On güne bin 500 kilometre
On günlük tatilde bin 500 kilometre yol giderek bu sürenin içine ne güzellikler sığdırdığımı ve yaşadığımı anlatacağım. Ayşe yaklaşık iki aydır ailesinin yanındaydı ve dönmesini bekliyordum. Ağustos ayında planladığım geziyi sürekli erteleyerek Eylül ayına kadar geldik. Eylül ayının beşinde Ayşe’yi otogarda karşıladım. Eve geldik zaten ben kamp malzemelerini birkaç gün önceden hazırlamıştım. Tüm eşyaları aracımıza yükledik ve çevre yolundan rotamızı Muğla’ya doğru çevirdik. Hedefimiz Marmaris’ten Datça’ya uzanan yol üzerindeki Çubucak Orman Kampı’ydı.
Ama Muğla çıkışından Sakar rampalarını inerken gözüm Akyaka-Gökova levhasına gidince dayanamadım ve direksiyonu çevirdim. Yıllar önce Turgut Özal’ı izlemek için Göçek’e gider dönüşte tüm gazeteci arkadaşlar Akyaka’daki Azmak başında balık yerdik; gazetelere öyle dönerdik geleneksel bir anlayış olmuştu aramızda. Aklıma takıldı yaklaşık 16 yıldır bu bölgeye ilk kez geliyorum değişiklikleri görmek istedim. Zaten Akyaka’ya girince Çubucak aklımızdan uçtu gitti.
Akyaka’da yapılaşma çok artmış ancak gözü hiç rahatsız etmiyor, yapılan binaların hemen hepsi ahşap ve taş işçiliğinin birleşmesinden doğmuş en güzel örneklerini sergiliyor.Tek katlı konaklar,yemyeşil bahçelerin içinde, arka fonda asırlık çam ağaçları ve milli park, hemen yanı başında lacivert bir deniz ve inci gibi kumlar.
Akyaka Plajı
Demir attık Akyaka’ya ve tekne ile ilk tur gezimizi Azmak koyunda gerçekleştirdik. Dev okaliptus ağaçları, sazlıklar, ördekler ve kazların kanat çırpmalarını izleyerek, gidiş-dönüş yarım saat süren azmak yolculuğumuzda beldeye iyice büyülendik ve sevdalandık. Tekneden iner inmez kıyıda demir atmış teknelerde satılan yarım ekmek arası sardalya balığını da midemize indirdik;iki balık ekmek beş YTL, gerçekten sudan ucuz.
O kadar keyifli bir ortam var ki Akyaka’da ilk geceyi bir apart otelde geçirdik. Ertesi gün Akyaka’ya 700 metre uzaklıktaki Milli Parka attık kendimizi. Hava karardığı için kamp alanında kendimize gelişigüzel bir yer seçtik ve doğal olarak güneşin sıcak ışıkları ile uyanmak zorunda kaldık. Çok sık çam ağaçları ile kaplı kamp alanında güneşin gireceği bir yere çadır kurmuşuz. Hemen yerimizi değiştirdik. Çadır turizmini sevenler bilirler. Otel değiştirmek zordur ama çadırı kaldırıp beğendiğiniz her türlü alana kurabilirsiniz. On gün boyunca dört kez yer değiştirdik.Üçüncü defa kurduğumuz en güzel yerden kaldırdılar, çünkü karavan alanına çadır kurmuşuz.
Birinci gün Helikopter Şükrü lakaplı kaptanımızın gemisi ile birbirinden güzel koyları gün boyunca dolaştık durduk. Lacivert koy, inci kum plajı, Sedir Adası, Tavşan Adası. Kaptan her koyda yarım saat mola veriyor ve biz de her koyda gemi demir alana kadar yüzüyoruz. Lacivert ve mavi ılık sularda Gökova Körfezi’nin keyfini çıkardık. Denizde yüzdük ve sulara sarkan çam ağaçlarının gölgesinde serinledik, buz gibi biraları yudumladık.
İkinci gün sabah erken kalkıp kahvaltı ediyoruz ve kamp alanının hemen önünden dik kayalardan kendimizi sulara bırakıyoruz. Mis gibi kokan çam ağaçlarının arasında öğlene kadar yüzüyoruz ve ardından tatlı-tatlı rüzgar esmeye başlıyor ve güneş batana kadar devam ediyor. Gece yatacağımız zaman rüzgar hızını kesiyor, bol oksijen alarak derin uykular çekiyoruz. Ertesi gün soluğu Göçek’de aldık. Turgut Özal’ın sayesinde 20 yıl önce tanıdığım köy kokan Göçek yerini İtalyan kasabası görünümüne bırakmış, sanki Türkiye değil gibi. Göçek’ten bir hamak satın aldık, marinayı gezdik ve bize artık yabancı gelen ama doğal güzellikleri barındıran bu beldeden ayrıldık.
İztuzu Plajı
Çadırımızı tam merkeze kurduk ki, gidiş-gelişler kolay olsun. Bir günümüzü daha kampta geçirdikten sonra dördüncü gün dünyanın sayılı doğal güzellikleri arasında yer alan, Karetta’ların yumurtalarını bırakmak için binlerce mil yüzüp geldikleri Köyceğiz-Dalyan’a uğradık. Tekne dolmuşlar ile sazlıklar arasında kaya mezarlarını izleyerek, diğer teknelerin motor sesleri arasında İztuzu’na ulaştık. Artık bizim insanımız da çevreye önem veriyor. Yıllar önce bu bölgeye Almanlar otel yapmak istemişti ve çevre örgütlerinin direnişi sayesinde proje geri çekilmişti. Hatırlıyorum temel bile atılmıştı. Şimdi uzun plajda ip ile bir hat çekmişler, bu alanda yatmak kalmak ve güneşlenmek yasaklanmış, çünkü altta Caretta Caretta’ların yumurtaları yatıyor. Bu güzel beldeden ayrılmak bir hayli zorladı bizi.
İki gecemizi Marmaris’e ayırdık. Marmaris’e de uzun yıllardır gelmiyorduk. Restoranlar, lokantalar, aklınıza gelebilecek her türlü mekanda yabancılar oturuyor, çay içiyor,yemek yiyor,bira yudumluyor. Şaka gibi gelecek ama adres sormak için kaldırımlarda yürüyen Türk vatandaşı bulmak olanaksız gibi. Marina’da demirleyen yatlara bakmaktan başımız döndü, büyülendik. İyi ki daha el değmemiş Günlüce Koyu yerinde duruyor. Günlük ağaçlarından yayılan tarifi mümkün olmayan güzel kokuyu ciğerlerimize yerleştirdik.
Gelelim gezimizin en hüzünlü bölümüne. Gazeteci arkadaşım Nil Kuyumcu’nun “Amazon Kulüp’ ü görmeden gelmeyin!”sözünü hatırlayarak Marmaris yolu üzerinden Bördübet sapağına girdik. Yaklaşık yedi sekiz kilometre gittikten sonra kara toprak, simsiyah ağaçlar, hızar sesleri ve hüzünle dalgalarını koya yönlendiren, tadı tuzu kalmamış bir deniz ve sessizliğe bürünmüş bir koy ile karşılaştık. Yüzlerce hektar çam ormanı kül olmuş. Bir yanda yeşil çam ağaçları, bir yanda kararmış ağaçlar çok kötü bir tablo, eski durumuna gelmesi 30 yıl…
Yaklaşık birkaç kilometre yanık ormanlık alan içinde gittikten sonra hüznün yerini güzellikler alıyor. Bördübet Koyu’nun Amazon ormanlarından hiçbir farkı yok. Çam ağaçları denizin içine boylu boyunca sarkmış. Çevrede tatilini geçirenler kanolar ile geziyor, görüntüler gerçekten muhteşem. Bu bölgede gezilip görülmesi gereken çok özel ve güzel koylardan biri Bördübet.
Bördübet Koyu
Bölgede tatil yapmayı düşünenlere bir önerim olacak. Akyaka’dan Ören’e uzanan ve çamların arasında yolculuk yapılan bir yol var. Yerkesik Köyü’nden geçen, diğer sevimli ve şirin köylerin arasından Ören’e kadar uzanan yolculuk bir hayli keyifli. Ören’in yarı soğuk yarı sıcak denizi ise bir harika. Ören’in tadını kaçıran Termik Santral, görüntüsü bile korkunç. Yöre halkından geçtiğimiz günlerde balık ölümlerinin arttığını duyduk.
Ramazan ayında tadımız kaçtı. Güneşin batışını izlemek için, kaldığımız kampın tam karşısında Çamlı Köyü’nün inci kum plajına tozlu topraklı yollardan ulaştık. Plajın girişinde elinde muhtarlık bileti ile bizi karşılayan görevli yerli ve yabancı turistlerin akınına uğrayan bu güzel plajda saat 17.00 den sonra kalmanın yasak olduğunu söyledi. Nedenini sorduğumuzda ise ramazan ayı olduğunu ve görevlilerin oruç tuttuğunu bu nedenle plajın saat 17.00 de kapatılmasına muhtarlığın karar verdiğini anlattı görevli. Şaşkın ve isyan halinde oradan ayrıldık.
Bir günümüzü Muğla’ya ayırdık. Dar sokakları, eski ama bembeyaz evleriyle Muğla yüzyılın başındaki gibi bir görünüm veriyor. Sanırım Muğla halkı da bu uygulamaya inanmış ve eski evleri sahiplenmiş, korumuş, iyi bakmış. Özellikle bir Özbek vatandaşının bağışladığı Özbek Evi’ni mutlaka ziyaret etmek gerekiyor.
Akyaka’da Azmak başında başlayan, Ören, Köyceğiz, Dalyan, Marmaris, Günlük, Göçek, Sedir Adası, İnce kum plajı, Yerkesik Köyü ve Muğla’ya kadar uzanan ülkemizin en güzel beldelerinde on gün boyunca keyifli bir tatil geçirdik. Çadır yaşamı ve kamp düzeninden hoşlanan tatilciler için ideal ortamların yer aldığı bu güney bölgemizi öneriyorum.
Akyaka Beldesi
Bördübet Koyu ve kano yapan bir aile
Akbük Köyü
Akyaka Beldesi
Ormancı türküsünün yakıldığı Belen Kahvesi
Dalyan Kaya Mezarları
Yeşil maviyle kucaklaşıyor
Mavi yolculuk bir başka bahara,çünkü o artık karada komşuluk yapıyor
isikteoman@gmail.com