BOŞ YATAK, DOLU .....
Erken uyandım yine. Akşam iş dönüşü marketten aldığım sütü buzdolabından çıkardım. Damla sakızını havanda döverken kendimle konuştuğumu fark ettim. Deliriyorum mu ne?
"Delirium tremens"
Bitmenin hangi durumu?
Düşünce kaçaklarına yakalandım. Fikirler uçuşuyor. Hangisini yakalayıp da birinde karar kılacağım?
Yok!
Öyle düşündüğünüz gibi değil. Demans durumu yok ama fikir saçmalarına hedef olmaktan kurtulamıyorum.
Oldu işte. Kıvamında bir sakızlı muhallebi. Son yıllarda diabet hastası da oldu. Sakarinle pişirdim. Üzerine artık fıstık koymuyorum. İstemiyor. Yutkunma zorluğu da başladı. Annesini bekleyen yuva çocukları gibi gözlüyor yolumu. Her üç günde bir on iki kase muhallebi, çocuk maması hazırlıyorum. Kadınbudu köfteyi çok seviyor.
Yaklaşık dokuz yıldır huzurevinde kalıyor. Tüm yalvarmalarım boşuna. Burada mutlu olduğunu söylüyor. Onun huzurevinde kalma isteği bende huzur bırakmıyor. O huzurevinde huzuru ararken, benim huzursuzluğumdan habersiz...
Buraya gelmeden önce tüm mal varlığını T.S.K'ya bağışlamak istiyor. Heyete çıkmalıymış. Yaşı ilerlediğinden heyetten "olmaz" raporu çıkıyor. Sinirleniyor. O zamanlar Ecevit Hükümeti var.
"Benim malıma karışıyorsunuz ama aynı yaşta olduğum adamlar hükümet yönetiyor. Bu ne iştir?" Heyettekiler gülüşüyor.
Öz kızı değilim. O benim teyzem. İki oğlu vardı, biri öldü. Diğeri huzurevinde annesini bastonla öldürmeye çalıştı. Cenazesinde "hayırsız oğul" yoktu.
Her gidişimde;
"Nerede?" diye soruyor. Ölene kadar kimi sorduğunu hiç anlayamadık.
"Okulda" diyorum.
"Küçük kız?" Torunum Leyla'yı soruyor. Kızım Ayşe ile benzerliğinden karıştırdığını anlıyorum.
"Ne güzel" diyorum kendi kendime. Zamanı durdurmuş. Onca yıl yıl yaşanan acı-tatlı-doğum-ölüm olaylarını silmiş belleğinden.
"Kız kız nerede?"
"Evlenecek" diyorum şaka yollu. Seviniyor. Arada bir Tuğba uğruyor yanına. Son anlarında yine Tuğba yanında.
--------------
Ölüm!
Güzel ölüm!
Sıcak ölüm!
Hep kendine aldın benden. Dallarımı budadığını mı düşünürsün sen? Gövdeme vurduğun balta darbeleri ruhumda kan kuyuları açtı. İçi irin dolu...
Son banyo zamanı. Kızkardeşim Yaprak'la giriyoruz yanına. Teneşir buz gibi belli. Kullanılmamış beyaz sabun kalıbı yıkayıcının elinde süngerle köpürüyor. Önce başından ve sağ tarafından başlanıyor. Ustalaşmış, biraz da duyarsızlaşmışlar. Bir çırpıda sola çeviriyorlar. İncinmesinden, canının yanmasından korkuyorum.
"Helâlleşin!" diyor biri elime bir tas su vererek.
Gözleri açık teyzemin. Bütün anneler gibi bir beklediği var belli. Boğazıma oturuyor geçmişim. Pamuk gibi bembeyaz saçları. Çenesi yukarıya doğru. Bildiğim tüm dualar bir çırpıda dökülüyor dudaklarımdan.
"Orada buluşmak üzere". Vedalaşıyorum. Yaprak ağlıyor. İlk kez ölümü bu kadar yakından görüyor gibi...
Yadsımayı çocuklar daha çok yaşar. Torunum Ömer annesine soruyor;
"Koca Nine ne zaman dönecek?"
"Ama oğlum Koca Nine öldü ya? Ölüler gelmez ki!"
"Hayır işte! Ölmedi. Biz ona çok dua ettik dedemle. O iyileşip geri dönecek."
Yanıt yok!
Dokuz gün sonra ölüm kağıdını teslim etmek, kalan eşyalarını toparlamak için huzurevi merdivenlerinden odasına giriyorum.
Boş yatak!
Bitti.
Gitti.
Geride bana kendi doğru bildikleriyle öğrettikleri, anlattıkları, yaşattıkları, yaşadıklarımız kaldı.
Boş yatak!
Dolu mezar...
İsyanım yok Yüce'ye. Sorgulamam olamaz!
Köprüm yıkıldı.
Yatak boş,
Mezar dolu...
Haydi bir kez daha okşa saçlarımdan, öpmeye çalış beni. Seni seviyorum Saniye Sultan...
tülin dursun 21/07/2010 kemerburgaz
|