Müjde, Halka İniyorlar (!)
Bugün kadınlar kolu, deneyimli ve değişmez başkan Hayat hanımın başkanlığında toplandı. Hemen konuya geçildi. Başkan: “Artık halka ineceğiz hanımlar. Hep kermes hep kermes. Bu yardımların nereye gittiğini bilelim. Halka ineceğiz” dedi kararlı. Birbirlerine baktılar. “Nasıl ineceğiz, merdivenle mi?” diye hafifçe sordu yanındakine Hicran hanım. Vicdan hanım “aman sıkı tutunalım da inerken kaymayalım” diye fısıldadı. Deneyimli başkan bu kikirdemeleri olgunlukla karşıladı ve konuşmasını sürdürdü. “Aramızdan önce 10 kişilik bir ekip göndereceğiz. Bakalım ne olacak.” Hicran hanım duramadı yine “İnşallah sağ salim döneriz.”
“Gidecek olan arkadaşlar tamamen o bölgeye uygun giyinecekler. Makyaj yok. Açık giysi yok. Kısa etek, dar pantolon, uzun topuklar yok.” Sekreterine döndü “Akropolis’te gördük. Ne zorluklarla yürünüyor. Kimler katılmak ister?” Ses yok. “Peki, sizlere zaman veriyorum. Gelecek toplantıda bana bildirirsiniz.” Sekreterine hafifçe: “Demokratik olsun, kendileri karar versinler diye zaman tanıdım.”
Yemekten sorumlu Hüsran hanıma döndü: “Canım, pastaneden, hani o az bulunan meyvelerden yapılan pastadan ve büyük bardak çay ısmarlayıver”. Herkes rahat bir nefes aldı. Bugünlük bu kadar. Sohbet başladı. Moda, defileler, party ve kokteyllerde kim ne giymiş. Bir başkanın kaseti üzerine bilimsel veriler ortaya atıldı. “Kimsenin özel şeyi kimseyi ilgilendirmez”
“Yani o kadıncağız da şey oldu” “Mağdur mağdur” dedi Hayat hanım. Sonra diğer konular ele alındı. Umreden kim ne getirmiş. Tibet turu varmış.
Hep telaşlı Fazilet hanım, yanında oturan aynı zamanda komşusu Cevher hanıma “Ne giyeceğiz halka inerken. Benim giysilerimi bilirsin.” “Merak etme, bir şeyler uydururuz. Hani şu butik var ya, orada bir şeyler bulabiliriz. Belki de gitmeyiz.”
Bir sonraki toplantıda, Başkan hemen sordu “Kimler katılmak istiyor?” Ses yok. Mavi gözlerinde şimşekler çaktı. Sekreterine döndü. “Böyle olacağını bildiğimden blok liste hazırlamıştım. Şimdi görecekler.” Tek tek isimleriyle sordu bu kez. Hayır, demek olanaksız. Seçilenler kara kara düşünmeye başladılar bile. “Gün saptayalım hanımlar” diye sürdürdü başkan. Hanımlar endişeli “aman Cumartesi - Pazar olmasın. Davetler filan. Pazartesi de hafta sonu yorgunluğu. “Peki Salı. Başka söz istemiyorum.” “Yanınızda börek, çörek de götürün. Sakın öbürlerinin götürdüğü gibi çikolatalı, frambuazlı olmasın. Dişlerinin kovuğuna gitmemiş”
Salı günü buluştuklarında herkes birbirine merakla baktı. Belli ki berbere gidilmiş. Saçlar ağırbaşlı bir topuzla toplanmış veya o sunucunun saçı gibi, at kuyruğu örgü yapılmış. Yeni moda plastik çiçekler, boncuklar yerine bir iki saç firketesi, toka kullanılmış. Takma tırnaklar çıkartılmış. Beyaz sedef oje sürülmüş. Giysilerde koyu renk hakim. Pantolon ceket tercih edilmiş. Tam halkla kucaklaşma kıyafeti. Minibüse binmekte zorlananlar oldu. İlk binenler onları kollarından çektiler. Arkadakiler zorlananların popolarına destek vererek içeri yuvarladılar. “Ne zamandır minibüse binmiyorum şekerim.”
Belliydi gelişlerinden. Ya şoförleri getirmiş ya özel otolarıyla ya da taksilerle vasıl olmuşlardı buluşma noktasına. Çok şükür durumları iyiydi. Kocalarının tıkır tıkır işleyen, işleri vardı. Minibüs şoförü (iri kıyım doğulu) hayretle baktı müşterilerine. “Aşağıya mı ablalar?” Hııı, diye isteksiz bir ses geldi. “Ablalar, bir İBO kasetine ne dersiniz, yanık yanık söylesin sanatçı”
Olur olur dedi birisi. Geçen davette sahne aldı o. Ceyda hanım Nezaket hanıma sordu “Şu halkın oturduğu yer nereye düşüyor?” “Galiba Nişantaşı’nın oralarda.” “Aaa, biz de orada oturuyoruz.” Biraz daha halktan gelme Kadriye hanım “Canım senin gökdelenin alt tarafına düşüyor.” Ceyda hanım: “Ben arka tarafa hiç geçmem, temizlikçim kullanır hep.” Yolda sus pus oldular. Ağızlarını bıçak açmıyor. Ziyaret stratejisini daha önce başkanla konuşmuşlardı. Üçerli gruplar halinde evlere gidecekler. Evde sigara içilmeyecek. “Ablalar geldik. Mahalle sizlerle gurur duyuyor. Buyurun inin” diyen Kürt kardeşin sesiyle irkildiler. Camdan bakınca rüyadan uyanır gibi oldular. “Namussuz tam çamurun ortasına bıraktı bizi.” Birbirlerine tutuna tutuna bir evin kapısına geldiler. Kapıyı ağzında sigara ile bir halk kadını açtı. Her zamanki konukseverliğiyle buyur etti bu davetsiz misafirleri. Tanırdı bu tipleri. Temizliğe filan giderdi. Allah razı olsun biraz para kazanırdı onların sayesinde. Karanlıktan sessizce, boy boy çocuklar çıktı. Ağızları açık bakmaya başladılar. Bizimkiler ne konuşacaklarını bilemediler önce. “Kaç çocuğun var?” “Yedi”.
“Doğum kontrolü diye bir şey duymadın mı?” Yanındaki dürttü Fazilet hanımı. Ama ev sahibesi de böyle soru bekliyormuş. Başladı kocasından, içkisinden, dayaklarından. Çocuklara “şu televizyonu açın, Seda var mı, bakın hadi” dedi. Yaktı bir sigara. Kadınlar kolundan tiryakiler, başkanın sigara yasağına için için söylendiler. TV son model. Müzik seti ve CD’ler yerinde. Fazilet hanım dayanamadı yine “Beyaz eşyaların da yeni galiba?” “Nerede bizde o para. Sağ olsunlar, geçen sene seçimlerde getirdiler.”
Bizimkiler neredeyse puf diye söndüler. Hadi biz kalkalım. Konuksever ev sahibesi “Vallahi size bir çay bile yapamadım. Durumumuz yok da”
Hanımlar itişe kakışa sokağa attılar kendilerini. Öf kurtuldular. Ama bitmedi. Birer ziyaret daha var. Bir eve daha girdiler. Onu da başarıyla(!) atlattıktan sonra minibüse doluştular. Üst baş perişan, saç baş dağılmış. Ayakkabılarda bir kilo çamur. Şoför “Ablalar yukarı değil mi?”
Hepsi birden evet, evet. Hem de çok çabuk.
|