Foçalı Tarık Dursun K.
Anısı Kalır'dan; "Gidiyordu, yeşil bir manto vardı sırtında. Yakaları kalkık ve beli dardı. Kuşağını iyice sıkmıştı. Ayakkabıları makara topukluydu." Çağrışım yapıyor başka hikayelerinin farklı satırlarından, bu makara topuğa takıldım bir kere!
Telefona sarılıp nedir bu "makara topuk" diyorum, yumurta topuk gibi bir şey mi? Her zamanki nükteli sesiyle "siz kadınlar nasıl bilmezsiniz, yüksek topuğa denirdi o!" Hafiften şaşırmış gibi görünen bir tını sanki.
Haklı, biz bilmezsek kim bilecek!
Mizah yeteneğinin çok yakıştığı bir usta Tarık Dursun K. Günlük yaşamın içine, bile isteye sokulan mizahi davranışlar herkese yakışmaz, ille de espri yapacağım diye zorlama kurmacalar yapan insanlara hiç benzemez o. Onu seyrederken de, dinlerken de uyanık ve tetikte olmalısınız. Yok öyle yağma kendi halinize kalamazsınız Tarık Dursun K' nın bulunduğu bir ortamda. Büyük Usta, kendi dinamizminin içine alıverir sizi bir süre sonra...
Ben Tarık Ağabeyin gençliğini bilmem, daha ileri, orta yaşlarını da bilmem! Hepi topu beş altı yıldır tanışıklığım, yani yetmişli yaşlarıyla Foça aşkının buluşturduğu bir serüvenci kesişmesi bizimki. Hoşlandık karşılıklı, sevdik de... Bir zeytinyağlı yaprak sarmasının iki ısırıklık hatırıyla başlamıştı yarenliğimiz. O vakitler Küçükdeniz'deki Ahmetgiller'in o dar kedili sokağındaydı evi. Sonra sattı, merdivenlerini beğenmez olmuş, biraz da uzak mı kalıyormuş çarşıya...
Bir zaman, itinayla sarılmış asma yaprağı sarmaları ve A4'e yazılmış kısa köşe yazıları gitti geldi aramızda. Zeytinyağlılarımın lezzeti konusunda pek ip ucu vermedi, sanki biraz, yağını tuzunu eksik mi koyuyordum? Dokunmasındı amacım... Hafif sütlü tatlılarıma sanki daha bir yakındı, yakın. Portakallı kedi dili tatlımı beğendi galiba geçenlerde.
Şimdi Nargileci Mehmet Efe'nin sokağında oturuyor. Çarşıya, Foça Belediye Meydanı'na daha yakın. En çok, yemek konuşuyoruz buluştukça. Beni şaşırtan bir yeme içme merakı var. Pişirmekle değil elbet, tatma faslından ve muhabbetten çok hoşlanıyor, kim hoşlanmaz? Değişik ve lezzetli Ege yemeklerini seviyor, rahmetli annesinin yaptığı domat bastı tarifini vermişti geçen sene. Benim de ilk domat bastımdır o.
Yazabilmek için bilmek gerek. Otu, ocağı, hububatı, harmanı, mezeyi hele de balıkları iyi bilmek gerek. 1930'ların, 40'lar, 50'ler ve sonrasının tanığı Tarık Dursun K.'nın, hikayelerinde bana en cazip gelen; lezzet betimlemeleridir. Sofraları, mutfakları , eski zamanların sokak başı esnaf lokantalarının nadide tadımlıklarını tasvirindeki ustalık, onu daha can kulağıyla dinlememe vesiledir.
Anısı Kalır'dan: "Ve zengin gazinolarında trança şiş, çipura ızgara yapılır, müşterilere sunulurdu." (..ve pilaki, kırmızı pancar turşusu, fava, tek midye dolması, tek yaprak sarması, Arnavut ciğeri, bir kesim beyaz peynir, roka salatası, söğüş baş eti ve sıcak sıcak sardalye tava. Karafaki rakı. İki buçuk lira yeter çocuklar!)
Yitik Nergisler Söylencesi'nden; "Arpa, buğday, kara çavdar hep ekilirdi; hep büyük sap verir, hep vakti zamanı gelince par par oraklarla biçilirdi, harman savrulurdu. Bura insanı akıllı insandı, soylu insandı. Buğdayı koca değirmen taşlarının altına verip un ufak etmesini bilirdi. Kadınları topraktan fırınlarda güzel kokulu, nar yarığı göbekten kıpkırmızı ekmekler pişirmesini bilirdi."
Buyrun işte, yeme içmeye gönül verenler okusa keşke! Öylece aniden, hikayenin içinde doğal, yani olması gerektiği gibi. Öyküye inat hikayeci o!
Ne anlamlı bir ödül töreniydi o öyle. Ustaya yakıştı.
www.ascifok.com
|