
Sedat YALÇIN
Sorgulama/mak
Mevlana’nın deyiÅŸi ile suyun rengini görebilmek ancak sudan başımızı çıkarmak ile mümkündür. Bunu da ancak sorgulama ile gerçekleÅŸtirebiliriz sanırım.
Sorgulama TDK sözlüğüne göre; Bir konuyu sorular sorup yanıtlar vererek araştırma, anlamına gelmektedir. Sorgulama işlevini de ancak düşünme yolu ile gerçekleştirebiliriz. Kutsal kitabımız da bu konuyu defalarca dile getirip, sorgulamanın önemine dikkati çekmiyor mu?
Evet, her şeyi sorgulayabilmeliyiz. Ancak zihnimiz sorgulamaktan pek hoşlanmaz. Çünkü tembeldir zihnimiz. Çocukluğumuzdan beri zihnimize kaydedilen her bilgi bizim için doğru kabul edilir. Tüm düşünce şeklimiz ve buna bağlı olarak davranışlarımız, zihnimizdeki bu bilgilere dayanarak varolabilmektedir. Eğer sorgulamaya başlarsak zihnimize kaydedilen bu bilgilerin yanlış çıkma olasılığı her zaman vardır. Eğer yanlış çıkarsa yıkılırız. Çünkü temel dayanağımız olan bilgilerden artık kuşku duymaya başlarız. Bu da zihnimizi rahatsız eder. O nedenle hemen hemen hiçbir bilgiyi, inanışımızı, örf, adet, gelenek ve göreneklerimizi sorgulamak istemeyiz. Bu bilgiler bize anne, babamızdan, atalarımızdan geldi; yanlış olması mümkün değil ana fikrinin arkasına saklanırız. Ve de bu saplantımızı sonuna kadar savunmaya çalışırız, ne bahasına olursa olsun. Zihin eski alışmış olduğu düşünce şeklini tekrar ve tekrar kullanmaya bayılır. Çünkü kolaydır. Yeni bir fikri, inanışı, bilgiyi kabul etmekte zorlanır. Her yeni şeyi kabul etmesi için eskiyi silmesi gerekecektir ki bu da zihnimizi korkutur.
Bir de toplumumuzda fazla soru sormak pek hoÅŸ karşılanmaz nedense. EÄŸer sorgulamaya kalkarsanız “sorgu hakimi misin birader“ diye azarlanırsınız adeta. Åžimdi size küçük bir hikaye anlatmak istiyorum (Hikaye "Roca Yoga meditasyon yapalım" seminerinden alınmıştır).
Sıcak bir yaz gecesi, bir kiÅŸi – ismi mesela Ahmet olsun- odasında yatıyor. Ev bahçe katında. Hava sıcak olduÄŸundan pencere açık, serin bir gece meltemi odayı dolduruyor. Geç vakit bir karaltı camdan içeri süzülüyor. Bir hırsız içeri girip odadaki deÄŸerli ÅŸeyleri torbasına doldurmaya baÅŸlıyor. Ahmet uyanıyor, hırsızı görüyor, ama hiç ses çıkarmadan onu izliyor. Hırsız iÅŸini bitiriyor ve geldiÄŸi gibi sessizce pencereden çıkıp gidiyor. Ahmet neden ses çıkarmadı? Åžimdi okumaya ara verip cevap vermeye çalışın.
İnanıyorum ki büyük bir çoÄŸunluk şöyle cevaplar verecektir. Ahmet hırsızdan korktu; Ahmet hırsıza acıdı; Ahmet hırsızı tanıyordu... vs. Hiçbirimiz Ahmet ile ilgili bana sorular sormayı düşünmedi. Ahmet kimdir? Ne iÅŸ yapar? Kaç yaşındadır? ... gibi. EÄŸer sorgulasaydı, Ahmet’in küçük bir bebek olduÄŸunu öğrenecekti. İşte bakın, her olayda, sorgulamadan hemen varsayımlarda bulunmaya baÅŸlıyoruz. Varsayımda bulunmaya bayılırız nedense. Bilgilerimiz çok eksik olduÄŸundan varsayımlarımızdan da yanlış çıkarımlara varacağımız tabiidir. Bakın sorgulama alışkanlığımızın olmamasının tipik bir örneÄŸi
Çok daha çarpıcı bir örnek vermek istiyorum. İster çocuÄŸunuza, torununuza, ister yoldan geçen herhangi bir çocuÄŸa, gence sorun bakalım “Bizim sabah kahvaltısındaki geleneksel, milli içeceÄŸimiz nedir?”. Aldığınız cevabın çay olduÄŸundan yüzde yüz eminim. Siz eÄŸer hayır aslında geleneksel kahvaltımızda “çorba” içilir derseniz, size kimse inanmaz. Çayın kahvaltıda içecek olarak evimize girmesi en fazla 50 sene önceye dayanır. EÄŸer bir 100 sene daha geçse, yani çocuklarınızın çocuklarına bu sorunun sorulduÄŸunu düşünün. Veya asırlar sonra bu konuyu araÅŸtıran birisi, eÄŸer çorbada ısrar ederse ona iyi gözle bakılmadığından emin olabilirsiniz. Cevap hep aynıdır. ”Biz asırlardır atalarımızdan dedelerimizden böyle gördük, çay bizim geleneksel içeceÄŸimizdir.” İşte bakın bu örnek bile her türlü sosyal, siyasi, dini inanışlarımızın sorgulanmaması halinde ne kadar doÄŸma sonuçları kabul etmek zorunda kalacağımızın bir göstergesidir sanırım. Hele asırlar geçmiÅŸ ise varın düşünün sonucunu.
Önümüzde iki yol var. Ya, bize çocukluğumuzdan beri öğretilen her şeyi olduğu gibi kabul edeceğiz. Ya da sorgulayacağız. Birinci yolu seçersek rahat ederiz. Alışılmışı tekrarlamak bizi huzurlu kılar. Çünkü zihnimize kopyalanan kural ile davranışımız arasında bir uyum vardır. Çevremizdeki insanlar da aynı şekilde düşündüğünden bir sorun yokmuş gibi algılar zihnimiz ve de rahattır. Teslim olan bir zihin huzurludur. Zihin topluma teslim olmuştur. Çünkü sorumluluk bizim değil, bize öğretilen toplum kuralları/bilgilerinindir. İçimiz rahattır. Yukarıdaki çok basit çay olayındaki gibi.
Yok eğer ikinci yolu seçerseniz yandınız demektir. Sorgulama yapma erdemine eriştiyseniz rahatsızlıklarla karşılaşmamanız mümkün değildir. Özellikle zihnimiz isyan etmek ister. Çünkü zihne kopyalanan yılların birikimi bilgilerden kuşku duyulmaya başlanmıştır. Daha da önemlisi çevre hoş karşılamaz sizi. Çünkü alışılmış değerlerin değişmesi gündeme gelmeye başlar. Sorgulama sonucu belki yeni bir fikre, olguya ulaşmazsınız. Ama doğru veya yanlış bu artık size aittir, sizin bir parçanızdır. Şimdi diyeceksiniz ki biz her konuyu nasıl araştıralım. Ortak kabulleri nasıl yok sayabiliriz. Gayet tabii haklısınız. Demek istediğim aklımızı kurcalayan, bizde acabalar uyandıran en ufak bir şüphede sorgulama devreye girmelidir. Bilimde dahi mutlak doğru yoktur. Deneyler yapılırken gözlemleyenin etkisi ile deney sonuçlarının değişkenlik gösterdiğini artık biliyoruz (Heisenberg belirsizlik ilkesi). Fen bilimlerinde böyle ise diğer bilgilerdeki doğruların ne kadar doğru olduğunu tartışmak bile gereksizdir.
PapaÄŸan gibi aynı ÅŸeyleri tekrarlamak insanlara ve zihne kolay gelir. Sorgulama ise ayrı bir güç ve cesaret gerektirir. İnsanları diÄŸer canlılardan ayıran en önemli özelliÄŸi AKLA sahip olması deÄŸil midir. Aklımızı sorgulamada kullanmayacaksak, kaset gibi aynı ÅŸeyleri tekrar etmek aklı kullanmaktan ziyade aklı uyuÅŸturmaz mı? UyuÅŸma da bir nevi alışkanlık deÄŸil midir? Bir düşünürün dediÄŸi gibi “ Önce biz alışkanlıklarımızı oluÅŸtururuz, sonra alışkanlıklarımız bizi oluÅŸturur“. Sorgulama sonucu eriÅŸtiÄŸimiz bilgi daha doyurucu deÄŸil midir ?
Haydi Mevlana’nın önerisini gerçekleÅŸtirelim; başımızı sudan çıkaralım. Alışkanlıklarımızı bir kenara atalım. Hiçbir ÅŸeyi dogma olarak kabul etmeyelim. Bir Çin atasözü ile yazımızı noktalayalım. Soru soran beÅŸ dakika aptal pozisyonuna düşer, sormayansa ömür boyu aptaldır
Sedat YALÇIN
syalcin50@yahoo.com
Başın ırmağın suyuna daldı mı,
suyun rengini nasıl görebilirsin.
Mevlana
suyun rengini nasıl görebilirsin.
Mevlana
Mevlana’nın deyiÅŸi ile suyun rengini görebilmek ancak sudan başımızı çıkarmak ile mümkündür. Bunu da ancak sorgulama ile gerçekleÅŸtirebiliriz sanırım.
Sorgulama TDK sözlüğüne göre; Bir konuyu sorular sorup yanıtlar vererek araştırma, anlamına gelmektedir. Sorgulama işlevini de ancak düşünme yolu ile gerçekleştirebiliriz. Kutsal kitabımız da bu konuyu defalarca dile getirip, sorgulamanın önemine dikkati çekmiyor mu?
Evet, her şeyi sorgulayabilmeliyiz. Ancak zihnimiz sorgulamaktan pek hoşlanmaz. Çünkü tembeldir zihnimiz. Çocukluğumuzdan beri zihnimize kaydedilen her bilgi bizim için doğru kabul edilir. Tüm düşünce şeklimiz ve buna bağlı olarak davranışlarımız, zihnimizdeki bu bilgilere dayanarak varolabilmektedir. Eğer sorgulamaya başlarsak zihnimize kaydedilen bu bilgilerin yanlış çıkma olasılığı her zaman vardır. Eğer yanlış çıkarsa yıkılırız. Çünkü temel dayanağımız olan bilgilerden artık kuşku duymaya başlarız. Bu da zihnimizi rahatsız eder. O nedenle hemen hemen hiçbir bilgiyi, inanışımızı, örf, adet, gelenek ve göreneklerimizi sorgulamak istemeyiz. Bu bilgiler bize anne, babamızdan, atalarımızdan geldi; yanlış olması mümkün değil ana fikrinin arkasına saklanırız. Ve de bu saplantımızı sonuna kadar savunmaya çalışırız, ne bahasına olursa olsun. Zihin eski alışmış olduğu düşünce şeklini tekrar ve tekrar kullanmaya bayılır. Çünkü kolaydır. Yeni bir fikri, inanışı, bilgiyi kabul etmekte zorlanır. Her yeni şeyi kabul etmesi için eskiyi silmesi gerekecektir ki bu da zihnimizi korkutur.
Bir de toplumumuzda fazla soru sormak pek hoÅŸ karşılanmaz nedense. EÄŸer sorgulamaya kalkarsanız “sorgu hakimi misin birader“ diye azarlanırsınız adeta. Åžimdi size küçük bir hikaye anlatmak istiyorum (Hikaye "Roca Yoga meditasyon yapalım" seminerinden alınmıştır).
Sıcak bir yaz gecesi, bir kiÅŸi – ismi mesela Ahmet olsun- odasında yatıyor. Ev bahçe katında. Hava sıcak olduÄŸundan pencere açık, serin bir gece meltemi odayı dolduruyor. Geç vakit bir karaltı camdan içeri süzülüyor. Bir hırsız içeri girip odadaki deÄŸerli ÅŸeyleri torbasına doldurmaya baÅŸlıyor. Ahmet uyanıyor, hırsızı görüyor, ama hiç ses çıkarmadan onu izliyor. Hırsız iÅŸini bitiriyor ve geldiÄŸi gibi sessizce pencereden çıkıp gidiyor. Ahmet neden ses çıkarmadı? Åžimdi okumaya ara verip cevap vermeye çalışın.
İnanıyorum ki büyük bir çoÄŸunluk şöyle cevaplar verecektir. Ahmet hırsızdan korktu; Ahmet hırsıza acıdı; Ahmet hırsızı tanıyordu... vs. Hiçbirimiz Ahmet ile ilgili bana sorular sormayı düşünmedi. Ahmet kimdir? Ne iÅŸ yapar? Kaç yaşındadır? ... gibi. EÄŸer sorgulasaydı, Ahmet’in küçük bir bebek olduÄŸunu öğrenecekti. İşte bakın, her olayda, sorgulamadan hemen varsayımlarda bulunmaya baÅŸlıyoruz. Varsayımda bulunmaya bayılırız nedense. Bilgilerimiz çok eksik olduÄŸundan varsayımlarımızdan da yanlış çıkarımlara varacağımız tabiidir. Bakın sorgulama alışkanlığımızın olmamasının tipik bir örneÄŸi
Çok daha çarpıcı bir örnek vermek istiyorum. İster çocuÄŸunuza, torununuza, ister yoldan geçen herhangi bir çocuÄŸa, gence sorun bakalım “Bizim sabah kahvaltısındaki geleneksel, milli içeceÄŸimiz nedir?”. Aldığınız cevabın çay olduÄŸundan yüzde yüz eminim. Siz eÄŸer hayır aslında geleneksel kahvaltımızda “çorba” içilir derseniz, size kimse inanmaz. Çayın kahvaltıda içecek olarak evimize girmesi en fazla 50 sene önceye dayanır. EÄŸer bir 100 sene daha geçse, yani çocuklarınızın çocuklarına bu sorunun sorulduÄŸunu düşünün. Veya asırlar sonra bu konuyu araÅŸtıran birisi, eÄŸer çorbada ısrar ederse ona iyi gözle bakılmadığından emin olabilirsiniz. Cevap hep aynıdır. ”Biz asırlardır atalarımızdan dedelerimizden böyle gördük, çay bizim geleneksel içeceÄŸimizdir.” İşte bakın bu örnek bile her türlü sosyal, siyasi, dini inanışlarımızın sorgulanmaması halinde ne kadar doÄŸma sonuçları kabul etmek zorunda kalacağımızın bir göstergesidir sanırım. Hele asırlar geçmiÅŸ ise varın düşünün sonucunu.
Önümüzde iki yol var. Ya, bize çocukluğumuzdan beri öğretilen her şeyi olduğu gibi kabul edeceğiz. Ya da sorgulayacağız. Birinci yolu seçersek rahat ederiz. Alışılmışı tekrarlamak bizi huzurlu kılar. Çünkü zihnimize kopyalanan kural ile davranışımız arasında bir uyum vardır. Çevremizdeki insanlar da aynı şekilde düşündüğünden bir sorun yokmuş gibi algılar zihnimiz ve de rahattır. Teslim olan bir zihin huzurludur. Zihin topluma teslim olmuştur. Çünkü sorumluluk bizim değil, bize öğretilen toplum kuralları/bilgilerinindir. İçimiz rahattır. Yukarıdaki çok basit çay olayındaki gibi.
Yok eğer ikinci yolu seçerseniz yandınız demektir. Sorgulama yapma erdemine eriştiyseniz rahatsızlıklarla karşılaşmamanız mümkün değildir. Özellikle zihnimiz isyan etmek ister. Çünkü zihne kopyalanan yılların birikimi bilgilerden kuşku duyulmaya başlanmıştır. Daha da önemlisi çevre hoş karşılamaz sizi. Çünkü alışılmış değerlerin değişmesi gündeme gelmeye başlar. Sorgulama sonucu belki yeni bir fikre, olguya ulaşmazsınız. Ama doğru veya yanlış bu artık size aittir, sizin bir parçanızdır. Şimdi diyeceksiniz ki biz her konuyu nasıl araştıralım. Ortak kabulleri nasıl yok sayabiliriz. Gayet tabii haklısınız. Demek istediğim aklımızı kurcalayan, bizde acabalar uyandıran en ufak bir şüphede sorgulama devreye girmelidir. Bilimde dahi mutlak doğru yoktur. Deneyler yapılırken gözlemleyenin etkisi ile deney sonuçlarının değişkenlik gösterdiğini artık biliyoruz (Heisenberg belirsizlik ilkesi). Fen bilimlerinde böyle ise diğer bilgilerdeki doğruların ne kadar doğru olduğunu tartışmak bile gereksizdir.
PapaÄŸan gibi aynı ÅŸeyleri tekrarlamak insanlara ve zihne kolay gelir. Sorgulama ise ayrı bir güç ve cesaret gerektirir. İnsanları diÄŸer canlılardan ayıran en önemli özelliÄŸi AKLA sahip olması deÄŸil midir. Aklımızı sorgulamada kullanmayacaksak, kaset gibi aynı ÅŸeyleri tekrar etmek aklı kullanmaktan ziyade aklı uyuÅŸturmaz mı? UyuÅŸma da bir nevi alışkanlık deÄŸil midir? Bir düşünürün dediÄŸi gibi “ Önce biz alışkanlıklarımızı oluÅŸtururuz, sonra alışkanlıklarımız bizi oluÅŸturur“. Sorgulama sonucu eriÅŸtiÄŸimiz bilgi daha doyurucu deÄŸil midir ?
Haydi Mevlana’nın önerisini gerçekleÅŸtirelim; başımızı sudan çıkaralım. Alışkanlıklarımızı bir kenara atalım. Hiçbir ÅŸeyi dogma olarak kabul etmeyelim. Bir Çin atasözü ile yazımızı noktalayalım. Soru soran beÅŸ dakika aptal pozisyonuna düşer, sormayansa ömür boyu aptaldır
Sedat YALÇIN
syalcin50@yahoo.com
"Sedat YALÇIN" bütün yazıları için tıklayın...