SARI GÜRÜLTÜ
Bir dostun, özellikle bunaldığı günlerin
ardından gelen uykularda gördüğünü
söylediği bir düş öyküsü:
“Bir tepeden havalanıyorum ve bitmek
bilmez bir uçuşa başlıyorum. Uçuşum
-yani düşüm- boyunca altımda göz alabildiğine
ayçiçeği tarlaları akıp gidiyor.”
Akıp gidiyor altından uçsuz bucaksız ayçiçeği tarlaları... Dalga sesleriyle... Nicedir, ancak gece yarısı uçuşlarıyla inanabiliyorsun her şeyin yolunda gittiğine...
Kolay değil, elli yıl bu, elli yıllık deneyim...
Sırtına vuran güneşin dürtüşüyle uyan. Her zamanki gibi gerin ve evini dinle. Yine o belli-belirsiz çıtırtılar... Değil hamam, bir duş taşı bile yokken hamam böcekleri! Başka kim olacaktı? Can sıkıcı ama boş ver. Kalk, ocağı yak da boğazından günün ilk sıcak sıvısı geçsin. Canlan.
Kayarcasına aşarken ayçiçeği tarlalarını, taze-serin hava vurur yüzüne... Bir de dalga sesleri...
Sabah sabah, yalnız çıtırtı olsa iyi, bir de üst kattaki canavarların patırtıları! Akşama kadar bir saniye durmaz bunlar artık. Madem baş edemeyecekler, ne doğururlar ardı ardına da susturmak için gün boyu onlardan fazla ciyaklarlar diye söylen kendi kendine, ferahlarsın... Konuş.
Milyonlarca, belki milyarlarca esmer yüz, sarı saçlarla çevrili, seni izlerken aşağıdan, dalga sesleri bile sapsarıdır.
Pencere camlarını delip içine kadar giren şarkılı-türkülü tüp gaz arabalarına inat, sustur şu mutfaktaki tüpün fısırtısını. Ne suyun kaynaması, ne çayın demlenmesi bir işe yarar -neyse ki şeker bitmiş. Giyin hemen de çıkıver şu evden, bakkala! Hareket et.
Ayçiçekleri ancak sen sağken, sağlamken varolabilir, elbet dalga sesleri de...
Sabah alışverişindeki kadın kısmı öyle olur; hem birbirleriyle, hem de aynı anda bakkal Mehmet Efendi’yle avaz avaz konuşurlar işte, aldırma. Al şekerini sıyrıl aralarından. Öğleden sonra içine düşeceğin keşmekeşin yanında ne ki? Durul.
Dalgaların sesine uyunca kanat çırpışları, nasıl da geride kalır, çıtır çıtır yazlık sinema keyifleri...
Güzeldir sabah çayı, ardından kahve keyfi de, bir de şu apartmanın su tesisatı elden geçse... Suyun akış süresinden hangi dairede sifonun çekildiğini ‘şıp’ diye bilmek değil marifet, aklını okuduğuna verebilmek... Yoğunlaş.
Güneşi izler ayçiçekleri; en yakıcı öğle güneşinin altındadır en dik, başı en yukarıda duruşları.
Yemek üstüne şöyle kısa bir şekerlemenin tadını herkes bilir de, sokakta, pencerenin tam önünde top oynayan yeni yetme delikanlıların haykırışları olmasa... Delikanlılığını mahalle aralarında geçirenler o oyunların tadını bilir, sen kulağını da kafanı da takmamaya çalış. Toparlan.
Dalga sesinden başkasının duyulmadığı ayçiçeği tarlalarında seninle döner günü onlar, sessiz.
Öyleydi, böyleydi derken bak, akşamın ucu göründü işte. Hazırlan da çık yine şu evden. Akşamüstü iş çıkışı karmaşası karmaşa da, ola ki o kalabalıkta biri yanlışlıkla eline değer ya da omzuna çarpar. Olsun, akşam hazırlığına can katar bu tür dokunuşlar bile. Umutlan.
Her biri yüzlerce alacalı gelecek yüklü milyonlarca ayçiçeği, yan yana, kol kola, dalga dalga hevesle hora teper gün boyu.
Su, metal evyeye dökülürken takırdasa da, buzdolabın yaşlılıktan kıyameti koparsa da, sandalyeler tahta zeminde gacırdasa da oralı olma. Babadan kalma lâmbalı radyon var ya... Al bir-iki yudum kadehinden, kuş olup uç sevgilinin diyarına.
Yorgun başlar, bükülen boyunlar üzerinde sağa-sola devrilerek bekler dalga sesleriyle gelecek aydınlığı.
Ne demişler? Zaman bu. Su gibi akar, kulağından tuttuğu gibi kapar getirir geceyi. Bak, bitiverdi bir gün daha... Bırak öylece masayı, ayaklarının ucuna basa basa git, gir yatağına. Çıt bile çıkarma. Her şey yolunda. Elli yıldır böyle değil mi zaten?
Akıp gidiyor altından uçsuz bucaksız ayçiçeği tarlaları... Dalga sesleriyle... Nicedir, ancak gece yarısı uçuşlarıyla inanabiliyorsun her şeyin yolunda gittiğine.
|