TDK’NİN “YAZIM KILAVUZU”NA GENEL BAKIŞ
Yazım Kılavuzu’na Genel Bakış
TDK Başkanı Prof. Dr. Sayın Şükrü Halûk Akalın’la 16 Haziran 2005’te ilk kez görüştüğümde, TDK’nin o güne kadarki yanlış uygulamaları ve yazım kurallarına ilişkin düzenlemelerini eleştiren birçok yazı yayınlamış, bunların çoğunu TDK’ye de yollamıştım
(Bkz. http://www.fokada.com/Default.asp?sayfa=10&id=247, http://www.fokada.com/Default.asp?sayfa=10&id=250 , http://www.fokada.com/Default.asp?sayfa=10&id=234, http://www.fokada.com/Default.asp?sayfa=10&id=222 ).
Başkanın makam odasında bir saatten fazla sohbet etme olanağı bulmuştum. Sayın Başkan’ın TDK’ye yönelik sert eleştirilere hoşgörülü ve makul yaklaşımı doğrusu çok hoşuma gitmiş ve bunu görüşme sonrasında yayımladığım bir yazımda da belirtmiştim. (bkz. http://www.fokada.com/Default.asp?sayfa=10&id=251) Sayın Başkan, bana 2005 Eylül ayında, “Yazım Kılavuzu”nun yapılacak yeni baskısında son eleştiriler göz önüne alınarak pek çok düzeltmenin yapılacağını belirtmişti.
Gerçekten yeni 2005 baskısını gözden geçirdiğimizde bu konuda pek çok olumlu adımın atıldığını görmekteyiz. Ama yapılan değişikliklerin doyurucu olmaktan hâlâ uzak olduğu da açıktı.
TDK’nin hazırladığı Yazım Kılavuzu’nun 2008 baskısını merak edenlere işte birkaç not:
OLUMLU DÜŞÜNCELER:
1) Yazım Kılavuzu’nun başına eklenen “Sunuş” yazısı, bizdeki “Yazım Kılavuzu” tarihçesini samimi ve yansız bir dille aktardığı için TDK’ye ve Sayın Başkan’a teşekkür ediyorum.
Türkçenin en önemli sorunlarından biri elbette yazımdaki karışıklıktır. Bir türlü önüne geçilemeyen bu sorunun temel nedenlerinden biri, “Sunuş” yazısında da belirtildiği gibi TDK’nin bir süre önce izlediği yanlış politikalarsa, bir başka nedeni de ticari amaçlı “Yazım Kılavuzları” ve eğitim-öğretime dönük özel yayınlardır. Bu konuda da daha önce MEB ve TDK’ye açık çağrıda bulunarak yasal yolların ve bilimsel denetleme yönteminin kullanılması gerektiğini belirtmiştim. () Çünkü piyasadaki kitaplarda yer alan yanlışların on binlere, yüz binlere ulaştığı açıktı. Neredeyse kitap çıkaran her insan, hemen hemen her konuda kişisel bulgularını, geçerli tek doğru ilan ediyordu. Denetim taraftarı olduğum için değil; ama en kötü denetimin, denetimsizlikten iyi olacağına inandığım için söyledim bunu. Yazım bunalımından çıkmanın, o bunalımı hafifletmenin en sağlıklı yol olduğuna inanıyordum çünkü. Yazım Kılavuzu’nun “Sunuş” yazısında: “Ülkemizde yazım kılavuzu hazırlamak ve yayımlamak görevi, Anayasa’nın 134. maddesine dayalı olarak çıkarılan 2876 sayılı yasanın 37. maddesinin b fıkrasıyla Türk Dil Kurumuna verilmiştir.” denmektedir.
2) “Sunuş” bölümünde herkesin yüreğine su serpecek bir özeleştiriye değinmeden ve bu samimi yaklaşımından dolayı TDK’ye teşekkür etmeden geçemeyeceğim. Sayın Başkan diyor ki: “… 1985 baskılı İmlâ Kılavuzu, olumsuzlukları gideremediği gibi yazımda yeni tartışmalara da yol açmıştır.” Hata yapıldığını kabul ettiğine göre, Sayın Başkanı ve TDK’yi alkışlamak gerekir. Yine de gönlümüzden geçen düşünce şudur: Keşke o büyük hatalar yapılmasaydı.
Yine aynı yazıda şöyle bir ifade dikkatimizi çekmektedir: “Dil birliğinin sağlanması için öncelikle yazımda birliğin sağlanması gerektiği düşüncesinden yola çıkılarak birleştirici bir kılavuz hazırlanması için çaba harcanmıştır.”
3) “Konservatuvar, laboratuar, repertuvar, tretuvar,tuval,tuvalet” sözcüklerindeki yerleşmiş “v”li yazım biçimini benimsemeniz birleştirici bir yaklaşımdır.
4) Yeni “Yazım Kılavuzu”nun herkesin kılavuzu olma yolunda olduğunu sevinçle görmekteyim. Yazım Kılavuzu’nda “hane” ve “ev” sözcükleriyle birleşen “dershane, hastane, postane, pastane, eczane; öğretmenevi, orduevi, aşevi, gözlemevi, orduevi, huzurevi, konukevi, basımevi, kitabevi” yazımları, zaten toplumun yıllardır benimseyip kullandığı yazım biçimleri olduğundan bu yazımları TDK’nin bir kez daha benimsediğini görmüş olmak doğrusu sevindirici. Çünkü bu konuyu 2005 yazındaki görüşmemizde, makam odasında Sayın Başkanla uzun uzun konuştuk ve TDK’yi bu eski yanlışından dolayı eleştirmiştim. TDK’nin kararını aldığı bu olumlu değişiklik kararını o görüşmeden çıkar çıkmaz yazdığım bir yazıyla kamuoyuna duyurmuştum.
5) “Alt”, “üst” ve “üzeri” sözcükleriyle kurulan bileşik sözcüklerin bitişik yazımının benimsendiğini görmekteyiz: “akşamüstü, ayaküstü, baş üstüne, gerçeküstü, olağanüstü, suçüstü, yüzüstü; akşamüzeri, öğleüzeri, ayaküzeri; bilinçaltı, gözaltı, şuuraltı, ayakaltı…”
6) “Ağaçkakan,cankurtaran, oyunbozan, gökdelen, saçkıran, yelkovan, yolgeçen, çöpçatan, dalgakıran; akımtoplar, altıpatlar, barışsever, bilgisayar,dilsever, uçaksavar, füzeatar, yurtsever; hacıyatmaz, kadirbilmez, kuşkonmaz, külyutmaz, tanrıtanımaz, varyemez; çıtkırıldım, fırdöndü, hünkârbeğendi, imambayıldı, külbastı, mirasyedi, papazkaçtı, şıpsevdi, zıpçıktı, dedikodu, kaptıkaçtı, oldubitti,; biçerdöver, göçerkonar, konargöçer, okuryazar, uyurgezer, yanardöner; kaçgöç, örtbas, veryansın, yapboz, gelgit, yazboz (tahtası), gelgit” gibi bileşik sözcüklerin bitişik yazımının bu kılavuzda benimsenmiş olması da aynı güzelliktedir.
OLUMSUZ DÜŞÜNCELER:
7) 1987’ye kadar “Hıristiyan” diye yazılan, toplumca benimsenen bu sözcüğün yazımının ısrarla aslına benzetilmeye çalışılması çok şık bir tavır olmamıştır. Eğitim-öğretimle ilgili, geçmişteki değişik yayınlara, ÖSS sorularına, gazete ve dergi yazılarına göz atıldığı takdirde, söylediklerimizin doğruluğu ortaya çıkacaktır.
8) Yazım Kılavuzu’nun 28. sayfasının 8. maddesinde diyorsunuz ki: “Dış, iç, öte, sıra sözleriyle oluşturulan birleşik kelime ve terimler ayrı yazılır: ahlak dışı, çağ dışı, yasa dışı; hafta içi, yurt içi; fizik ötesi, mor ötesi, sınır ötesi; aklı sıra, ardı sıra, yanı sıra, peşi sıra…
Ne yalan söyleyelim, “sıra” sözcüğüyle kurulanları bir yana koyarsak, geriye kalan bütün sözcüklerin bu yazımını yadırgamamak olanaksız. Bunlar üzerinde birlikte bir kez daha düşünmekte yarar var. Genel yayın taraması yapılarak bu karar gözden geçirilebilir diye düşünüyorum.
9) İyi dilek bildirmekte kullanılan “sağol” sözcüğünün yerleşmiş bitişik yazıma rağmen “sağ ol” biçiminde yazılması da eleştirilebilecek noktalardandır.
10) Yeni “Yazım Kılavuzu”na göre “bilinçaltı, şuuraltı” gibi sözcükler bitişik; “köprü altı” ayrı yazılacak. Yani yazılarımızda “İnsanın bilinçaltı gerçeği, şuuraltı etkinliği” diyebiliriz de “köprüaltı çocukları” demeyeceğiz. “Köprü altı çocukları” diye söz edeceğiz.
11) Şimdi gelelim TDK’nin bence en çok tartışılması gereken yazım kuralına. Kurum, diyor ki: “Kurum, kuruluş ve kurul adlarının her kelimesi büyük harfle başlar: Türk Dil Kurumu, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Milli Kütüphane, Atatürk Orman Çiftliği Çankaya Lisesi, Yeşilay Derneği, Muharip Gaziler Derneği, Danışma Kurulu, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü.”
Bu maddedeki “Danışma Kurulu”, “Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü” ifadeleri ayakları havada kalan ve temeli hiçbir zaman doldurulamayacak olan tartışmalı örnekler olarak kalacaktır. Neden mi? Bir kere bu ifadelerin özel isim olma özelliği yoktur; çünkü hangi kurum ya da kuruluşun “danışma kurulu”ndan veya hangi üniversitenin “Türk dili ve edebiyatı bölümünden söz edildiği belli değildir. Oysa ifade şöyle olsaydı bunları büyük harfle yazabilirdik: Gazi Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü mezunu bir öğretmenim var.” ya da: “Adana Yeni Sistem Dershanesi Danışma Kurulu oluşturuldu.” derdik.
“Türk Dil Kurumu, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Milli Kütüphane, Atatürk Orman Çiftliği Çankaya Lisesi, Yeşilay Derneği, Muharip Gaziler Derneği” örneklerine hiçbir itirazımız yok. Ancak Son iki örnekte yer alan “Danışma Kurulu, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü.” gibi örnekler çok kafa karıştıracağa benziyor. Özel ad niteliği taşımayan ve belli bir yeri işaret etmeyen bu adlar neden büyük harfle yazılmaktadır? Örneğin “TDK Yürütme Kurulu”, Özel Gündoğdu Koleji Yönetim Kurulu, Dokuz Eylül Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, Çukurova Üniversitesi Biyoloji Bölümü…” dense tamamdır. Ama böyle bir durum yok. İşte 2010 YGS sorusunda geçen : “1969 yılında Güzel Sanatlar Akademisini bitirdim.” yanıltıcı ifadesi de bu çelişkili mantığın ürünüdür. Bu yazım yanlışının bir an önce düzeltilmesinde yarar var. Aksi takdirde “ilköğretim okulu, lise, üniversite, yüksekokul, akademi, eğitim fakültesi, hukuk bölümü, kimya bölümü, sergi komitesi, jüri üyeleri, reklam departmanı, bölge temsilciliği, gazete bayiliği, okul yönetimi” gibi pek çok tür adının karışıklığa yol açacağı ortadadır. Bu nedenle Yazım Kılavuzu’nda yer alan: “Kurum, kuruluş ve kurul adlarının her kelimesi büyük harfle başlar.” ifadesinin en kısa zamanda açıklığa kavuşturularak: ”Özel ad niteliği taşıyan Kurum, kuruluş ve kurul adlarının her kelimesi büyük harfle başlar.” biçimine dönüştürülmesi gerekmektedir.
12) TDK yetkililerinin bugüne kadar yazımda yaptığı yanlışlardan biri de bence “unsur, eleman” anlamına gelen ve on yıllardır “öğe” biçiminde yazı dilimizde kullanılan sözcüğün söz konusu kılavuzda yer almamasıdır. Son baskıda da -bilinçli ya da bilinçsiz- buna yer verilmediğine göre, kimi öğretmenlerimiz, okullarda bunu “öge”, kimi de benim gibi “öğe” diye öğretmeye devam edecektir. Yerleşmiş yazım kurallarıyla oynamak, yalnızca karışıklık nedenidir. Tehlikeli oyunlardır. Şu anki kılavuzu hazırlayanlar da dahil herkes, okulda bu sözcüğü “öğe” biçiminde öğrenmişken bunu değiştirmeye kalkmak cinayettir. ÖSS sorularına ve eğitim yayınlarında buna ilişkin bir tarama yapılması yeterlidir.
13) “Kısaltmaların Yazımı” başlığı altında yer alan kimi düşüncelerin de gözden geçirilmesi gerekmektedir. Burada kısaltmalarla ilgili belirli bir kural konmamış, kuralı ortaya koyanların benimsediği ve kendi içinde çelişen bir yazım biçimi benimsenmiştir. Kısacası bu konu, bir oldubittiye getirilmiştir.
50. sayfada 3. maddede: “Kuruluş, kitap, dergi ve yön adlarıyla element ve ölçülerin dışında kalan kelime veya kelime gruplarının kısaltılmasında, İLK HARFLE BİRLİKTE KELİMEYİ OLUŞTURAN TEMEL HARFLER dikkate alınır.” ifadesi yer almaktadır. Bu alıntıda geçen “temel harfler” sözü herkesin uzlaşabileceği açık bir ifade midir acaba? “Kelimeyi oluşturan temel harfler”den amaçlanan nedir? Bir yazım kılavuzunda böyle ucu bucağı belirsiz ifade olur mu?
TDK, buna ilişkin kısaltma örnekleri verirken : ”Alm. (Almanca), İng. (İngilizce), Kocatepe Mah. (mahalle), Güniz Sok. (sokak) fiz.(fizik), kim.(kimya)” gibi kısaltma örneklerinde ilk üç harfi alarak kısaltma yoluna gitmiş; ancak ileriki örneklere baktığınızda “Dr. (doktor), Prof. (profesör), Av.(avukat), is. (isim), sf.(sıfat), hzl.(hazırlayan), çev.(çeviren), ed.(edebiyat, editör), “ gibi belirli bir ölçütü olmayan örneklere de yer vermektedir.
Yazım kılavuzu, bir dilin yazım birliğini sağlamaya dönük kurallar bütünüdür. Bu nedenle ortaya konulan kuralların anlaşılır ve kesinliği olmasına dikkat edilmelidir.
14) Kitabın 19. sayfasında 15. sayfasında : “Kurultay, bilgi şöleni, açık oturum vb. toplantıların adlarında yer alan her kelime büyük harfle başlar: V: Uluslararası Türk Dili Kurultayı, Manas Bilgi Şöleni…” TDK, bu kuralı koyduktan hemen sonra kitabın 20. sayfasında 18. maddenin ç bendine örnek verirken “Lale festivali 25 Haziranda başlayacak.” örneğini verirken bu kurala ters düşerek “Lale Festivali” biçiminde yazılması gereken adı yanlış yazmıştır.
15) TDK, bütün yazılarımıza ve uyarılarımıza karşın, son yıllarda dilimize gelip yerleşen ve TDK’nin ihmali sonucu yazım kargaşasına neden olan “chat, mail, nick, “ gibi teknoloji ürünü sözcüklerin yazımına ilişkin bir politika üretmekten ısrarla kaçınıyor. Bunlardan kaçarak sorun çözülemeyeceğine göre, toplumda da bu sözcükler yaygın biçimde yanlış kullanıldığına göre tutulacak yol, yerleşmiş yazım kurallarına uyarak bunları söylendiği gibi “çet, meyl, nik” biçiminde yazmayı önermektir. Bu konuda çok geç kalınsa da zararın neresinden dönülürse kârdır. Yanlışta ısrar olmaz.
16) Yazım Kılavuzu’nda anlatımda savrukluk ve özensizlik örnekleri çoktur. Bu ifadeleri daha iyi anlamak için iki maddeyi örnek vermekte yarar var. Kitabın 22. sayfasında 6. maddede şöyle denmektedir: “-an/-en, -r/-ar/-er/-ır/-ir, -maz/-mez ve –mış/-miş sıfat-fiil eklerinin kalıplaşmasıyla oluşan birleşik kelimeler bitişik yazılır: ağaçkakan, alaybozan, cankurtaran, çöpçatan, dalgakıran,filizkıran, gökdelen,oyunbozan…”
Aynı kitabın 27. sayfasının 3. maddesinde de deniyor ki: “-r/-ar/-er, -maz/-mez ve –an/-en sıfat-fiil ekleriyle kurulan sıfat tamlaması yapısındaki birleşik kelimeler ayrı yazılır: bakar kör, çalar saat, çıkar yol, güler yüz, koşar adım, yazar kasa, çıkmaz sokak, uçan daire…”
Bu iki açıklama arasındaki tek fark, ikincilerin “sıfat tamlaması” biçiminde kurulmuş olmasıdır.
Bu kural yüzünden on yıllardır bitişik yazımı benimsenen ve tür kayması yoluyla oluşan “uçandaire (ufo), yakartop(oyun adı)” gibi sözcükler yeni bir yazım karışıklığına neden olacaktır.
17) “Yabancı Özel Adların Yazılışı” bölümünde sözcüklerin kökenleri çok ayrıntılı açıklanarak kafa karışıklığı yaratılmaktadır. Oysa yazım kılavuzları, bir dilin olabildiğince açık ve kısa anlatımlı dil kurallarını içermelidir ki herkesçe anlaşılabilsin. TDK’nin Yazım Kılavuzu’nda “Arapça-Farsça”, “Latince”, “Yunanca”, ”Rusça”, “Çince ve Japonca” adların yazılışı ayrı ayrı maddelerle açıklanarak kılavuz, gereksiz ayrıntılara boğulmuştur.
Bu konudaki önerimiz şudur: A) Latince Kökenli Adların Yazımı, B) Latince Kökenli Olmayan Adların Yazımı.
Noktalamayla İlgili Eleştiriler
18) Kitabın 20. sayfasında “Uyarı” bölümünde verilen “Özel adlar yerine kullanılan ‘o’ zamiri cümle içinde büyük harfle yazılmaz.” kuralı, “Kesme İşareti” başlığı altındaki bir “Uyarı”da 46. sayfada gereksiz yere tekrarlanmaktadır.
“Virgül” başlığı altında 8. maddede “Konuşma çizgisinden önce konur.” denmiş ve örnek olarak da:
“Bahçe kapısını açtı, Sermet Bey’e,
–Bu anahtar köşkü de açar, dedi.”
Ömer Seyfettin’den alınan bu örnek, Ömer Seyfettin’den günümüze kadar değişmeden mi gelmiştir? Son yılların edebiyat kitaplarında böyle kullanılmakta mıdır virgül acaba? TDK’nin bence asıl sorunu buradadır. Dilde tutuculuğu benimsemek, dilde doğruluğu yakalamak değildir. Önce buna inanmak gerek. Çünkü dille uğraşan herkes iyi bilir ki dil, birileri istedi diye değişmez ama, değişince birileri istedi diye de yerinde durmaz. Burada TDK yetkililerine “Dil, canlı bir organizmadır.” sözünü bir kez daha anımsatmakta yarar var.
Normalde bu tür alıntılarda konuşma çizgisinden önce iki nokta konmalıdır. Bu noktadan hareketle merak edip iki nokta(:)nın kullanımına bakıyorsunuz, iki noktanın bu kullanımına yer verilmediği gibi alıntıların tırnak içinde verildiği cümlelerde kullanılması gerektiğine ilişkin en ufak bir açıklamaya da kılavuzda yer verilmemiştir. Son derece yaygın olan bu kullanımı TDK’nin fark etmemiş olması talihsizliktir. Eğer TDK yetkilileri, iki noktanın kullanımına ilişkin bilgileri hazırlarken ÖSS sorularına bakmış olsalardı pek çok soruyla karşılaşacaklardı. Demek ki onlar değişen ve gelişen günümüzün dilinden çok eski örneklere saplanıp kalmayı tercih etmektedirler. Belki de en büyük eksiklikleri budur. Oysa TDK’nin görevi eski yazım kurallarını ortaya çıkarmak değil, günümüzün yazım yanlışlarına etkin çözümler üretmektir.
19) Nokta” başlığı altında hem yukarıda az önce açıkladığımız maddeyle çelişen bir yazım örneği görmekteyiz hem de hatalı bir örnek verilmiştir. Yazım Kılavuzu’nu hazırlayan TDK, 1. maddede diyor ki: “Kendisinden sonra örnek verilecek cümlenin sonuna konur:
–Buğdayla arpadan başka ne biter bu topraklarda?
Ziraatçı sayar:
–Yulaf, pancar, zerzevat, tütün…”
Allahaşkına örneğe dikkat edelim. Gerçekten açıklamayla örtüşüyor mu? Yani iki noktadan sonra örnek mi verilmiş yoksa alıntı mı yapılmıştır? Bir yazım kılavuzunda bunları normal karşılamaya olanak yoktur. Örnekleri, açıklamalarıyla örtüşmüyorsa o yazım kılavuzu inandırıcılığını baştan kaybeder.
Bu örnek, Yazım Kılavuzu’nun 34. sayfasının 8. maddesindeki “(Virgül), konuşma çizgisinden önce konur.” kuralıyla da çelişmektedir. Karşılıklı konuşmadan alınan bu söz, düpedüz bir alıntıdır. Bize göre burada iki nokta kullanılması son derece doğrudur ama TDK, bunu onaylamadığı halde kendi içinde çelişkiye düşmektedir. Sorun buradadır.
20) Kitabın 38. sayfasında 5. maddede iki noktanın kullanımı açıklanırken aynen şöyle denmektedir: “Genel Ağ adreslerinde kullanılır: http://tdk.org.tr” İnsaf artık insaf!.. Nasıl olur da sıradan bir terim olan “Genel Ağ” özel ad gibi yazılır? Pes doğrusu! Bunu da TDK kurum ya da kuruluş adı diye mi açıklayacaktır acaba?
Kısaca belirtmek gerekirse, TDK’nin attığı olumlu adımlar sevindirici. Fakat bu hâliyle Yazım Kılavuzu baş ağrıtmaya devam edeceğe benziyor. Yeni baskılarda, karmaşaya yol açacak belirsiz ifadelerin ayıklandığı, yerleşmiş yazım kurallarının benimsendiği, çağdaş teknolojik terimlerin de yer aldığı ve doğru yazımlarla dolu bir Yazım Kılavuzu görmek en büyük dileğimizdir.
21) “Uzun Çizgi” başlığı altında: “Yazıda satır başına alınan konuşmaları göstermek için kullanılır. Buna ‘konuşma çizgisi’ de denir.” (s.42) dendikten sonra şöyle bir örnek verilmektedir:
“Dedi:
- Hana sağ indi, ölü çıktı geçende!”
Görüyorsunuz değil mi çelişkiyi konuşma çizgisinden önce iki nokta kullanılmış.
Bu sayfadan sonraki sayfada, yani 43. sayfada bu kez “Tırnak İşareti” başlığı altındaki açıklamayı izliyoruz:
Başka bir kimseden veya yazıdan olduğu gibi aktarılan sözler tırnak içine alınır:
Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesinin ön cephesinde Atatürk’ün “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir.” vecizesi yer almaktadır. Ulu önderin “Ne mutlu Türk’üm diyene!” sözü her Türk’ü duygulandırır.
Bu iki örnekte de görüldüğü gibi TDK, tırnak içine alınmış alıntılardan önce iki noktayı kullanma taraftarı da değildir, onlara göre iki noktanın böyle bir işlevi de yoktur. Oh ne güzel! İşimize geldiği gibi yazalım olsun bitsin. Nereden çıktı bu, demeyin. Aynı kılavuzda, aynı sayfada, hatta bu örneklerden sonra bir örnek daha var. Ona bakarsak neden böyle dediğim anlaşılacaktır. İşte örnek:
Bakınız, şair vatanı ne güzel tarif ediyor:
“Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır.
Toprak eğer uğrunda ölen varsa vatandır.”
Alın size iki nokta kullanımı… Kim demiş tırnak içine alınmış alıntılardan önce iki nokta konmaz diye? Kafanız karışmadı mı bu çelişkili örneklerden? Benim başım döndü gerçekten. Tek kelimeyle üzücü. Bunca yıldır TDK hâlâ kendine bir çekidüzen veremedi. Hâlâ toplumunun kırdığı gönlünü kazanmayı hak edecek düzeye gelemedi. İşte asıl üzücü taraf bu.
22) Değinilmesi gereken pek çok şey var daha ama son bir maddeye değinip geçelim. Yazım Kılavuzu’nun “Kısaltmalar” bölümünde 1. maddenin sonunda bir açıklama dikkat çekmektedir:
“Gelenekleşmiş olan T.C (Türkiye Cumhuriyeti) ve T. (Türkçe) kısaltmalarının dışında büyük harfle yapılan kısaltmalarda nokta kullanılmaz.” Kitabın ”Kısaltmalar Dizini” bölümüne merak edip bakıyorum acaba sözlüklerde yer alan dil adlarını nasıl kısaltmışlar diye. 54. sayfada Ar. (Arapça), Asb. (Astsubay), Atğm. (Asteğmen); 55. sayfada Av.(Avukat), Bçvş. (Başçavuş), Bl. (Bölük); 57. sayfada Cum. Bşk. (Cumhurbaşkanı), Doç.(Doçent); 59. sayfada Far. (Farsça), Erm. (Ermenice); 60. sayfada Fr. (Fransızca) örnekleri uzayıp gidiyor. Kendisiyle çelişen böylesi düşüncelerin çok olduğu bir kılavuz, değil topluma, hazırlayıcılarına bile yol gösterici olamaz.
Sonuç:
Sınava giren ilköğretim ve lise öğrenci sayılarının üç milyonu bulduğu bir ülkede, aileleri de katarsak yaklaşık on milyon insanın yaşamını ve geleceğini yakından ilgilendiren sınav gerçeğinin yaşandığı bir yerde “yazım kuralları”yla bu kadar rahat oynanamaz. Bu sınavlarda bir puanlık dilim aralığında ortalama 12.000 kişinin bulunabildiği varsayılırsa öğrencilerin hayatıyla sürekli oyun oynandığı sonucuna varılır ki bu da bir cinayettir. Sınav sorularını hazırlayan gerek MEB ve gerekse ÖSYM, bu konuda duyarlı olmalı ve oturmamış yazım kurallarından ısrarla kaçınmalıdır.
Okuyucularımız daha iyi anlasınlar diye bu durumu ÖSS’de çocuklarımıza bu yıl sorulan bir örnekle aktarmak istiyorum:
ÖSS 1993 SORUSU:
Aşağıdaki cümlelerin hangisinde yazım yanlışı vardır?
A) Aradığın bilgiyi ansiklopedinin 6’ncı cildinde bulabilirsin.
B) Mektubuna “Sayın Başkan” diye başlayabilirsin.
C) Konser yarın akşam saat 20.30’a ertelenmiş.
D) 1975’te Liseyi, 1979’da Üniversiteyi bitirmiş.
E) 22 Mart Pazartesi günü göreve başlayacakmış.
(cevap: D)
2010 YGS SORUSU:
“1969 yılında Güzel Sanatlar Akademisini bitirdim. Resim yapmaya
I
karikatürist olarak başladım. Çizdiklerimi 10 liraya satardım Dolmuş,
II
Tel, Pardon gibi dergilere. İlk sergimi 1959 yılında Taksim meydanında
III IV
Açtım ve yalnızca üç tablo satarak yer kirasını ancak ödeyebildim.”
V
diyor usta ressam sanat yaşamının ilk yıllarını anlatırken.
Bu parçadaki altı çizili sözlerden hangisinin yazımı yanlıştır?
A) I. B) II. C) III. D)IV. E)V.
(cevap: D)
Örneğin 2010 YGS’de bir de baktık ki ÖSYM, kendisiyle çelişen yeni yazım kuralları icat etmiş. “1969 yılında Güzel Sanatlar Akademisini bitirdim.” cümlesindeki altı çizili bölüm doğruymuş. Yahu on yıllardır özel ad niteliği taşımayan “özel lise, açık üniversite, özel ilkokul, spor akademisi, eğitim fakültesi, eğitim enstitüsü” gibi kavramlar küçük harfle yazılır diye öğrenip öğretmedik mi? Yoksa bunlar, TDK’nin istediği türden birer kurum ya da kuruluş adı değil midir?
Hattâ ÖSYM’nin kendisi bu konuyu 1993 ÖSS’de “1975’te Liseyi, 1979’da Üniversiteyi bitirmiş.” cümlesindeki altı çizili sözcükler nedeniyle yanlış yazım diye benimsememiş miydi? Doğru cevap olarak da 1993’te cevap anahtarında belirtilmemiş miydi bu seçenek? Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu?
Bu durum hepimizin ayıbıdır. Eğitim-öğretimdeki bu çelişki ve yanlışlar bir an önce giderilmelidir.
Şimdi daha önceki önerimizi yineleme zamanıdır: TDK, dile gönül vermiş kişi, kurum ve kuruluşlarla, bir araya gelip bundan sonraki yazım kurallarına son biçimini vermeli ve Yazım Kılavuzu’nun yeni baskısına gitmelidir.
Bu yazımızın birer örneğini TDK (Türk Dil Kurumu), MEB (Milli Eğitim Bakanlığı) ve ÖSYM’ye göndermek suretiyle onlardan kamuoyunu ciddiyetlerine yakışır biçimde aydınlatacak samimi bir cevap bekleyeceğiz. Gelen her cevabı kamuoyuyla paylaşacağız.
Adana, 23 Nisan 2010 Cuma
|