 
                
                
                Zuhal ÖZÜGÜL
  		
		  Jose Saramago ile “Memleket Meselelerine” Nasıl Gelinir?
		  
		  
				    
  
 
 
		 	
			
		  
			  
	
İnsanın okuduÄŸu bir romanda yaÅŸananlarla, kendisi arasında benzerlik bulabilmesi çok heyecan verici oluyor. “Körlük”ü ben bu ruh haliyle okumuÅŸtum. Neredeyse her sayfada “ne kadar da ÅŸuna benziyor, bizde de böyle olmuÅŸtu” diye söylenmiÅŸtim sürekli. Öte yandan kitapta yaÅŸananlar beni korkutmuÅŸtu. “Yok artık, bizde böyle olmaz” diye kafamdan kovalamıştım kötü düşünceleri. Kitabı iki yıl önce okumuÅŸ, arkasından filmi de izlemiÅŸtim. Ancak bu iki yıl içinde ülkede öyle ÅŸeyler oldu ki, maÅŸallah Saramago’nun hayal gücünü bile geride bıraktık.
Saramago deneyimli bir yazar. İnsanların içini dışını çok iyi biliyor. “Bu romanın nerede geçtiÄŸini açık etmeyeyim de okuyucu kendini bulsun yaÅŸananlarda” diye düşünmüş. Bizde olduÄŸu gibi, o çok demokratik ülkelerde de körlük olduÄŸunu gözler önüne sermiÅŸti.
İşte, Avrupa ülkelerinin yabancılara karşı körlüğü. Dünyanın, Afrika’nın açlığına bakar körlüğü. SavaÅŸları destekleyen körlük. Oysa ki körlük artık tedavi edilebiliyor. Zaten romanın sonunda, kahramanların gözleri tek tek açıldı. Ancak geçirdikleri “tedavi süresi” çok acımasız ve vahÅŸiceydi.
KomÅŸum küçük bir kedi getirdi. Her sabah, kediciÄŸin bir gözü kapalı olurdu. İlaçlarla, merhemlerle göz düzeldi. Tedavi sırasında dikkat ettim. Sanki gözünün düzelmesini ister gibi uslu uslu dururdu. Biraz ukalalık yapayım. Her ÅŸeyin bir tedavisi vardır. Önemli olan “Nasıl”ı bilmek ve (kedicik gibi) tedaviye istekli olmaktır. Saramago bir reçete yazmamış. Herhalde şöyle düşündü: “Åžu tembellere bir de reçete mi yazayım. Ülkelerini, sonra da dünyayı ne hale getirdiklerini görsünler diye bu kitabı yazana kadar canım çıktı, toparlansınlar artık.”
Ne gezer. Körlüğe o kadar alıştı ki insanlar. Neredeyse bir tavır haline geldi.
Hele bizimkiler. “Hayırlısı neyse o olur”dan baÅŸka dilek bilmiyorlar. Bırakmışlar her ÅŸeyi oluruna. KirliliÄŸi, çirkinliÄŸi, haksızlığı görmüyorlar. Onlar “hem kör hem âmâ(!)” galiba.
Saramago “Körlük”ten sonra bir de “Görmek”i yazdı. Haydi al başına belayı. Yine benzetmeler, yine bizde de, diye karşılaÅŸtırmalar. Konu neydi? Bir ülkede seçimler, partiler ve hileler. Ben partiler maddesine bir deÄŸineyim diyorum. Hep yaşıyoruz, görüyoruz. Seçim öncesinde partilerde bir çalışma, bir sevecenlik haddi hesabı yok. Adaylar da öyle. Biz de aÅŸka geliyoruz, seçiyoruz. Sonra? Neden seçtiÄŸimi unutturuyorlar bana. Seçim öncesi “arılar” gibi çalışanlar seçimden sonra yoklar. “Nerede nerede, ÅŸeytan aldı götürdü” diye aramaya baÅŸlıyoruz. Onlar da “elma dersem çık armut dersem çıkma”yı oynuyorlar.
İnsanlar son günlerde akın akın (!) bir partiye giriyorlarmış. Ne yazık ki giren bir daha çıkmıyor. Nasıl bir yer olduğunu vallahi merak etmiyorum. Ama girenlere ne yapıyorlar da böyle görünmez oluyorlar, işte merakım bu.
Saramago yaÅŸasaydı, belki “Neden görünmüyorlar?” diye bir kitap yazardı.
Geçenlerde duyduÄŸum, çok hoÅŸuma giden bir deyimi de, bu yazıda kullanmanın yollarını arıyorum bu arada. Neyse doÄŸrudan gireyim konuya. Bisikletle arka sokakların birinden hoplaya zıplaya giderken kapısının önünde oturan bir hanıma “bu yollar ne zaman yapılacak” diye laf attım. O da “balık kavaÄŸa çıkınca” dedi gülerek.
Her şeyi bir anda özetleyiverdi. Ben de her şeyi bir çırpıda anladım.
Saramago beni taa nerelere getirdi. Sanki dünyayı ben kurtaracakmışım gibi, yazdığı romanlarla sorumluluk veriyor bir de. Ötekiler gibi “Nasipse bunu da atlatırız” diye düşünemiyorum bir türlü. Hele “Polyanna”cılık oynamayı hiç kabul edemiyorum.
Senyor Saramago, toprağınız bol olsun. Sizin gibilerini çok arayacağız.
 
      
     
	  
       
Zuhal ÖZÜGÜL
       
        
		
	  			 
 
 
				 
				 
				 
				
   
		 	 
     
	
	 
	
	
	
	 
	   
 
				 
				 
				  
 
	    
	  		  
 
	      	    
 
"Zuhal ÖZÜGÜL" bütün yazıları için tıklayın...
 
 
            
 
			
        İnsanın okuduÄŸu bir romanda yaÅŸananlarla, kendisi arasında benzerlik bulabilmesi çok heyecan verici oluyor. “Körlük”ü ben bu ruh haliyle okumuÅŸtum. Neredeyse her sayfada “ne kadar da ÅŸuna benziyor, bizde de böyle olmuÅŸtu” diye söylenmiÅŸtim sürekli. Öte yandan kitapta yaÅŸananlar beni korkutmuÅŸtu. “Yok artık, bizde böyle olmaz” diye kafamdan kovalamıştım kötü düşünceleri. Kitabı iki yıl önce okumuÅŸ, arkasından filmi de izlemiÅŸtim. Ancak bu iki yıl içinde ülkede öyle ÅŸeyler oldu ki, maÅŸallah Saramago’nun hayal gücünü bile geride bıraktık.
Saramago deneyimli bir yazar. İnsanların içini dışını çok iyi biliyor. “Bu romanın nerede geçtiÄŸini açık etmeyeyim de okuyucu kendini bulsun yaÅŸananlarda” diye düşünmüş. Bizde olduÄŸu gibi, o çok demokratik ülkelerde de körlük olduÄŸunu gözler önüne sermiÅŸti.
İşte, Avrupa ülkelerinin yabancılara karşı körlüğü. Dünyanın, Afrika’nın açlığına bakar körlüğü. SavaÅŸları destekleyen körlük. Oysa ki körlük artık tedavi edilebiliyor. Zaten romanın sonunda, kahramanların gözleri tek tek açıldı. Ancak geçirdikleri “tedavi süresi” çok acımasız ve vahÅŸiceydi.
KomÅŸum küçük bir kedi getirdi. Her sabah, kediciÄŸin bir gözü kapalı olurdu. İlaçlarla, merhemlerle göz düzeldi. Tedavi sırasında dikkat ettim. Sanki gözünün düzelmesini ister gibi uslu uslu dururdu. Biraz ukalalık yapayım. Her ÅŸeyin bir tedavisi vardır. Önemli olan “Nasıl”ı bilmek ve (kedicik gibi) tedaviye istekli olmaktır. Saramago bir reçete yazmamış. Herhalde şöyle düşündü: “Åžu tembellere bir de reçete mi yazayım. Ülkelerini, sonra da dünyayı ne hale getirdiklerini görsünler diye bu kitabı yazana kadar canım çıktı, toparlansınlar artık.”
Ne gezer. Körlüğe o kadar alıştı ki insanlar. Neredeyse bir tavır haline geldi.
Hele bizimkiler. “Hayırlısı neyse o olur”dan baÅŸka dilek bilmiyorlar. Bırakmışlar her ÅŸeyi oluruna. KirliliÄŸi, çirkinliÄŸi, haksızlığı görmüyorlar. Onlar “hem kör hem âmâ(!)” galiba.
Saramago “Körlük”ten sonra bir de “Görmek”i yazdı. Haydi al başına belayı. Yine benzetmeler, yine bizde de, diye karşılaÅŸtırmalar. Konu neydi? Bir ülkede seçimler, partiler ve hileler. Ben partiler maddesine bir deÄŸineyim diyorum. Hep yaşıyoruz, görüyoruz. Seçim öncesinde partilerde bir çalışma, bir sevecenlik haddi hesabı yok. Adaylar da öyle. Biz de aÅŸka geliyoruz, seçiyoruz. Sonra? Neden seçtiÄŸimi unutturuyorlar bana. Seçim öncesi “arılar” gibi çalışanlar seçimden sonra yoklar. “Nerede nerede, ÅŸeytan aldı götürdü” diye aramaya baÅŸlıyoruz. Onlar da “elma dersem çık armut dersem çıkma”yı oynuyorlar.
İnsanlar son günlerde akın akın (!) bir partiye giriyorlarmış. Ne yazık ki giren bir daha çıkmıyor. Nasıl bir yer olduğunu vallahi merak etmiyorum. Ama girenlere ne yapıyorlar da böyle görünmez oluyorlar, işte merakım bu.
Saramago yaÅŸasaydı, belki “Neden görünmüyorlar?” diye bir kitap yazardı.
Geçenlerde duyduÄŸum, çok hoÅŸuma giden bir deyimi de, bu yazıda kullanmanın yollarını arıyorum bu arada. Neyse doÄŸrudan gireyim konuya. Bisikletle arka sokakların birinden hoplaya zıplaya giderken kapısının önünde oturan bir hanıma “bu yollar ne zaman yapılacak” diye laf attım. O da “balık kavaÄŸa çıkınca” dedi gülerek.
Her şeyi bir anda özetleyiverdi. Ben de her şeyi bir çırpıda anladım.
Saramago beni taa nerelere getirdi. Sanki dünyayı ben kurtaracakmışım gibi, yazdığı romanlarla sorumluluk veriyor bir de. Ötekiler gibi “Nasipse bunu da atlatırız” diye düşünemiyorum bir türlü. Hele “Polyanna”cılık oynamayı hiç kabul edemiyorum.
Senyor Saramago, toprağınız bol olsun. Sizin gibilerini çok arayacağız.
Zuhal ÖZÜGÜL
"Zuhal ÖZÜGÜL" bütün yazıları için tıklayın...
