ISSN 1308-8483
RUHUNU VE DÜŞÜNCESİNİ ÖZGÜRLEŞTİREN, YAPTIKLARININ BÜYÜTTÜĞÜ İNSAN: ANDRÉ GİDE / Bedriye KORKANKORKMAZ

... ">
  Yayın Tarihi: 30.7.2010    


RUHUNU VE DÜŞÜNCESİNİ ÖZGÜRLEŞTİREN, YAPTIKLARININ BÜYÜTTÜĞÜ İNSAN: ANDRÉ GİDE


"Büyük bir sanatçının yalnız tek bir tasası vardır: o da mümkün olduğu kadar insani olmak, - yani daha açıkçası: bayağı olmak”( s. 95)

André Gide’ın belli başlı konu başlıklarıyla derlediği “Seçme Yazılar”ını yazarın iç dünyasını yeniden keşfetme isteğiyle okuyorum. Türk okuyucuları yakından tanıdıkları Oscar Wilde, Mallarmé, Valéry gibi ünlü şairlerin iç dünyalarına bir de Gide dürüstlüğüyle yolculuk etsinler istiyorum. Bu yüzden eserdeki diğer konuların içinde üç şairin sanat ve yaşam duruşlarının yanı sıra Angéle’e (XII). Mektuplarında yazarın ele aldığı eleştirmenler konusu ile Edebiyattaki Etkiler’in bana düşündürdüklerini paylaşıyorum sizlerle. Başarı ve üne endeksli yazın dünyasında yıldızı parlayanların sevildiğini, gerçek bir sanat eseri yaratmanın zorluğunu, sanatçıyı ilkin dostlarının terk ettiğini, yıllarını ‘insanı ve kendisini tanımaya adamış Gide gibi’ bir düşünürün kaleminden öğrenmek, gerçek bir şans olmaktan öte asil bir seçiciliktir de. Gide’ın karşılaştığı sorunların olması, içinde yaşadığı çağda tutunamayanlardan birisinin de kendimin olduğunu bana hissettirmesi içimi acıttı.

Gide’ın sanatı toplumda yükselme aracı olarak algılayan sözde sanatçılar ile gerçek sanatçılar arasındaki kişilik farkını görmemizi sağlaması eserin değerini artırıyor. Yazın; bir görme, bir bakma, bir sezgi zenginliğidir. Bu yüzden nesnel bakış açısıyla yetişen eleştirmenler ele aldıkları konulara nüfus etmekle birlikte tarafsızlıklarını da korurlar. Yazının hâkim ve savcıları da eleştirmenlerdir. Yazar da haklı olarak Angéle’e Mektuplarında (XII) “En kurumlu, en canlı, en olumlu insan, istiyorum; dünyayı istiyorum ve olduğu gibi istiyorum ve daha istiyorum, onu sonrasız olarak istiyorum ve yatışmayan bir istekle. Bir daha! bağırıyorum…” diyen Nietzsche’yi M.Wyzewa gibi kıvrak zekâların okuyucuya karamsar olarak tanıtarak sanat dehasına ihanet etmelerine üzülür. Bu yüzden bilge eleştirmenlerin yokluklarının yazında yaratacakları doldurulmaya muhtaç olan boşluğa da dikkat çeker. Oysaki M.Wyzewa’ın savunduğunun aksine, Nietzsche’de bir uyku hali değil, bir uyanış vardır. Eskiye dair tabulardan insanı kurtarmak, işçiler yetiştirmek, insanlıktan daha çoğunu istediği için onları çıkmaza sokmak, kendilerini özgürce ifade edecekleri yaşamı sahiplenme gücünü vermektir onun sanat yapma algılayışı.

Yazarın, “Bir nevi merhametsiz gurur ile ama daha çok tabii olarak ve yalnız güzel düşüncesinin saflığı ile Stéphane Mallarmé eserini hayattan korumuştur” değerlendirmesi oldukça düşündürücüdür. Bir eserin büyüklüğü seviyeli ve donanımlı okuyucu kitlesini seçmesindeki yeteneğinde aranmalıdır. Mallarmé, geçiciliğin değil, kalıcılığın farkında olduğu yani: inakların bir araya getirdiği topluluktan yükselen alkış seslerini başarı olarak algıladığı için büyüktür. Mallarmé, güzelliklerden yana olan kararlılığını, sabırlı metodunu, güçlü zekâsını taşıyacak okuyucunun özlemini duyar. Ve büyük yazın dehalarını taklit etmek yerine, sanatçı kişiliklerini sahiplenir. Bu yüzden de sanat dehasının altında ezilmez vatandaş Mallarmé’ın kişiliği.

“Edebiyattaki Etkiler” yazısının ana teması yazının evrensel düşünce akrabalığı olduğudur. Bir eserin etkisi yazarın yarattığı etkiden daha büyüktür. Herni de Régnier’in “O henüz sen olmayan içindeki kardeş” olarak ölümsüzleştirdiği şiir dizesinden yola çıkarak sanatsal etkileşimin tüm sanatı kucakladığı gerçeğini irdeler. Her türlü etkide olduğu gibi, edebiyata da aslolan nitelikli ve seçici etkileşiminden yana olmaktır. Edebiyattaki toplam etkilerin sonucunda kişi kendi eserleriyle edebiyatta yaratacağı etkiye kavuşur. Etkileşimin birçok boyutunu irdelediği yazısında Puşkin ile Gogol arasında geçen şu konuşmadan kesit verir yazar: “Puşkin’in bir gün Gogol’a: Genç dostum, geçen gün aklıma bir konu geldi. – fevkalâde bir fikir olduğunu sanıyorum – ama öyle hissediyorum ki ben bu konuda hiçbir şey elde edemeyeceğim. Bunu siz almalısınız; siz benim tanıdığım adamsınız, bana öyle geliyor ki siz ondan bir şeyler çıkarabilirsiniz” dediğini anlatırlar. Bir şeyler! ¬¬¬¬¬¬ ¬¬Gerçekten de – Gogol o küçük konu ile bir gün Puşkin’in aklına koyduğu bu tohumla, en azından şöhretini borçlu olduğu “Ölü Canlar’ı yarattı” (s.29) Sanatsal etkileşim gerçekte bir sanatçının kendisini yaratmasının olmazsa olmazıdır. “Her büyük adam bir etkicidir.” Etkileyici olmak isteyendir büyük adam biçiminde özetlemek yanlış olmaz kanısındayım sanattaki etkiyi / etkileşim sürecini.

Wilde’ın hazin sonu beni çok etkiledi. Okuyucunun da kendisi gibi Wilde hakkında kendisine özgü fikri oluyor. Büyük yazar olmak istemeyen Oscar, Dorian Gray’i de birkaç gün içinde dostlarından birine roman yazacağını kanıtlamak için yazıyor. En büyük eserinin hayatını yaşama biçimi olmasını isteyen Wilde; zevkine göre yaşama sıfatını kendisinden başka kimsenin ona veremeyeceğini bildiğinden “Bütün dehamı hayatıma koydum; eserlerime de sadece hünerlerimi koydum” der. Wilde gençliğinde; zenginliğiyle, başarılarıyla, yakışıklığıyla saadet ve şöhret içinde yaşar, sohbetine doyum olmayan birisi olarak gönüllerde taht kurar. O, sadece usta bir fıkra anlatıcı değildir. Anlattığı fıkralarda bir araya getirdiği iki ahlak anlayışını ya uzlaştırır ya da ikisini de birbirine tutuna tutuna yok eder. Hiçbir fikir çıplak doğmaz. Bu yüzden hikâye ile düşünür hikâye ile konuşur. Konferanslarından öte hayata ve insana dair değerli saptamaları eserlerinden çok daha önemlidir Wilde’ın. Gide’e: “Dudaklarınızı beğenmiyorum; ömründe bir defa olsun yalan söylememiş insanın dudakları gibi düz” (s.41)“ Denizde yaşayan bir canavar bilir ki başka bir denizde kendisine benzeyen bir başka canavar daha vardır” (s. 42) der.

Oscar, ölçüsüz yaşamanın bedelini ölçüsüz acı çekmekle öder. İngiltere’de kendisini bekleyen tehlikeyi bilmesine rağmen oraya gider ve tutuklanır. İnsanların adını duymak istemediği, yolda gördüklerinde yüzünü çevirdikleri birisidir o. Cezaevindeki günlerini şöyle anlatır Gide’e: … “bilir misin ki dear hayatıma son vermekten beni alıkoyan merhamet oldu. Ah! İlk altı ay müthiş surette acılıydım; kendimi öldürmek isteyecek kadar acılıydım; ama bu işi yapmaktan beni alıkoyan, başkalarına bakmak, onların da benim kadar acılı olduğunu görmek ve onlara acımak oldu. Ah dear! Dünyada merhametten daha güzel şey olamaz; ya onu bu zamana kadar bilmemekliğime ne dersin? Dostoyevski’den yola çıkıp Sovyet yazarlarının sanat eserlerine dair yaptığı şu tespiti onun olağanüstü sanat zekâsını anlamamız için alıntılıyorum: “kitaplarını o kadar büyüten şey, içlerine koydukları merhamettir”. Gide’in cezaevi çıkışında Oscar’ın ziyarete gitmesi, düşmüş bir insandan dostluğu ile arkadaşlığını esirgememesi, ölümünde Biskra’da olduğu için mezarlığa kadar onun cenazesinin ardından giden kafileye katılamayışına üzülmesi gerçekten takdire değer. Wilde, Beaux-Arts Sokağı’nda, küçük pis bir otelde ölür. Cenazesinde bulunan yedi kişinin içinde bazılarının mezarlığa kadar gitmemesi, mezarının başına konulan çelenklerin içinde “ kiracıma” diye yazan otel sahibinin yazısının dışında başka yazı olmamasını, “İki dünya vardır: Biri kendisinden söz edelim etmeyelim vardır, buna gerçek dünya derler, çünkü onu görmek için kendisinden söz etmeye hiç de lüzum yoktur. Öbürü de sanat dünyasıdır; kendisinden söz edilmesi gereken dünya budur, çünkü kendisinden söz edilmezse var olamaz” (s.41) diyen Oscar Wilde’ın hayat gerçeğini nasıl kıskıvrak yakaladığını anlatması bakımından önemli buldum.

“Paul Valéry’yi otuz yıldan beri tanırım ve yalnız eserine değil bütün şahsına hayranım; eseri herkes tarafından anlaşıldığına göre, ben pek az kimsenin bildiği ve eserinin büyük bir dikkatle gizlediği şahsından söz açacağım” (s.101) der Gide. Ünlü şair, “şiirin tek kuralı, tek mihenk taşı onun yerini bulmaktır” demekte haklı. Valéry’nin kendisini şair görmesinler diye uzun yıllar şiiri bırakma kararlılığına, yazmak istediği şiire kudret verebilmek için kendisini kudrete eriştirme yetkinliğine saygı duyuyorum. İnsanı, kolay yoldan başarı ve üne kavuşma hırsı sanattan uzaklaştırır. Kendisini sıfatlara boğan sığ insanlardan şeytandan kaçar gibi kaçmasını böyle anlıyorum ünlü şairin. Gözlerden uzak mütevazı hayatında yirmi beş yıl çalışır. Bence bilge sanatçı sadece eserlerinin büyüklüğüyle kendinden sonraki kuşaklara örnek olmaz. Başarıya ulaşma biçimi ile hayatında öncelediği değerlerle de örnek olur. Valéry, çağın değil, çağlar ötesinin şiirini yazar. Şiirin belli bir sistemle yazılacağını kanıtladığı gibi şiirin yazılacağı metodu da bulur. Bir tür sistemin yürürlüğe girmesi olarak algıladığı yeni şiirlerinin oluş serüvenini şöyle anlatır: “Vezin bir nevi cebirdir, yani sabit bir ritmi teşkil eden işaretlerin bazı değerlerine göre bu ritmin değişmelerini inceleyen bilimdir. Mısra, çözümü yerine konulduğu zaman bir eşitlik veren, yani simetri meydana getiren bir denklemdir” (s.103). Bir yazarı düşmanlarına ve zamana karşı sadece ve sadece eserleri savunur, eserleri korur. Yazımın sonuna gelirken yazarın oldukça önemli bulduğum tespitini sizlerle paylaşmak istedim “İstedikleri gene çabucak elde edilen başarıdır. Oysa biz kırk beşimizi aşıncaya kadar adsız, beğenilmemiş, küçümsenmiş olarak bir köşede kalmayı pek tabii buluyorduk” (s.116).

İnsanın kişiliğini belirleyen eserler vardır. Gide’ın Seçme Yazıları da böyle eserlerdendir. Bir kadının anne olması ile anne olmaması arasındaki fark ne türden etki yaratıyorsa hayatında; bu eserin insan hayatında yarattığı etki de bu türden bir etkidir. Değişmekten, yanlışlarını görmekten, gelişmekten korkmayanların okuması gerektiğini düşünüyorum bu eseri.


*André Gide. Seçme Yazılar. Milli Eğitim Bakanlığı. Ankara. Çeviren: Suut Kemal Yetkin. S. 120.

İlk yayım: “Ruhunu ve Düşüncesini Özgürleştiren , Yaptıklarının Büyüttüğü İnsan: André Gide Amanos Yazıları Mart-Nisan 2010 s.14-15.



Bedriye KORKANKORKMAZ



2055










   |   Hakkımızda    |    İletişim    |    Yasal Uyarı    |


    © FocaFoca.com tüm hakları saklıdır.   (03/2005)