
Özgür HANCIOĞLU
NİSAN’DA GİTMEK OLUR MU?
( mavi gülüşlüm )
Bu gece de ay battı. Öksüz bir bardak çayın demi gibi, tablodaki en sessiz gemi gibi, gözlerimin nemi gibi akıp gidiyor zaman… Hiçbir hüzün senin kadar yakışmadı ÅŸu sahipsiz yüreÄŸe. Ve ellerinden içtiÄŸim her damla su gibi azizdir, baÄŸrımdaki hatıran.
Uyusam, yine o uzak dağların ardından doğar mısın günlerime? Geçtiğin her buluttan yağmurlar bırakır mısın sır küplerime? Yıkar mısın yine gözlerimden ayrılığı? Bir güney rüzgarı olup da değer misin sensizliğin gamzelendiği yanaklarıma? Süzülür müsün damla damla, gidişinin kol gezdiği topraklara; papatya olur musun ellerimde?
* * *
Bahçemde yılgın bir nisan güneşi. Kimbilir kaç bahar bıkkın, yağmursuz?
Kaç yaÄŸmur bahardan habersiz girmiÅŸ saçak altlarına? Yalnızlığım bir ekmek mayası kadar kabarmış. Eteklerinin merdivende dansı, miskin kedilerin belki de son ÅŸansıymış. Merdiven baÅŸlarında yarası kanayan çocuk dizleri ve duvarlarda sessiz sedasız ÅŸarkılar. AÄŸaçta sallanan bir keman namesi, dibinde devrik iskemle gölgesi. Nasıl kıydın verdiÄŸin sözlere? Söyle ÅŸimdi, Nisan’da gitmek olur mu?
Ağır adımlarla yürüdüğün ve her bir taşına saçlarının bir telini düşürdüğün avluda saklı yaralarım. Neden koÅŸup sarılamadım ki sana? Ben korkularıma, inadıma ve köhnemiÅŸ gururuma; kıskançlığıma, yerli yersiz kaygılarıma ve hatta yazgıma sarıldım da, neden sarılamadım boynuna? Elalem ne der dedim, koÅŸamadım ardından. Oysa nerden bilebilirdim, kapkara bir ayrılık vagonunun peÅŸinden koÅŸtuÄŸumu? İstasyonda tek bir sarı saç teli, elimde sarısı düşmüş papatyalar…
* * *
Bu sabah ilk kez bağırdım kendime. Aynaya acı bir gülümseme astım ve çirkef bir geç kalınmışlık sustum. Sonra ellerimi baÄŸladım, biraz aÄŸladım…
YutkunduÄŸum tüm sözcükleri çıkardım çekmecemden, ortalığı dağıttım. Gözlerimi masaya bıraktım ve bir tabak daha koydum yalnızlığın en ücra köşesine. Çatalın ucunda iyimser bir ısrar parçası, yüzünde sitemkar gülümseyiÅŸ. Papatyaların yarısı bana, sarısı Tanrı’ya dönüktü. Kalbimin yarısı bana, gerisi boÅŸluÄŸa dönüktü. Lambadan karanlık yağıyordu yarım bir kalbin üzerine ve yarım bir kalp, batan bir aya benziyordu…
Kaç bahar geçti sahi? Ne ummanlar aÅŸtım, ne denizlerden taÅŸtım da bakamadım gözlerinin derinliÄŸine. Mavi bir gülüşe bakardı belki de ayaklarının geri gidiÅŸi…
Özgür HANCIOĞLU
ozgur.hancioglu@hotmail.com
( mavi gülüşlüm )
Bu gece de ay battı. Öksüz bir bardak çayın demi gibi, tablodaki en sessiz gemi gibi, gözlerimin nemi gibi akıp gidiyor zaman… Hiçbir hüzün senin kadar yakışmadı ÅŸu sahipsiz yüreÄŸe. Ve ellerinden içtiÄŸim her damla su gibi azizdir, baÄŸrımdaki hatıran.
Uyusam, yine o uzak dağların ardından doğar mısın günlerime? Geçtiğin her buluttan yağmurlar bırakır mısın sır küplerime? Yıkar mısın yine gözlerimden ayrılığı? Bir güney rüzgarı olup da değer misin sensizliğin gamzelendiği yanaklarıma? Süzülür müsün damla damla, gidişinin kol gezdiği topraklara; papatya olur musun ellerimde?
Bahçemde yılgın bir nisan güneşi. Kimbilir kaç bahar bıkkın, yağmursuz?
Kaç yaÄŸmur bahardan habersiz girmiÅŸ saçak altlarına? Yalnızlığım bir ekmek mayası kadar kabarmış. Eteklerinin merdivende dansı, miskin kedilerin belki de son ÅŸansıymış. Merdiven baÅŸlarında yarası kanayan çocuk dizleri ve duvarlarda sessiz sedasız ÅŸarkılar. AÄŸaçta sallanan bir keman namesi, dibinde devrik iskemle gölgesi. Nasıl kıydın verdiÄŸin sözlere? Söyle ÅŸimdi, Nisan’da gitmek olur mu?
Ağır adımlarla yürüdüğün ve her bir taşına saçlarının bir telini düşürdüğün avluda saklı yaralarım. Neden koÅŸup sarılamadım ki sana? Ben korkularıma, inadıma ve köhnemiÅŸ gururuma; kıskançlığıma, yerli yersiz kaygılarıma ve hatta yazgıma sarıldım da, neden sarılamadım boynuna? Elalem ne der dedim, koÅŸamadım ardından. Oysa nerden bilebilirdim, kapkara bir ayrılık vagonunun peÅŸinden koÅŸtuÄŸumu? İstasyonda tek bir sarı saç teli, elimde sarısı düşmüş papatyalar…
Bu sabah ilk kez bağırdım kendime. Aynaya acı bir gülümseme astım ve çirkef bir geç kalınmışlık sustum. Sonra ellerimi baÄŸladım, biraz aÄŸladım…
YutkunduÄŸum tüm sözcükleri çıkardım çekmecemden, ortalığı dağıttım. Gözlerimi masaya bıraktım ve bir tabak daha koydum yalnızlığın en ücra köşesine. Çatalın ucunda iyimser bir ısrar parçası, yüzünde sitemkar gülümseyiÅŸ. Papatyaların yarısı bana, sarısı Tanrı’ya dönüktü. Kalbimin yarısı bana, gerisi boÅŸluÄŸa dönüktü. Lambadan karanlık yağıyordu yarım bir kalbin üzerine ve yarım bir kalp, batan bir aya benziyordu…
Kaç bahar geçti sahi? Ne ummanlar aÅŸtım, ne denizlerden taÅŸtım da bakamadım gözlerinin derinliÄŸine. Mavi bir gülüşe bakardı belki de ayaklarının geri gidiÅŸi…
Özgür HANCIOĞLU
ozgur.hancioglu@hotmail.com
"Özgür HANCIOĞLU" bütün yazıları için tıklayın...