BENİM CENNETİM
Uzun zamandır kurşuni gökyüzünün egemenliğinden kurtulup, herkese zaferini müjdelercesine göz kırpan güneşin, sıcak görünümüyle bezenmiş bir hafta sonu.
Deniz, güneşin varlığıyla sakinleşmiş, ona sığınan tekneleri, minik çırpınışlarıyla uyutuyor sanki. Haftanın yorgunluğunu atmaya gelen aileler, kaçamak buluşmalarını gözlerden uzak yaşamaya çalışan sevgililer, beton yığınları arasında boğulan, doğaya hasret çocuklar. Hepsi sözleşmişçesine akın etmişler kıyıya. Masalardan kahkahalar yükseliyor. Gençlerin neşeleri, onlara imrenen diğer masaları da hareketlendiriyor.
Kentin boğucu gürültüsünden ve sorunların gölgesinden uzakta, gözlerle denizi sarıp sarmalayıp, vücudunu şezlonga teslim ederek, güneşi koynuna alıp yatmak. Zaman dursun ve olumsuz her şey beni ıska geçsin diye düşünmek.
İnsanlar sokakta. Ortalıkta bir rehavet, tavırlarda sükunet.
Tepeden bakınca adalar, koylar. Uzaktaki Karaburun, Esendere, Mordoğan. En uzaktaki Midilli. Aşağıya inince, Taşeller arasından geçen imbatın sizi kucaklamasının verdiği haz.
Gün dönüyor Foça'da. Havada öğlenin yakıcı güneşi yok. Güneş denize batıyor, mavi laciverte dönüşüyor. İşte alabildiğine uzanan deniz. Denizin o müthiş kokusunu içine çekmek önce, iyot kokusunun bedeninize yayıldığını hissetmek. Mavinin huzurunu yaşamak. Ve vazgeçilmez üçlünün buluşmasına tanık olmak. Rakı, balık ve deniz. Balığın doyumsuz tadıyla, rakınızı buluşturmak. Ayrıcalıklı yaşamak değil de nedir bu?
Kasabanın ışıkları yanmaya başlıyor birer birer. Yakamozlar, mehtabın ışığı ile dans ediyorlar sanki. Ve yıldızlar denizdeki yakamozları kıskanıp, ortaya çıkıyorlar sabırsızca
Destansı güzelliğe sahip bu cennette, bir gün daha bitiyor. Başımı, vazgeçemediğim gökyüzüne kaldırıyorum. Bugün de, yarın da, doğanın, denizin, güneşin bizi terketmemesini diliyerek...
|