500 yıl öncesine kadar dayandığını görüyoruz. Yani tahminen, İzmir ve civarından yüz nesil geçmiş günümüze kadar. Son üç yada dört nesil öncesini zor biliriz. Kimler gelmiş geçmiş bu dünyadan. Hala nasıl yapıldığı çözülememiş piramitleriyle Ramses ve Firavunlar geçmiş. Amazonlar kah Karadeniz'de, kah Ege'de at koşturmuşlar. Güzel Helen uğruna Ege'mizde Hektor/Odissea birbirlerini yemişler.
Foça'mıza bakıyoruz, yedi medeniyet kalıntılarına bugün bile rastlıyoruz. Foçalı atalarımızın yelkenleriyle Akdeniz'i geçip Marsilya'yı kurduğunu övünerek anımsıyoruz. Daha yakın tarihe baktığımızda Kanuni Sultan Süleyman'ı, bir çağ kapayıp yeni bir çağ açmış Fatih Sultan Mehmet'i, Barbaros Hayrettin Paşa ve Piri Reis'i, her yerde eserlerine hayranlıkla baktığımız Mimar Sinan'ı görüyoruz. Bir de ATATÜRK'ümüz geçti bu dünyadan. ''Ne olurdu biraz daha yaşasaydı'' diye düşünmeden edemiyorum.
Biraz daha günümüze yaklaşırsak, Eski Foça ve Yeni Foça'nın daha yüz yıl öncesinde bugünden daha kalabalık, daha canlı olduğunu hayretle görüyoruz. Örneğin Sayın Kemal Anadol'un Büyük Ayrılık adlı kitabında belirttiği gibi:
''Foça'da o yıllarda 16 şarap ve rakı imalathanesi, 46 adet meyhane varmış. Ve yine o yıllarda iki Osmanlı mektebi, 2 muallim 93 talebe, buna karşın 3 Rum mektebi, 8 muallim 895 talebe.''
Zaman nasıl geçmiş değil mi? Ortalama yetmiş seksen yıl olan insan hayatı ne kadar kısa. Kainata baktığımızda, galaksi'ye baktığımızda bu kadar kısa bir zaman dilimi için, koskoca bir ömür diyebiliyoruz.
Şimdi de koskoca ömür dediğimiz zamana bakalım mı? İnsanoğlu zamanı nasıl harcıyor. İlk beş on seneyi saymayalım, kendi irademiz dışında geçiyor o seneler. Aşkı, sevdayı, tutkuyu ve arzuyu o senelerden sonra tanıyoruz. Tanıyoruz da, öğrenmemiz çok uzun sürüyor. İyi hoş da tam öğrenen de yok gibi sanki. Hangimiz Mevlana gibi sevebiliriz, sevgimizi Yunus gibi dile getirebiliriz? Zamanı ne kadar hoyratça harcıyoruz. Hırs denen illete bulaşmayanımız var mı? Hırsımızın kurbanı oluyor, ömrümüzün güzelim yılları.
Günümüzde her şey zehirliyor bizi dostlar, her şey zehir zemberek. Besinlerimiz hormonlu; etimiz, sütümüz,
suyumuz, yumurtamız... Hangi birini sayalım? Televizyon zehir saçıyor. (Biri bizi gözetliyorlar, dans yarışmaları, ses yarışmaları, alaturkalar, pop starlar)
Neyse, konuyu dağıtmayalım. Zaman acımasızca geçiyor. Eğer geriye dönüp baktığımızda içimizi aydınlatacak, yüreğimizi biraz daha hızlı attıracak anılarımız eserlerimiz varsa; ne mutlu bize.
Bakın sevgili NAZIM nasıl özümsemiş zamanı. Çok şey anlatan bu dizelerle de noktalayalım yazımızı.
İçeri düştüğümden bu yana
On kez dolaştı dünya
Güneşin etrafında.
Bana sorarsan bir ömür,
Güneşe sorarsan, adam sendee.
İçeri düştüğümde
Bir kurşun kalemim vardı,
On günde tükeniverdi.
Kaleme sorarsan bir ömür
Bana sorarsan Laf'ı güzaf...
|