Elim Sende Kaldı İda Kız
Sanki; Elim sende oyunu oynadık Kuzey Ege'de...
Hep soluk soluğa, hep telaşeyle yakalamaya çalıştık bizden öncekini, ne ise onun adı! Galiba yaşama yolculuktu, zeytine yol almak ona dokunmaya heveslenmek ve belki biraz daha ötesi ...
Yazacağım elbet. Hem de uzuunn uzun anlatacağım gezip gördüklerimi, yiyip içtiklerimi. İda'nın yamaç zeytinliklerini, suyu çekilmiş şelalelerini, zeytinliklerin içinden geçen asfalt yollarını, bakımlı zeytin bahçelerini, harika lezzetlerini hepsini anlatacağım zamanı ve sırası geldikçe...
Zeytine tapınan insanlar gördüm...
Zeytini kutsayıp koruma altına alanları, zeytinle yatıp zeytinle kalkanları, zeytin ağacını çivileyip mertek yapanları, odunlaştırıp kömürleştirenleri, zeytini tırpanlayıp hırpalayanları da... Birbirini çekemeyenleri, birşeyler yapıyormuş gibi telaşelenip hiçbir şey yapamayanları gördüm...
Ne çok satış mağazası ve tanıtım stantı vardı. Körfezdeki restoranların bir çoğu, mutfaklarında kullandıkları zeytinyağ ve zeytinin reklam stantını koymuşlar bir köşeciklerine. Belli ki arz ve talep bu konuda başabaş gelmiş. "Bu ne-kimin yağı?" diye sormayan müşteri pek olmuyormuş, hele de yediği yağ ve zeytin hoşuna gittiyse. Öyle ya, müşteri kızarmış ekmeğini bandırdığı zeytinyağı ve biberlenip kekiklenmiş antre zeytinin menşeini merak ediyor.
Rengine bile ağızların sulandığı, karideslerin üzerine şööyyle gezdirilivermiş sızmaya kim kayıtsız kalabilir! Satın almasa bile illa soracak "zeytinyağınız kendinizin mi?" veya "acaba hangi yağı kullanıyorsunuz, birkaç kilo satın alma imkanımız var mı?
Öğreniyoruz gitgide... Yurt dışında birçok ülkede (ve artık bizde de başladı), işletmeler müşterilerinin en çok sordukları (alınıp-taşınabilir-satılabilir) kullanım metalarına, işletmelerinin bir köşesinde satış reyonu açıyorlar. Restoran, otel, bar ve kafelerde kullanılan kokulu mumlardan, kristal bardaklarından tutun da, peynir, zeytin, salam ve turşularından, tuzluk biberliğe, peçetelerine kadar (müşterinin aşırması da önlenmiş oluyor) çeşitli ürünleri işletmelerinin bir bölümünde satışa sunuyorlar. Bazıları işi iyice abartıp, sepet veya ipek saten kaplı kutular içinde, değişik ebatlarda özel hediyeler hazırlayıp işletmelerinin hemen girişinde satıyorlar...
Gereksiz reklam yapmak istemediğim için marka-işletme ismi vermekten kaçınıyorum ama öyle de hoşuma giden sunumlara tanık oldum ki... (Elim dursa dilim durmaz, elbet onlara da sıra gelecek önümüzdeki günlerde)
Enva-i çeşit cam şişeler içinde "al beni al beni" diye adeta haykıran zeytinyağ şişeciklerine hayranlığımı gizleyemedim. Her birine ayrı ayrı dokunup okşamak istedim. Çok beğendim o dizayn harikası cam şişeleri! Şişe, cam fabrikasına giderdim elbet, olsaydı salt cam merakım! Tartışmasız gerçektir ki; O cam şişeciklerin içindeki mucizevi iksir olmasa neye yarar onca şirinlikleri? Her biri diğerini tamamlıyor, farklı kalitedeki cam şişelerin yumuşak ve yuvarlak kıvrımlarına dolan tılsımlı sıvı zeytinin yağı, görücüye çıkmış sarı kız gibi gülümsüyor şeffaf şişelerin içinde...
Beğenilerimi öncelikli saydığımdan, ilk önce hoşlandığım konulara değinmeye çalışıyorum fakat, hoş olmayanlar da azımsanmayacak kadar fazla. Markası "Sızma" olarak tanımlanan o kadar çok isimsiz yağ tenekesi gördüm ki, sektördeki arkadaşlar bu tenekeleri "beyaz veya siyah teneke" diye tanımlıyor. Hatta "Hayalet Teneke" diyenler de var. Altınoluk ve Küçükkuyu, bu teneke korsanlarıyla fazlaca işgal altında gibi geldi bana.
Kuzey Ege gezimizde sayılamayacak kadar çok vitrin izledim. Para kazanmış ve kazanmakta olan birçok işletmeci sıradan sunumlar içindeler. Müşteriyi içeri çekerek onu sarhoş edip eli kolu dolu gönderecek yetenek ve beceriden yoksunlar. (Ramazan rehaveti (!) desem değil) Tozlu raflarda asker gibi sıralanıp, yeknesaklıktan öteye geçemeyen üniformavari ambalajlar oldukça iticiydi. Gözlerim yaratıcı düşünceyi aradı, farkı-farklılığı aradı.
Zor tabii... Hem üreten, hem işleyen, hem ambalajlayan, hem de satan olmak zor iş. Hepsini yapmaya çalışan, hiçbirini tam yapamıyor bu çok belli. Bütün zeytin birlikleri bas bas beyanatlar veriyor şöyle birleşelim böyle güçlenelim diye, birleşme teminatlarının küçük üreticiye ulaşamadığı gün gibi ortada. Zeytin ve zeytinyağın kutsallığıyla yola çıkıp göz oyma ve boyamaları dinleyip gözlemledikçe, kutsal zeytin ağacını idol olaral mitolojinin tozlu sayfalarına iteleyip mumyalaştırmak geçiyor insanın içinden...
Bereket ki, her şeyde olduğu gibi kötü şeylere rağmen zeytine dair iyi şeyler de olmakta. Profesyonel bir yaklaşım içinde olup özenle baştan sona işi götürenler de yok değil hani. Onlar, iç ısıtan tesellilerdi Kuzey Ege'nin oksijenli arurasında.
Adatepe Köyü / Küçükkuyu
Küçükkuyu'da biraz durayım...
Neydi o Adatepe Zeytinyağı Müzesi'nin insanlığa sunduğu karşılıksız hizmet? Tarihi sabunhane binasının restore edilmesiyle meydana getirilen müzeyi daha önce de gezmiştim fakat hiçbir yazımda nedense sözünü etmemiştim. Kısmet bugüneymiş. Adatepe zeytinyağı müzesinin reklama girip girmemesi de hiç umurumda değil zira; İnsanlığa çok yerinde bir hizmet sunulmuş, zeytinin daldan koparıldıktan sonraki yağ olana kadar geçirdiği aşamaları gösteren alet ve malzemeler, zeytinin sadece adını ve tadını bilen en sıradan tüketiciye bile cazip gelebilecek şekilde dizayn edilmiş.
Müzede eski zeytinyağı presleri, zeytin toplama aletleri, taşıma ve saklama kapları, klasik ambalajlar ve zeytinyağı kültürüne ait birçok folklorik obje gün yüzüne çıkmış, yol üstü uğrak yeri gibi gelip geçenleri zeytinyağının serüvenine buyur ediyor. Meydana getirilmesinde emeği geçenleri kutluyorum.
Adatepe Müzesi Satış Reyonu
Müzenin girişinde satış reyonundaki sunumların, incelikli düşünce ürünü olduğu çok belli. Biz kadınlar, özellikle gözümüzü okşayan albenili şık ambalajlara meraklıyızdır! Göz okşayana merak her ne kadar erkeklere mahusus olarak bilinse de işin aslı çok başkadır, farklılığı yakalayan marka daima başı çekip götürür bu tartışılmaz bile. Adatepe Müzesi de bunlardan biri, ne çok hediyelik eşya hazırlatmışlar satış için. Ortada ciddi bir emek var, saygı var, belli ki sevgiyle çıkılmış yola...
Biz de sevgiyle çıkmıştık Kuzey Ege gezimize küçük grubumuzla. Birçok kapının ipini çektik, nice zeytinyağın tadına baktık, nice yeni dostlar edindik, nicelerine sadece merhaba diyebildik, uğrayamadığımız dostlardan özür diledik, bir dahaki sefere inşallah...
İmece'nin zeytinleri-Küçükkuyu/ www.imeceevi.com
Bir "elim sende oyunuydu" belki bizimki, birer parmak yağ bal çaldık damağımıza... İda'nın görünen yüzünde usulca gezindik patilerimizle, ya görünmeyen yüzünde neler olmakta o aysbergin? Madencilerin karabasanıyla her gece kabuslar gören insanları dinledik uzun uzun, yeşil ve mavi tutkunu gerçek doğaseverlerin kararlılığına tanık olduk. Bir gram altın için siyanürlenecek olan Kazdağları'nın tatlı suyu, kutsal zeytini, bereketli toprağı, bitki örtüsünün iç sızısını aldık yüreğimize ve işte taşıdık bu satırlara... Eski efsanelere kulaklarımızı mecburen tıkadık (!) affetsin Sarı Kız ve Hasan Boğuldu bizi...
Bugünün gerçekleri ve korunması gereken güzelim zeytinliklerimiz, alamet-i farika (endemik) bitki örtümüz geleceğimizdir nasılsa, eskiyle zaman kaybetmenin çok da alemi yok. Evet, evet bir elim sende oyunuydu bizimki, Aristo'nun tahta sandaletlerinin tıkırtısı kaçırdı bizi Behramkale'den ve Taşmektep'in çınar altı sükunetinden, alıverdik soluğu son hızla Burhaniye Pazarında. Ne güzün renkleri, ne de körfez pazarları sığar bu satırlara, iyisi mi sözüm yarım kalsın.....
Elim sende kaldı İda Kız, yüreğim de...
|