ŞİFA YURDU KARAHAYIT – KIRMIZISU - PAMUKKALE / Seyfi GÜL
Seyfi GÜL

Seyfi GÜL

ŞİFA YURDU KARAHAYIT – KIRMIZISU - PAMUKKALE



Bir fıkra düşürdü aklımıza Denizli’yi. Tolga ÇANDAR’ın anlattığı.

Hani öğretmen fiil çekimlerini öğretiyormuş. Bakmak fiilini örnek olarak kendisi çekmiş.
–Bakıyorum -Bakıyorsun -Bakıyor -Bakıyoruz -Bakıyorsunuz -Bakıyorlar
Önce Karadenizliye çek bakalım demiÅŸ – Pakiyrum -Pakiysun -Pakiyu …..
Sonra Diyarbakırlıya -Bakirem -Bakirsen –Bakir ….
En son Denizliliye -Bakıpdurum –Bakıpdursun -Bakıpduru diye devam eden fıkra.

Yoksa Foça nere, Denizli nere… Hele Karahayıt kimin aklına gelirdi ki…



Yolumuz oralara düştü. Aracımızla İzmir üzerinden Aydın Otoyolu’na çıkışımız kadar bir sürede İzmir’den Aydın’a ulaÅŸtık. Trafik yoÄŸunluÄŸu olmayan yamasız, sarsıntısız bir yolun rahatlığından, Aydın’ın ortasından geçen yolla Denizli yönüne indik. Üzerinde Nazilli gibi bölgenin en geliÅŸmiÅŸ ilçelerinden birini barındıran bir yol bu. Zaman zaman duble yol rahatlığında, zaman zaman da iki yönlü birer ÅŸeritli ve zemini de pek iyi olmayan kesimlerinden bol kamyonlu konvoylara takılarak Denizli’ye ulaÅŸtık. Denizli son yıllarda özellikle tekstilde ismini dünyaya duyurmuÅŸ bir kent olarak alışveriÅŸi seven, pazar gezmelerine düşkün insanların mutlak görmeleri gereken yerlerden biri olmayı hak ediyor.



Denizli’den Antalya yoluna dönülüp 8-10 kilometre kadar gittikten sonra yol yapım çalışmalarının da etkisiyle levhalar bizi bir U dönüşü ile Pamukkale-Karahayıt yönüne çevirdi. Yol boyu tanınmış pek çok marka tekstil ürününü satan maÄŸazalar bir süre yolumuzdan alıkoydu. Havlu-bornozlardan, yatak odası takımlarına, tişörtlerden pantolona her tür giysiye, spor malzemelerinden hediyelik mahiyetteki Denizli üretimi eÅŸyalarına kadar her ÅŸey var buralarda. Bunları görüp de birine veya birkaçına yada bizim gibi hepsine girip çıkmamak için çok dirençli olmak gerek.

Sapaktan Pamukkale travertenlerinin bulunduÄŸu aynı adlı kasabaya kadar gözlerimiz; çiçeklere bezenmiÅŸ meyve aÄŸaçları ve yeÅŸil bir halıyı andıran arpa buÄŸday tarlalarının görüntüleriyle bayram etti. Burada aÄŸaçlar deli rüzgarlara maruz kalmamanın rahatlığında gökyüzüne doÄŸru, düzgün bir ÅŸekilde büyüyüp gitmiÅŸler. Akla Foça’nın vurgun yemiÅŸ, yatık çam aÄŸaçları ister istemez geliveriyor onları görünce…



Pamukkale uzaklardan, bir ressamın resmin bir yerine kalın fırça darbeleriyle sürdüğü beyazlıklar gibi görünüyor. Yaklaştıkça büyük bir kireç ocağını andırıyor. Ve yanına gelince ince ince özenle işlenmiş nakışlar ortaya çıkıveriyor. Travertenlerin içinde oluşmuş gölcüklerin üzerinden akan berrak suyun bir süre sonra pamuktan burulmuş sarkıtlara dönüştüğünü canlı yayında izler gibi izlemeye başlıyoruz. İlahi bir şeylerden yada doğanın mucizesinden yada kimyasal bir olaydan bahsetmek, izleyenlerin tercihi artık...

Geniş bir alana yayılan travertenlerin kasabayla hiza olan en orta kesiminde yerel yönetim tarafından güzel bir gölet oluşturulmuş. Göletin etrafı ve muhtelif yerleri çiçeklendirilmiş, göle değişik türde ördekler salınmış. Ziyaretçilerin pamuk görüntülü tepelerle çevrilmiş gözü de gönlü de dinlendiren göl manzarasıyla gönüllerince piknik yapabilmeleri sağlanmış böylece.



Pamukkale travertenleri ve paralelindeki yükseklerde bulunan tarihi Hierapolis kentini görmek isteyenler için üç adet giriş kapısı oluşturulmuş. 20 lira ücret alınan bu ziyaret için kasabadaki giriş kapısı haricindeki uç, iki kapıdan girenler için güzergahın uzunluğu dikkate alınarak araçlar konulmuş. Bu araçlar ziyaretçilere yorulmadan bütün alanı gezme kolaylığı sağlıyor.



Tarihi kentin daha yukarılarında yamaç paraşütü yapanlar görsel şöleni çeşitlendiren unsurlardan biri. Burası daha çok, bu işi ustaca yapanlar için düşünülmüş. Bir hayli yüksek tepelerden kuş gibi süzülmenin güzelliği yanında riskleri de bulunduğu dikkate alınarak acemiler için de başka bir alan belirlenmiş. Travertenlerin altında Karahayıt yolu üzerinde yüksekliği daha az bir bölgede yamaç paraşütünün özgürlüğünü tatmaya çalışan tecrübesizleri görüyoruz.

Gördüğümüz kiÅŸiler büyük oranda yabancı turist. Asyalı, Amerikalı, Avrupalı, otobüsler dolusu. Mart ayı olmasına raÄŸmen. Gel de sevinme…

Memleketim insanından ise pek az. Gel de üzülme…



Denizli Pamukkale arası 16-17 kilometre. Bizim yolumuz Karahayıt ise buradan 4 kilometre daha uzakta.

Pamukkale’nin güzelliklerini ardımızda bırakıp Karahayıt’a yöneliyoruz. Etrafı seyrede seyrede manzaranın tadına vara vara Karahayıt Belediyesi yazılı antik görünümlü sütun ve kolonlarla oluÅŸturulmuÅŸ tak’ın altından geçiyoruz. Daha giriÅŸte saÄŸlı sollu yan yollarla sizi konaklamaya davet eden otellerin levhaları dikkati çekiyor. Özellikle bu bölgede hem dış görünümleriyle hem iç yapısı ve sundukları hizmetler itibariyle beÅŸ yıldızlı tesisler yer alıyor. Bu tesislerde odalarda termal su, termal açık kapalı havuzlar, yazın konaklayan müşteriler için yüzme havuzları bulunuyor ve sahil yörelerindeki tesislerden farksız etkinlik ve hizmetler sunuluyor. ÇoÄŸu her ÅŸey dahil sistemle ücretleme yapıyor ve konuklarının çoÄŸunluÄŸunu yabancılar oluÅŸturuyor.



Karahayıt kasabasına ulaÅŸmak için kalan bir kilometrelik yolda ve kasabanın içinde dikkatimizi çeken ilk ÅŸey toz oldu. Hem kaynak hem termal suların bu kadar bol olduÄŸu bir yerin bu kadar toz içinde olmasını aklımız almıyor. Yolların yapıldığı kilit taÅŸlarının çukurlaÅŸan kesimlerinin deÄŸiÅŸtirme iÅŸlerinin yanı sıra her yerde inÅŸaat iÅŸleri görülüyor. Karahayıt Beyazıt Camii muhteÅŸem görünümüyle hemen dikkatimizi çekiyor. Yüksek çifte minaresini, pırıl pırıl dış kaplamalarını, gümüş rengi kubbelerini seyre dalmışken başımızı aÅŸağılara indirdiÄŸimizde bu güzelliÄŸe yakışmayan ÅŸeyleri görmeye baÅŸlıyoruz. Bahçe duvarları taÅŸtan, yapılmaya devam ediliyor. Yol çalışmaları ve etraftaki toprak alanların etkisiyle her yer toz içinde. Caminin bitiÅŸiÄŸinde öyle yakışıksız bir bina var ki o yönden bakılınca sadece iki minarenin üst kısımları görülecek ÅŸekilde yapıyı kapatıyor. Para kazanma amacıyla olsa gerek cami avlusunun en görünen kısmına tuvaletler kondurulmuÅŸ. O rahatsız edici WC …kuruÅŸ yazıları bakanların gözünün içine sokulmuÅŸ. Üstüne kaçak gecekondu edebiyatı harf karakterleriyle kondurulmuÅŸ el yazması Cami Çay Ocağı yazısı tuz biber ekiyor rahatsızlığımıza. Sanki genel havamızı bağırıyor bu görüntüler. Manevi dünyanı zenginleÅŸtirirken parayı bu mekanda da kazanmayı unutma der gibi. Yazık... Paralı tuvaleti, çay ocağını yapacak o kadar boÅŸ yerin olduÄŸu bir yerde hiç hoÅŸ deÄŸil. Bir kilisenin bir havranın hatta ilkel tapınakların bahçesinde böyle bir ÅŸey gördüğümü hiç hatırlamıyorum.



Camiin bulunduğu kent girişindeki meydanın ortasında kırmızı termal suyun yardımıyla oluşturulmuş kümbetvari traverten bir simge anıt bulunuyor. İyi niyetle yapıldığı belli olsa da hemen önüne rastgele dikilmiş bir çam fidanı bir iki çalı görünümlü ağaççık bütün güzelliği alıp götürüyor. Elli yüz metre çevrede otel bahçelerindeki renk renk çiçeklerden rica edilecek az bir miktarla bile ne güzel bir halka oluşturulur oysa. Çevredeki hediyelik eşya satıcılarını şekle şemale sokmak, toz toprak içinde bira içenleri bir şeyler yiyenleri rahatlatmak birilerinin görevi olsa gerek.



Karahayıt’ın çarşısını oluÅŸturan bir ana caddesi var. Tekstil ürünleri satanlar, kebapçılar, yengari lokantaları, hediyelik Denizli horozu düdükleri pazarlayanlar, “Canlı Denizli Horozu ve TavuÄŸu bulunur” levhaları, yörenin zeytin, zeytinyağı ve bunlardan yapılmış sabun, kolonya benzeri ürünlerinden çeÅŸitleri sunan saÄŸlı sollu dükkanlar cümbür cemaat yer alıyor çarşıda. Sebze meyve satanlarla tezgahlarında giysi bulunduranlar mallarının üzerini bir ÅŸeylerle kapatıp tozdan korumaya çalışırken bir kısım esnaf bir ellerinde hortum diÄŸerinde süpürge yol temizliÄŸi yapma telaşındalar. BozdaÄŸ’ın pekmezli kar ÅŸerbetini sattığını yazan bir seyyar satıcıdan bizim gibi ver bir tane deyip isterseniz size de sıkılmış nar suyu getirebilirler. Yazı eskiden kaldı gari denilerek.



Her bina, hatta oturulan evler bile pansiyona, küçük çaplı otellere dönüştürülmüş. Herkes bu nimetten payını kapma telaşına düşmüş. Çok güzel dizayn edilmiÅŸ pansiyon evlerle çok kötü yapılar iç içe girmiÅŸ. Son katlara teraslar çıkılmış. Bazı teraslar etrafı tuÄŸla duvarlarla kapatılıp odalar oluÅŸturularak ana yapıya fazladan kat olarak eklenmiÅŸ. Bu dönüştürmeye yeni baÅŸlayan birini gördük ki tüylerimiz diken diken oldu. Çatı katında taşıyıcı beton direk yok. TuÄŸla duvar üzerine ağır bir çatı kondurulmuÅŸ. İnÅŸaat devam ediyor. Denizli’nin hele hele termal yerlerin ne kadar çok deprem aldığı düşünüldüğünde bir kez daha ürpermemek elde deÄŸil. Bir de binanın iki bölümünün arasına üçüncü katta bir balkon imal edilirken gördük ki profil demirlerin üzerinde böyle emniyetsiz, böyle acayip bir mimari dünyada baÅŸka yerde görülmez.



Tuvalet böyle yerlerde getirisi en yüksek sektör olsa gerek. Aynı tuvalet için kireçle, levhayla, bez afişle, kalın uçlu kurşun kalemle, duvara kapıya neredeyse her yere en az yirmi kere yazılmış (wc, tuvalet, toilet) yazıları bu getirinin göstergesi olmalı.



Tüm olumsuzluklarına raÄŸmen Karahayıt kendisine sunulan olanakları deÄŸerlendirme peÅŸinde. Pamukkale’de suyun beyaz travertenler oluÅŸturmasına karşın, burada bu oluÅŸumların rengi yeÅŸilimsi, sarı, kahverengi ve de kırmızı. Termal su, hava ile temas ettiÄŸinde içerisinde bulunan kükürt ve demir elementlerinden dolayı kırmızı renk almakta, çöken elementler kırmızı tortu ile göz zevkine hitabeden güzel oluÅŸumlar ortaya çıkarmaktaymış. Bu nedenle buradaki su ve çok kiÅŸi tarafından yöre, Kırmızı Su adıyla anılmaktaymış.

Yapılan analizlerde suyun kimyasal bileşiminde toplam 32 element bulunduğu, sülfat, kalsiyum, magnezyum, potasyum, demir ve sodyum elementlerini yoğunluklu olarak içerdiği belirlenmiş. Termal su içerdiği elementler ve radyoaktivitesi bakımından tedavi edici özellikler içermekte olup;



-Astım, kronik bronşit ve üst solunum yolu enfeksiyonları,
-Egzama, mantar, sivilce, uyuz ve kaşıntı,
-Kalp, damar sertliği, tansiyon bozukluğu, varis ve dolaşım bozukluğu,
-Şeker, obezite, karaciğer yetmezliği, idrar yolu enfeksiyonu, mide rahatsızlıkları,
-Romatizma, kireçlenme, raşitizm,
-Siyatik, felç, bel ve boyun fıtığı gibi çeşitli hastalıklara iyi gelmekteymiş.



Termal suyunun yanında Karahayıt’ın kaynak suları da birçok yöremizi imrendirecek kadar bol. Suyun bolluÄŸu, çevrede kirlilik yaratan sanayinin olmaması, sessizlik ve Denizli yöresine tepeden bakar konumu ile herkesi çağırır bir duruÅŸ sergiliyor. DaÄŸlarında çamları tertemiz bir havayı solumanızı saÄŸlarken, yörede doÄŸal olarak yetiÅŸenin yanı sıra yaygın olarak ekimi de yapılan kekik kokusundan mest oluyorsunuz.

Sekiz kilometre yukarıda Gözlütepe’de kurulmuÅŸ Alabalık çiftliÄŸinde bir öğleden sonrayı mutlak geçirmek gerek. Ovaya kuÅŸbakışı bakar bir masada kuÅŸ cıvıltılarının sarhoÅŸluÄŸunda balığımızı, yörenin mis kokan domatesinin bol yeÅŸillikle sarmalanmış salatasının eÅŸliÄŸinde yedik. Her birinde deÄŸiÅŸik boylarda alabalıkların yer aldığı havuzların üzerinde onlarca oluktan akan suların şırıltılarıyla kulaklarımızı doldurarak gezindik. Ve ayaklarımızı uzatarak boylu boyunca OÄŸuzlar ailesinin çoluk çocuk iÅŸlettiÄŸi bu doÄŸa harikası yerde demli çaylarımızı yudumladık.



İşte bu güzelliklerin ortasında yine canımızı sıkacak bir şeyler bulduk. Çamlar Foça yöresindekilerin kardeşleri gibi. Kese kurtlarının istilası altında. Tırtıl torbaları sarmış dalları. Bazıları şimdiden kurumaya başlamış bile. Sorduk yapılan bir şey yokmuş.



Karahayıt hem şifa arayanların hem de gezip görme merakındakilerin uğraması gereken yerlerden biri. Burada konaklayıp Pamukkale, Hierapolis, Laodikeia, Denizli, Buldan, Güney Şelalesi, Kaklık Mağarası gibi pek çok yere kolayca ulaşmak mümkün.

Karahayıt’ın 62 dereceyi bulan termal sularından nasibimizi aldık. Honaz’ın karla kaplı doruklarına bakarak veda ettik. Her biri ayrı yazı konusu olabilecek yerlere uÄŸrayarak geri dönüş yollarına düştük. Dokumanın baÅŸkenti Buldan’dan geçtik, tarihin Philadelphia’sı AlaÅŸehir’de meÅŸhur kapama(bir tür mantı)dan yedik. Kilometrelerce uzanan ÅŸahane üzüm baÄŸlarının eÅŸliÄŸinde Salihli, Turgutlu, Manisa’yı geçtik.

Sağlığın, zamanın ve paranın izin verdiği ölçüde de olsa, memleketi gezmek - görmek güzel.

Pamukkaleyi, Karahayıt’ı böyle gezipduruvedik gari…




Seyfi GÜL




25 Mart 2010 PerÅŸembe / 5845 okunma



"Seyfi GÜL" bütün yazıları için tıklayın...