Neden Saçmalarız ! / Sedat YALÇIN
Sedat YALÇIN

Sedat YALÇIN

Neden Saçmalarız !



“Yardım almaya alışanlar, emir almaya da alışırlar.” IV. Murat


İletişimin son derece gelişmesi sonucu, her konu hakkında bilgi yığınları ile istesek de, istemesek de karşı karşıya kalıyoruz. Bir nevi bilgi kirliliği. Nedense her konuda sanki zorunluymuşuz gibi, fikir beyan etmeye çalışıyoruz. Tabii bunun sonucunda da çoğu kez saçmaladığımızı hissederiz. Özellikle olayın üzerinden belli bir süre geçip, olayı tekrar hatırladığımız zaman, amma da saçmalamışım diye kendi kendimize itiraf ederiz. Saçmaladığının farkına varmak bile bir meziyettir. Büyük bir çoğunluk saçmaladığının farkında dahi değildir ne yazık ki. Neden saçmalarız? Bu konuyu irdelemek sanırım ilginç olacaktır.

Hepimiz aynı dünyada yaşıyoruz; ama dünyaya bakış açılarımız çok farklı. Hepimizin aile çevresi, yakın çevresi, eğitim durumu, izlediği televizyon programları, okuduğu kitaplar, internet ile ilgileniyorsa izlediği siteler, çok farklı; kısaca farklılıklar içerisinde bir dünya. Tüm buralardan zihnimize giren bilgi yığınlarını, zihnimiz, kendine göre bir sınıflandırmaya tabii tutarak kaydeder. Biz de bir konu hakkında görüşlerimizi, zihnimize kaydedilen bu bilgi sıralamasına göre değerlendiririz. Bir insanın her konuda tam bir bilgiye sahip olması kuşkusuz imkansızdır. Ne yazık ki, bilgimiz olmadığı halde, her konuda kendi bakış açımıza göre, bir fikir ileri sürmek zorunda hissederiz. İlla bir yorumda bulunmak zorunda mıyızdır? Bu konu hakkında yeterli bilgiye sahip değilim, haksızlık etmek istemem neden diyemiyoruz? Ancak bilmediğini itiraf etmek de bir erdemdir. Bu erdemden yoksun olduğumuz çok açık. Kanıtı da televizyon programlarda eline mikrofonu geçirenin, muhakkak yorum yapması şartmışçasına, saçmaladıklarıdır. Hepimiz şahit olmuşuzdur.

Zihnimize, çocukluğumuzdan itibaren önce anne babamız, aile yakınlarımız, sonra yakın çevremiz, sistematik olarak okul, kamu, dini kurumlar tarafından yüklenen bilgi yığınlarının, doğru olduğu inancı sarsılmaz bir şekilde bilinçaltımızda yerleşmiş durumdadır. Bilinmeyen daima tehlikelidir. Ama bilinen denenmiştir, bize zarar vermez. Zihin kendine yüklenen bilgilerin yanlış çıkmasına asla katlanamaz. Her durumda bu bilgilerini arkasında durmak gerektiği sanısındadır. Doğru veya yanlış olup olmaması fazla önem taşımaz. Ne bahasına olursa olsun, bildiklerini savunmalıdır. Kişiler haklı çıkmak uğruna, yapmayacakları şeyleri yaparlar, söylemeyecekleri sözleri söylemekten asla kaçınmazlar. İşte o zaman saçmalamamak olanaksızdır neredeyse.

Toplumumuzda bir nevi kast sistemi (*) oluÅŸtu dersek yanlış olmaz sanırım. Herkes, kendini bir grubunun üyesi olması zorunluluÄŸundaymış gibi hissediyor. Ve bu grubun fikirlerini, doÄŸru olsun olmasın, savunmak zorunda olduÄŸunu kabul ediyor adeta. Hatta bu kabul o kadar ileri gidebiliyor ki “Benim hırsızımsa iyidir, benim katilimse iyidir; senin hırsız ve katilinse muhakkak kötüdür” denebiliyor. Şöyle objektif olarak günlük olaylara baktığımız zaman, birçok örnek tespit edebilirsiniz. Tespit edebilmeniz için objektif olmanız yani bir grubunun içinde olmamanız gereklidir. Ne kadar çocukça deÄŸil mi aslında. Aynı sporda olduÄŸu gibi. Spor takımları taraftarlarının fanatik anlayışından bir farkı yok. Bir düşünürün deyiÅŸiyle “Zihnimizi kendi başına çalışmasına izin vermediÄŸimiz sürece, O bize hep görmek istediklerimizi gösterir”. Tabii bu durumda saçmalamakta kaçınılmaz oluyor.

Neden bir grubun taraftarı olmak zorunda kalıyoruz. Grup üyesi olmak güç demektir. Güç de maddi veya manevi yardım almak demektir. Yukarıda Dördüncü Murat’ın sözü ne kadar doÄŸru; grubun üyesi olmak, yardım almaya, onun sonucunda da emir almaya kadar uzanır. Bu durumda her ÅŸartta grubun fikirlerini savunmak, dolayısıyla da saçmalamak zorunda kalırız.

Fikirlerimizi, benliğimizle adeta özdeşleşmiş olarak kabul ederiz. Fikrimizin yanlış çıkması, bizim değerimizi azaltacağı korkusu bizi sarmalar. Herkes, kendi bildiğinin doğru olması gerektiği inancındadır. Bilgi asla doğma değildir. Her an değişim, bilginin, olmazsa olmazlarıdır. Tüm evren durağan/statik değildir. Her an bir oluş üzerinedir. Dolayısı ile bilgi de devamlı değişmek zorundadır. Çünkü bilginin sınırı yoktur. Bunun bilincinde olmayan insanoğlu, kendi fikirlerinin kabul görmemesini kişisel olarak algılar. Kendi kişiliğine yapılmış bir saldırı olduğu varsayımı ile hemen savunmaya çekilir. Savunma da çoğu kez saldırı şekline dönüşür hemen. Bu durumda her türlü saçmalık yapmak kaçınılmaz hale gelir.

Saçmalamamak için ne yapmalıyız?

Her ÅŸeyden önce her konuda bilgi sahibi olmadığımızı kabul edeceÄŸiz. BilmediÄŸini bilmek de büyük bir erdem deÄŸil midir? Bu konuda yeterli bilgim yok demek neden bu kadar zor geliyor insanımıza. İşin en kötüsü bilmediÄŸini, bilmeyenler. Çevrelerinde kendilerini destekleyen yandaÅŸları varsa deymeyin keyfine bu kiÅŸilerin. Popüler olmanın en kolay yönü de bu olsa gerek. “Yarı doktor insanı candan, yarı imam insanı dinden eder”, atasözü sanki tam bu kiÅŸiler için söylenmiÅŸ gibidir. Sözlü iletiÅŸimde laf kalabalığı yapan bu kiÅŸiler kolay kolay gözden kaçabilir. Ama yazılı iletiÅŸimde gözden kaçması çok zordur; çünkü yazı kalıcıdır.

İkinci olarak tüm önyargılarımızdan kurtulmamız gerekmektedir. Bugüne kadar doÄŸru olarak bildiklerimizin dahi yanlış olabilme olasılığını göz ardı etmemeliyiz. Hiçbir ÅŸeyi doÄŸma olarak kabul etmemek, fikirlerimizi zorla insanlara kabul etmeye zorlamamak, acaba kelimesini daima gözönünde tutmak, her konuda araÅŸtırma yapmak ve önyargısız olarak konulara yaklaÅŸmak, empati kurmak faydalı olabilir sanırım. Herhangi bir konuda yazmış olduÄŸumuz bir yazı hakkında tersi ileri sürülerek yorum yapılmaya görsün, hemen savunmaya geçeriz. O da yetmez o grubunun diÄŸer üyeleri de hemen savunmaya iÅŸtirak ederler. Neden bu kadar acımasızız. Belki bizim düşüncemiz yanlış veya eksik. Karşımızdaki düşünceye neden saygı göstermiyoruz? Burada Montaigne’nin bir sözünü anımsamadan geçemiyeceÄŸim “İnsanlar baÅŸaklara benzerler, içleri boÅŸken baÅŸları havadadır; doldukça eÄŸilirler”. Aslında baÅŸka fikirleri olgunlukla karşılamadığımız sürece içi boÅŸ baÅŸaklara benzemez miyiz.

Sonuç olarak saçmalamamak aşağıdaki hususlara dikkat etmekle başarılır sanırım. Bu hususlar çok eski bir Kızılderili anlayışını yansıtır.

*Sözlerinizi özenle seçin.
*Hiçbir şeyi kişisel algılamayın.
*Varsayımlarda bulunmayın.


(*)Hint kast sistemi, Hindu dinine inananların toplumsal olarak örgütlenmesi amacıyla yaratılmış bir sosyal merdiven sistemidir. Her Hindu bir 'kast' içine doğar. Kast, toplumda özel bir konumu olan ve bu konumu nedeniyle öteki gruplardan ayrılan bir insan topluluğudur. Çocuklar anne ve babalarının kastına bağlıdır ve inanmış bir Hindu, yaşamını kastının kurallarına kesin bir bağlılıkla sürdürür. Varolan çeşitli dinsel toplulukların yanında, bir de birçok kasta ve alt kasta bölünmesi, Hindistan'ın tarihi boyunca siyasi birlik sağlamasını güçleştirmiştir.


Sedat YALÇIN

syalcin50@yahoo.com



1 Nisan 2010 PerÅŸembe / 2047 okunma



"Sedat YALÇIN" bütün yazıları için tıklayın...