 
                
                
                Oğuz ÖZÜGÜL
  		
		  SANAT  ÜSTÜNE  II
SANATIN İNANDIRMA GÜCÜ
  
 
 
		 	
			
		  
			  
	
Mantık ve sezgi bilgilenme sürecinde ayrılmaz bir birlik olarak ortaya çıkar. Ancak değişik alanlardaki göreli önemleri birbirinden farklıdır. Doğabilimlerindeki bilgiler, özdeş dış koşullar altında yapılan birçok deneyden çıkan olasılıklara dayanır. Burada bilimi, nesnel gerçekliğin aranması diye tanımlayabiliriz; bu arayış süreci içinde tüm sezgisel faktörler, deneye ve pratiğe başvurularak yapılan araştırmanın yeterliği konusundaki yargıya indirgenir. Bir doğa yasasının çıkarılması sırasında varılan her çeşit genelleştirilmiş yargı aslında sezgisel bir tahmin olgusudur ve sonuçta yeterli araştırma konusundaki yargıya varır.
Doğa felsefesi ise deneylerin sağladığı kesin onaylar yerine, tekörnek bir yargıya indirgenemeyen çeşitli ve bağımsız sezgisel yargılara dayanarak doğabilimlerinden ayrılır.
“GerçekliÄŸi doÄŸrudan gözlemleme” sırasında içsel kanı, hoÅŸnutluk duygusu belirleyici bir rol oynayarak senteze dayalı inandırma gücünün kaynağını oluÅŸturur. Dolaysız ve bütünlük içindeki “gerçekliÄŸi” anlamak, birçok çaÄŸrışımdan yararlanarak fenomendeki farklı özelliklerin hem duyu organlarıyla hem de akılla kavranmasına sıkı sıkıya baÄŸlıdır. GerçekliÄŸi ararken ulaşılacak tam bir hoÅŸnutluk, mozaik’in tüm öğeleri eksiksiz uyum saÄŸlarsa mümkün olur.
Sezgisel bir yargı kimi zaman sözcüklerle açıklanabilir. Sözgelimi şöyle denebilir: Gençler arasındaki bir eÄŸilim, ailelerin düşmanlığı yüzünden yok edilmemeli, bir kez alevlenen aÅŸk bu düşmanlığın üzerinde olmalı. Böyle katı bir sav gerçek de olabilir, gerçek dışı da. Bu savı akla dayanarak kanıtlamak isteyenler olabilir, ama sonuçta varılan yargıyı çürütmek üzere aynı önemde nedenler gösterilebileceÄŸi için, bu, umutsuz bir çaba olur. Ancak “Romeo ile Jüliyet” gibi bir eser ortaya çıkınca ve gerçek sanatçılar tarafından sahnelenince, dogmatik sezgisel yargı sanattaki mantık dışı öğeler nedeniyle yeni bir inandırma gücü kazanır ve çürütülemeyecek duruma gelir.
İnsanın gerçek deÄŸeri, yüce bir manevi yaÅŸamda, baÅŸkaları için üzülmenin yüceltici olduÄŸu anlayışında, bütün küçüklüklerden ve bayağılıklardan uzaklaÅŸmakta yatar. Bu konuda tartışılabilir, kanıtlar öne sürülebilir, ama inandırılamaz. Ne var ki, Bach’ın müziÄŸi duyulduÄŸunda, bu müzik sözcüklerin açıklayamayacağından çok daha fazlasını “ortaya döken” çürütülmez bir kanıt olarak belirir.
Tragedya, her iki tarafın da haklı olduÄŸu, çözümün ise kahramanların ortadan kalkmasıyla gerçekleÅŸtiÄŸi dramatik bir çatışma diye tanımlanır. Tragedyada her iki taraf farklı biçimlerde haklıdır: Biri mantık, saÄŸduyu, akıl nedeniyle, öteki sezgi, akıl dışılık, insanlık nedeniyle. Ozanlardan birinin dediÄŸi gibi, Othello kıskanç deÄŸildir, sadece körü körüne güvenir, yani “kanıtlara”(mendile) ve İago’nun mantıklı sözlerine. Desdemona’nın, babasını aldattığı gibi kocasını da aldatabileceÄŸine inanır. Othello iki olası yargıdan, akla dayanarak aktarıldığı için, yani mantıksal kanıtlarla desteklendiÄŸi için yanlış olanı seçer. Oysa Othello’nun inandığı “kanıtlar”ın biçimsel mantıksal anlamda doÄŸru kanıtlar olmadığı bellidir, çünkü yanlış bir sonuç çıkarmaya yol açmazdı. Othello bu kanıtları, Desdemona’nın suçunu onaylayan kanıtlar olarak benimsediÄŸi zaman, aslında sezgisel bir yargıya dayanır; yani yeterli kanıtın bulunduÄŸuna dair bir yargıya. Othello ile Desdemona’nın tragedyası “insani” durumlara mantık açısından yaklaÅŸmanın neden yetersiz olduÄŸunu gösterir.
Sezgisel yargının otoritesini desteklemek bilginin tamlık kazanması için gereklidir. Söz konusu, derin gerçekliğin aranmasıdır; böyle bir arayış için başvurulacak biricik yöntem, gerekli inandırma gücünü içinde taşıyan sanattır.
Kaynaklar:
-Kunst und Wissenschaft, Yevgeni Feinberg, Gesellschaftswissenschaften.
-Romeo ile Jüliyet, W.Shakespeare.
-Othello, W.Shakespeare.
-Konzertführer (Konçerto Kılavuzu)
 
      
     
	  
       
Oğuz ÖZÜGÜL
       
oguzozugul@hotmail.com
        
		
	  			 SANATIN İNANDIRMA GÜCÜ
Mantık ve sezgi bilgilenme sürecinde ayrılmaz bir birlik olarak ortaya çıkar. Ancak değişik alanlardaki göreli önemleri birbirinden farklıdır. Doğabilimlerindeki bilgiler, özdeş dış koşullar altında yapılan birçok deneyden çıkan olasılıklara dayanır. Burada bilimi, nesnel gerçekliğin aranması diye tanımlayabiliriz; bu arayış süreci içinde tüm sezgisel faktörler, deneye ve pratiğe başvurularak yapılan araştırmanın yeterliği konusundaki yargıya indirgenir. Bir doğa yasasının çıkarılması sırasında varılan her çeşit genelleştirilmiş yargı aslında sezgisel bir tahmin olgusudur ve sonuçta yeterli araştırma konusundaki yargıya varır.
Doğa felsefesi ise deneylerin sağladığı kesin onaylar yerine, tekörnek bir yargıya indirgenemeyen çeşitli ve bağımsız sezgisel yargılara dayanarak doğabilimlerinden ayrılır.
“GerçekliÄŸi doÄŸrudan gözlemleme” sırasında içsel kanı, hoÅŸnutluk duygusu belirleyici bir rol oynayarak senteze dayalı inandırma gücünün kaynağını oluÅŸturur. Dolaysız ve bütünlük içindeki “gerçekliÄŸi” anlamak, birçok çaÄŸrışımdan yararlanarak fenomendeki farklı özelliklerin hem duyu organlarıyla hem de akılla kavranmasına sıkı sıkıya baÄŸlıdır. GerçekliÄŸi ararken ulaşılacak tam bir hoÅŸnutluk, mozaik’in tüm öğeleri eksiksiz uyum saÄŸlarsa mümkün olur.
Sezgisel bir yargı kimi zaman sözcüklerle açıklanabilir. Sözgelimi şöyle denebilir: Gençler arasındaki bir eÄŸilim, ailelerin düşmanlığı yüzünden yok edilmemeli, bir kez alevlenen aÅŸk bu düşmanlığın üzerinde olmalı. Böyle katı bir sav gerçek de olabilir, gerçek dışı da. Bu savı akla dayanarak kanıtlamak isteyenler olabilir, ama sonuçta varılan yargıyı çürütmek üzere aynı önemde nedenler gösterilebileceÄŸi için, bu, umutsuz bir çaba olur. Ancak “Romeo ile Jüliyet” gibi bir eser ortaya çıkınca ve gerçek sanatçılar tarafından sahnelenince, dogmatik sezgisel yargı sanattaki mantık dışı öğeler nedeniyle yeni bir inandırma gücü kazanır ve çürütülemeyecek duruma gelir.
İnsanın gerçek deÄŸeri, yüce bir manevi yaÅŸamda, baÅŸkaları için üzülmenin yüceltici olduÄŸu anlayışında, bütün küçüklüklerden ve bayağılıklardan uzaklaÅŸmakta yatar. Bu konuda tartışılabilir, kanıtlar öne sürülebilir, ama inandırılamaz. Ne var ki, Bach’ın müziÄŸi duyulduÄŸunda, bu müzik sözcüklerin açıklayamayacağından çok daha fazlasını “ortaya döken” çürütülmez bir kanıt olarak belirir.
Tragedya, her iki tarafın da haklı olduÄŸu, çözümün ise kahramanların ortadan kalkmasıyla gerçekleÅŸtiÄŸi dramatik bir çatışma diye tanımlanır. Tragedyada her iki taraf farklı biçimlerde haklıdır: Biri mantık, saÄŸduyu, akıl nedeniyle, öteki sezgi, akıl dışılık, insanlık nedeniyle. Ozanlardan birinin dediÄŸi gibi, Othello kıskanç deÄŸildir, sadece körü körüne güvenir, yani “kanıtlara”(mendile) ve İago’nun mantıklı sözlerine. Desdemona’nın, babasını aldattığı gibi kocasını da aldatabileceÄŸine inanır. Othello iki olası yargıdan, akla dayanarak aktarıldığı için, yani mantıksal kanıtlarla desteklendiÄŸi için yanlış olanı seçer. Oysa Othello’nun inandığı “kanıtlar”ın biçimsel mantıksal anlamda doÄŸru kanıtlar olmadığı bellidir, çünkü yanlış bir sonuç çıkarmaya yol açmazdı. Othello bu kanıtları, Desdemona’nın suçunu onaylayan kanıtlar olarak benimsediÄŸi zaman, aslında sezgisel bir yargıya dayanır; yani yeterli kanıtın bulunduÄŸuna dair bir yargıya. Othello ile Desdemona’nın tragedyası “insani” durumlara mantık açısından yaklaÅŸmanın neden yetersiz olduÄŸunu gösterir.
Sezgisel yargının otoritesini desteklemek bilginin tamlık kazanması için gereklidir. Söz konusu, derin gerçekliğin aranmasıdır; böyle bir arayış için başvurulacak biricik yöntem, gerekli inandırma gücünü içinde taşıyan sanattır.
Kaynaklar:
-Kunst und Wissenschaft, Yevgeni Feinberg, Gesellschaftswissenschaften.
-Romeo ile Jüliyet, W.Shakespeare.
-Othello, W.Shakespeare.
-Konzertführer (Konçerto Kılavuzu)
Oğuz ÖZÜGÜL
oguzozugul@hotmail.com
"Oğuz ÖZÜGÜL" bütün yazıları için tıklayın...
