“Ah, Kalamış’tan, Ah Kalamış’tan !”
Hey hey de hey! Aman efendim, ne güzel günlermiş, o günler. Taş plakların taçsız kraliçesi Deniz kızı Eftalya Sadi hanım, özlemle anlatır: Büyükdere’de otururlarmış ve mehtaplı gecelerde bir sandala atladıkları gibi Boğaz’a açılırlar, başlarlarmış şarkı türkü çağırmaya. “Biz şakıya girdik mi, bir de bakardık, sağımız solumuz alaturka musıkiye aşina sandallarla dolmuş.”
Deniz kızı Eftalya Sadi hanım çocuk yaşında ve babasıyla Boğaz’da mehtap sefası yaparlarken bir başka ehli-i keyf de Heybeli’de mehtaba çıkarmış. Yanı sıra, saz sesleri sahile akseder, bir başka “dem”ler yaşarlarmış.
Hayır, bitmedi, bir başka rint topluluğu da “bir tatlı huzur” almak için (elbette mehtap zamanı ve denize açılmış sandallarla) Kalamış’a gidermiş. “Çepeçevre bahar içinde bir yer gördük-Ferhat ile Şirin’i beraber gördük-Baktık geceden fecre ellerde-Yıldızlara yükselen kadehler gördük” diyerek.
Kuşkusuz, o dönemde (aslında daha uygun olarak devirde demem gerek) dönemin “başka”lığına yaraşır “başka” insanlar yaşarmış. Hayata bakışları da, yaşama biçimleri de çok ama çok “başka”ymış. Gerçekten birer ehl-i keyf adamı mıymışlar, yoksa bir kültür birikimi aracılığında eğitilmiş, inceltilmiş insanlar mı olabilir? Olabilir.
Musıki anlayışları bile bugünün musıki anlayışlarına benzemezdi, biliyor musunuz?
Şarkıları ağır aksaktı; ne var ki, geçmişi yadsımayan, yozluğa yüz vermemiş makamları da, şarkıyı şarkı yapan sözleri de o günlerdeki toplumun olanca çirkin yanlarına tanıklık (bugünküler gibi) etmiyordu. Her şey büyük bir ağırbaşlılık içindeydi ve toplum henüz kendi içinden harp zenginleri, vurguncular, karaborsacılar, tefeciler, rant yiyicileri, kırsal kesimden büyük kente gelip ne oldum delilerini vitrine çıkarıp vitrinlememişti.
“Bir tatlı huzur”un biyografi kahramanı Münir Nurettin zamanında musıki, asla içki sofralarına, sarhoş masalarının eğlentisi durumuna indirgenmemişti. O, arkasında tek tip giysiler giymiş saz topluluğu, kendisi ya çok koyu renk giysili ya da farklı sahne alır, gerçek bir konser ciddiyeti içinde dinleyicileriyle kendisi arasında aşılmaz bir mesafe koyarak şarkılarını okurdu. (Her zaman bir elinde eksik etmediği beyaz mendilini de unutmalara getirmeden ve dinleyenler ona, o dinleyenlere saygılı olarak)
“İlk solist, ilk frak giyerek şarkı söyleyen lirik tenor, böyle bir gösteriye soyunabilen ilk cesur adam”dı Münir Nurettin.
Ayrıca, o alaturka müzik eğitiminin kusursuzluğuna karşılık, bununla yetinmeyen, Fransa’ya gitmek, batıda eğitim görmek isteyen ilk alaturka şarkıcımızdı da. Paris’e gitmiş, vokal çalışmaları yapmış, şan, solfej ve piyano dersleri almıştır. Batı onu bir noktaya da yöneltmiştir.
Avrupa insanı müziğin klasiğini iki saat süreyle konser salonlarında nasıl çıtsız ve nasıl zevk alarak dinleyebiliyorlarsa, Türk insanı da aynı saygıyı, ilgiyi göstermeliydi.
Toplumsal eğitim salt okullardan mı alınır? Hayır, kitabın ve müziğin buradaki katkısı görmezlerden gelinemez. Münir Nurettin işe kendi geleneksel müziğimizin saygınlık ve algılama kazanmasına öncülük etmişti.
Ona kültür açısından çok şeyler borçluyuz. Bize ”bir tatlı huzur” vermişti çünkü.
|