HİÇ BİTMEYECEK GİBİ GÖRÜNEN 20’Lİ YAŞLAR
Her geçen gün dünü aratıyor galiba, ama olsun yarın da gelmekte bu arada. Galiba sırf bunun için, yani yarının içinde barındırdığı umutlar için bıkmıyoruz hayattan. Sırf yarın ne olacağı belli değil diye, her hayalin gerçekleşebilme ihtimalini umutla düşünerek, daha sıkı sarılabiliyoruz hayata. Şimdi 20’lere yeni başlamanın heyecanı ama 20’lerin ortasına doğru yaklaşmanın telaşı, korkusu ve hayatı kaçırmamak için belki de o “Carpe Diem” felsefesini en fazla düstur edindiğimiz çağlarda olduğumuz için çabalıyoruz. Bir yandan da ülkemiz için, dünya için bir telaşımız var. Ne tepki versek ne anlatmaya çalışsak gençlik diye geçiştiriliyor tam anlaşılmadan. Aslında özgürlüğü sonuna kadar yaşadığımız, beynimizin sürekli üretebildiği, güzel şeyler düşündüğü çağlarda çoktan seçmeli sınavlarla fazla seçeneği olmayan bir hayata yönlendiriliyoruz. Gençlerin bolluğunu bilen ama faydasını bilmeyen bir ülkede ya batıdan kaçmakta düşünen beyinler ya da doğuda ölmekte genç beyinler terörden. İşte bu yüzden aslında gençlerin çok olmasının değil, hayattan umutlu gençlerin bir ülkede çok olmasının önemli olduğunu biz biliyoruz.
Üniversite bitip de 20’lerin ortasına doğru yaklaştığımızda, artık hayata bir yerinden tutunmak gerektiğine inanıyoruz. Hayatın eğer hareket etmezsek, bizi içine almadığını öğrendik nitekim. O gerçek hayat bizi içine aldığında adapte olmakta zorlanıyoruz bu sefer. İş bulmanın verdiği haz bir süre sonra yerini monotonluk ve yorgunluğa bırakıyor. Bir bakıyoruz ki üniversitedeki sosyal hayatımızdan eser yok. Sabahlara kadar türlü konularda muhabbet edip sonra güneşin mutlu, umutlu yüzlerimize doğmasıyla yatmayı; sonra kütüphaneye sınava çalışmak için gidip de şiirlere dalmayı sonra da kendini bir roman okurken bulmayı; baharın adını şenlikle anmayı sonra çimlerde uzanıp güzel muhabbetler etmeyi; kafamız bozuk olunca kendimize tatil verip akşama kadar uyumayı kısaca “yaşamak bu olsa gerek” dediğimiz anları özlüyoruz. O denli hayatın kirli oyunlarından uzaktık ki yazarın dediği şu cümle tanımlamaya yeterdi bizi: “Bedenleri, hareketleri alabildiğine güzel, bakışları sakin, yürekleri açık, gülümsemeleri berraktı.”
20’li yaşlarda, sanki sığınacak bir liman aramakla geçiyor hayat. Üniversitede yaşanan en güzel günlerin ardından herkes kendi mücadelesinin içinde buluyor kendini. Komün hayatını sonuna kadar hissettiğimiz günlerden sonra, çarkın dişlileri bir bir davet ediyor bizleri o “gerçek hayat” denilen yere. O hayatın kucağına bıraktığımızda kendimizi işte yukarıda sayılan özlemler doğuyor hayatımızda. O hayatta yani çalışırken, kendini ne kadar yalnız hissetsen de özel hayatını o geçmişte yaşadığın komün hayata ne kadar benzetirsen o kadar mutlu olabiliyorsun hayatta bana göre. Hayatın özünü unutmadan, hırsının kurbanı olmadan ve zamanı durdurmak istediğin anları çoğaltarak mutlu kalabiliyorsun. Herkese göre değişse de mutluluk, tanımı olmasa da güzel yaşamayı bilmek ve öğrenmeye çalışmak mutlu olmaktır bir bakıma.
* Georges PEREC, Şeyler, sf.75
okonukcu@gmail.com
|