 
                
                
                Oğuz ÖZÜGÜL
  		
		  FELSEFE VE GÜNLÜK YAŞAM
		  
		  
				    
  
 
 
		 	
			
		  
			  
	
Toplumsal bir varlık olan insan Robinson gibi tek başına bir adada yaşamaz. Günleri ailesiyle, iş arkadaşlarıyla, dostlarıyla beraber geçer. Herkes nesnelerin ve fenomenlerin çeşitli yönleriyle her ân yüz yüze gelir. Basın, radyo, televizyon gibi kitle iletişim araçları üzerimize bir enformasyon seli akıtır. Peki, bu durumda olayların iç yüzünü, gerçek nedenlerini nasıl anlayacağız? Nasıl doğru bir tavır alacak ve davranacağız?
Bunun tek bir yanıtı vardır:
-Yaşadığımız dünyada olan biteni anlamak,
-toplumsal olayları nasıl etkileyebileceğimizi ve
-yaşamımıza nasıl anlam kazandırabileceğimizi
bilmek için felsefi bir temele, bir dünya görüşüne ihtiyacımız vardır. Felsefenin önemi anlaşılınca, ancak o zaman toplumdaki değerlerin, davranışların mekanizmalarını, işleyiş biçimlerini ve bunları nelerin belirlediğini doğru değerlendirir ve ona göre davranabiliriz.
Yaşamımıza anlam kazandırmak ya da yaşamın anlamı nedir? İşte bu soru, öteki sorulara göre bugün de felsefenin odak noktasında yer alıyor. Ve bu soru genellikle bunalım dönemlerinde ortaya çıkar. Toplumsal çatışmaların, kültürel dönüşümlerin, bilimdeki ve teknikteki gelişmelerin insanlar üzerindeki (olumsuz) etkileri sonucunda eski değer yargıları sorgulanır ve bir değer bunalımına yol açar. Böyle günlerde yaşamın anlamına, bireyin toplumsal ve kişisel değerine ilişkin sorular açıkça ortaya çıkar.
BilindiÄŸi gibi özgürlük, gerçeklikle hesaplaÅŸan, ondan kaçmayan insanın doÄŸal ve toplumsal çevreye, kendi iradesine, davranışlarına insancıl bir tarzda egemen olmasından baÅŸka bir ÅŸey deÄŸildir. Özgürlüğün kaybedilmesi sadece toplumsal bunalımlara baÄŸlı deÄŸildir. Bu durum genellikle, “her ÅŸey kendiliÄŸinden düzelir”, “baÅŸkaları yapsın ne yapacaksa, beni hiç ilgilendirmez” gibi ifadelerde kendini belli eder. Bunlar ilk bakışta günlük yaÅŸamın hayhuyundan kaçış, stresten kendini korumak gibi görünür. Ne var ki, sonuçta ortaya, sorumluluk bilinci, yardımlaÅŸma, inisiyatif, kendine güven gibi insani nitelikleri eksik deforme bir kiÅŸilik çıkar.
Yaşamın anlamı, yaşama anlam dolu bir biçim vermek sorunu, aynı zamanda kişiliğin özgürce gelişmesi sorunundan ayrılmaz.
Peki, yaÅŸama anlam veren nedir?
Bir bilince sahip olan ve sorumluluk bilinciyle bağımsız davranabilen herkes kişiliğine özgü niteliklerini daha da geliştirebilir. İnsan, bir kişilik olarak yaşamının başlangıcından sonuna kadarki süreç içinde kendine bir biçim kazandırır, bu süreçte biyolojik-kalıtımsal ve psiko-sosyal faktörler birbiriyle kaynaşır. İnsanı kişilik haline getiren, toplumsal niteliklerinin toplamıdır. Kişiliğin temelini oluşturan toplumsal nitelikler, yaratıcı düşünmektir, sorumluluk bilincine sahip bir biçimde davranmaktır. Bu nitelikler her zaman somut-tarihsel koşullarda oluşur. Her insan, kalıtımsal ve sonradan kazanılmış özellikler vasıtasıyla bir başkasından ayrılır. Bu yüzden kişilik bir insanın sadece biyografisi değil, sosyal ilişkilerinin toplamıdır. Ve insan, yaşamının anlamını işte bu ilişkilerden türetir.
Yaşamın anlamı, bireyin anlamlı yaşayıp yaşamadığını anlamak için mihenk taşı gibi ölçüye vurulan hazır, soyut bir şema değildir. Herkes kendi yeteneğine göre toplumda yerini belirlerse ve aklın, sağduyunun, dostluğun, sevginin üstün gelmesi için çaba gösterirse, o zaman anlamlı yaşıyor demektir. Yani yaşamın anlamı bir durum değil, bir görevdir. Bu görev, toplumun somut gelişme koşullarından, ilerici güçlerin barış, özgürlük, toplumsal ilerleme için harcadığı çabalardan ve bireyin toplumda kendine yer edinmeye dönük kişisel eylemlerinden ortaya çıkar.
 
      
     
	  
       
Oğuz ÖZÜGÜL
       
oguzozugul@hotmail.com
        
		
	  			 Toplumsal bir varlık olan insan Robinson gibi tek başına bir adada yaşamaz. Günleri ailesiyle, iş arkadaşlarıyla, dostlarıyla beraber geçer. Herkes nesnelerin ve fenomenlerin çeşitli yönleriyle her ân yüz yüze gelir. Basın, radyo, televizyon gibi kitle iletişim araçları üzerimize bir enformasyon seli akıtır. Peki, bu durumda olayların iç yüzünü, gerçek nedenlerini nasıl anlayacağız? Nasıl doğru bir tavır alacak ve davranacağız?
Bunun tek bir yanıtı vardır:
-Yaşadığımız dünyada olan biteni anlamak,
-toplumsal olayları nasıl etkileyebileceğimizi ve
-yaşamımıza nasıl anlam kazandırabileceğimizi
bilmek için felsefi bir temele, bir dünya görüşüne ihtiyacımız vardır. Felsefenin önemi anlaşılınca, ancak o zaman toplumdaki değerlerin, davranışların mekanizmalarını, işleyiş biçimlerini ve bunları nelerin belirlediğini doğru değerlendirir ve ona göre davranabiliriz.
Yaşamımıza anlam kazandırmak ya da yaşamın anlamı nedir? İşte bu soru, öteki sorulara göre bugün de felsefenin odak noktasında yer alıyor. Ve bu soru genellikle bunalım dönemlerinde ortaya çıkar. Toplumsal çatışmaların, kültürel dönüşümlerin, bilimdeki ve teknikteki gelişmelerin insanlar üzerindeki (olumsuz) etkileri sonucunda eski değer yargıları sorgulanır ve bir değer bunalımına yol açar. Böyle günlerde yaşamın anlamına, bireyin toplumsal ve kişisel değerine ilişkin sorular açıkça ortaya çıkar.
BilindiÄŸi gibi özgürlük, gerçeklikle hesaplaÅŸan, ondan kaçmayan insanın doÄŸal ve toplumsal çevreye, kendi iradesine, davranışlarına insancıl bir tarzda egemen olmasından baÅŸka bir ÅŸey deÄŸildir. Özgürlüğün kaybedilmesi sadece toplumsal bunalımlara baÄŸlı deÄŸildir. Bu durum genellikle, “her ÅŸey kendiliÄŸinden düzelir”, “baÅŸkaları yapsın ne yapacaksa, beni hiç ilgilendirmez” gibi ifadelerde kendini belli eder. Bunlar ilk bakışta günlük yaÅŸamın hayhuyundan kaçış, stresten kendini korumak gibi görünür. Ne var ki, sonuçta ortaya, sorumluluk bilinci, yardımlaÅŸma, inisiyatif, kendine güven gibi insani nitelikleri eksik deforme bir kiÅŸilik çıkar.
Yaşamın anlamı, yaşama anlam dolu bir biçim vermek sorunu, aynı zamanda kişiliğin özgürce gelişmesi sorunundan ayrılmaz.
Peki, yaÅŸama anlam veren nedir?
Bir bilince sahip olan ve sorumluluk bilinciyle bağımsız davranabilen herkes kişiliğine özgü niteliklerini daha da geliştirebilir. İnsan, bir kişilik olarak yaşamının başlangıcından sonuna kadarki süreç içinde kendine bir biçim kazandırır, bu süreçte biyolojik-kalıtımsal ve psiko-sosyal faktörler birbiriyle kaynaşır. İnsanı kişilik haline getiren, toplumsal niteliklerinin toplamıdır. Kişiliğin temelini oluşturan toplumsal nitelikler, yaratıcı düşünmektir, sorumluluk bilincine sahip bir biçimde davranmaktır. Bu nitelikler her zaman somut-tarihsel koşullarda oluşur. Her insan, kalıtımsal ve sonradan kazanılmış özellikler vasıtasıyla bir başkasından ayrılır. Bu yüzden kişilik bir insanın sadece biyografisi değil, sosyal ilişkilerinin toplamıdır. Ve insan, yaşamının anlamını işte bu ilişkilerden türetir.
Yaşamın anlamı, bireyin anlamlı yaşayıp yaşamadığını anlamak için mihenk taşı gibi ölçüye vurulan hazır, soyut bir şema değildir. Herkes kendi yeteneğine göre toplumda yerini belirlerse ve aklın, sağduyunun, dostluğun, sevginin üstün gelmesi için çaba gösterirse, o zaman anlamlı yaşıyor demektir. Yani yaşamın anlamı bir durum değil, bir görevdir. Bu görev, toplumun somut gelişme koşullarından, ilerici güçlerin barış, özgürlük, toplumsal ilerleme için harcadığı çabalardan ve bireyin toplumda kendine yer edinmeye dönük kişisel eylemlerinden ortaya çıkar.
Oğuz ÖZÜGÜL
oguzozugul@hotmail.com
"Oğuz ÖZÜGÜL" bütün yazıları için tıklayın...
