 
                
                
                Oğuz ÖZÜGÜL
  		
		  FREUD’UN GÖRÜŞLERİ ÜSTÜNE – I
		  
		  
				    
  
 
 
		 	
			
		  
			  
	
Ruh hastalıklarının tedavisinde uyguladığı özgür çaÄŸrışım yöntemiyle psikanalizde bir çığır açmakla kalmayan, üstelik felsefi ve dünya-görüşsel düşünceleriyle de düşün dünyasını etkilemiÅŸ olan Freud’un görüşlerini incelemek ve eleÅŸtirmek felsefe açısından büyük önem taşıyor. Bu nedenle hazırladığımız bu dizinin birkaç yazıdan oluÅŸacak ilk bölümü Freud’un görüşlerini kısaca açıklamayı amaçlıyor.
Freud’un insan teorisi, kalıtımla süregelen ve bu nedenle günümüze kadar etkisini sürdüren, ilkel toplumdaki ailevi yıkımların varlığı varsayımından yola çıkar. Böylece soyaçekim içinde insanın içtepisel* yazgısı önceden belirlenir; buradan da “ben”imizin, sık sık “id”in ve “üst-ben”in ve de gerçekliÄŸin “aÅŸamaları”na yenik düştüğü sonucu çıkar. “Ben”**, “id”*** ve “üst-ben”**** kavramlarının ayrıntılarına ileride gireceÄŸiz. Freud’un bu döneminde [1890’lı yıllar] biyolojik öğe henüz çok soyut bir biçimde arka planda kalır ve yaÅŸam felsefesinin gizemciliÄŸi tarafından bastırılır. Yani bu dönemde söz konusu olan, doÄŸa-bilimsel araÅŸtırmalardan yaÅŸam-felsefi kurgulara geçiÅŸtir.
Freud özellikle ilk dönemlerde, felsefi bir sorun oluÅŸturmayan bir nevroz tedavisi ve teorisi, daha sonra da bir felsefi görüşler sistemi ile bir psikoloji geliÅŸtirir. Belirli nevrozların cinsel aksaklıklardan ileri geldiÄŸi tartışma götürmez, ama Freud’un felsefi sistemi söz konusu olunca durum deÄŸiÅŸir.
Öğrenimini Viyana Üniversitesi’ne baÄŸlı Fizyoloji Enstitüsü’nde yapan Freud, genç bir bilimci olarak, özellikle sinir yolları ve sinir fizyolojisi konularında deÄŸerli çalışmalar yayımlamıştır. Daha sonra Paris’e giden Freud burada, histerik fenomenlerin bilinç yarılmasından ve ruhsal süreçlerden ortaya çıktığını öne süren Charcot ile iliÅŸkiye geçmiÅŸtir. Charcot’ya göre, hipnoz altında, organik hastalıklara yol açan ya da bunları iyileÅŸtiren patolojik tasarımlar oluÅŸturmak mümkündür; yani dış etkiler nedeniyle organik deÄŸiÅŸikliklere yol açan tasarımlar ortaya çıkmaktadır. Freud bu düşünceleri şöyle deÄŸiÅŸtirir: Dış etkiler yerine, bilinç-dışından kaynaklanan etkiler de söz konusu olabilir.
Freud, Viyana’ya döndükten sonra çalışmalarını, ünlü fizyolog Breuer’le birlikte sürdürür. Breuer’in kanısına göre, yaÅŸamın belirli bir anında bir nedenden kaynaklanan histerik fenomenler, bu neden unutulduÄŸu ya da arka plana itildiÄŸi için belirirler. Bu durumda hastanın, bu nedeni, hastalığa yol açan bu olayı hipnoz altında hatırlaması gerekir. Böylece ruhsal çatışma ve buradan doÄŸan ruhsal hastalık ortadan kaldırılabilecektir.
Bunun üzerine Freud, hipnozun hastalığı geçici olarak ortadan kaldırdığı kanısına varır; çünkü bilinç-dışının direnci gerçi hipnoz sırasında aşılır, ama bu sadece belirli bir süre için başarılı olur. Ruhsal hastalıklar gerçekten başarıyla iyileştirilmek isteniyorsa, o zaman bu direncin, hasta bilinçliyken aşılması gerekir. Bunun için hipnoz yöntemi değil, başka bir yöntem uygulanmalıdır. Freud bu yönteme özgür çağrışım adını verir.
Freud bu ÅŸekilde, Charcot ile Breuer’in görüşlerini birleÅŸtirir. Bu görüşlerden biri, ruhsal hastalıkları dış etkilerle açıklar, öteki de bu etkileri bilinç düzeyine çıkararak hastalığı ortadan kaldırır. Ancak Freud, hastalığın ana nedenini, içsel bilinçsiz etkilerde görür. Buna uygun olarak Freudçu psikanalizin odak noktasını, bilinçsiz ruhsal çatışmalar oluÅŸturur. Freud böylece sinirsel süreçlerin fizyolojik temelini araÅŸtırmayı bırakarak düpedüz spekülasyonlara geçer; çünkü ruhsal hastalıkların fizyolojik yönden açıklanamayacağı ve iyileÅŸtirilemeyeceÄŸi kanısına varmıştır.
Freud’un, “Düş Yorumları” adlı kitabında geliÅŸtirdiÄŸi düşünceye göre, simgesel yönden deÄŸiÅŸen, biçimi bozulan, tabulaÅŸtırılmış tasarımlar, düşlerde “Ben”imizin “sansür”ünü aÅŸarak meydana çıkmakta ve böylece bir çeÅŸit doyuma ulaÅŸmaktadır. Ancak bu tabulaÅŸtırılmış tasarımlar nereden ileri gelmektedir? Bunun cevabı, Freud’un nevrozlara iliÅŸkin cinsellik teorisi’nde bulunur. Bu teoriye göre, bireyin cinsel yaÅŸamı doÄŸumundan hemen sonra baÅŸlar ve deÄŸiÅŸik aÅŸamalardan geçer. Bedenin deÄŸiÅŸik bölgelerinden haz alma duygusunu kapsar, baÅŸlangıçta cinsel organlara baÄŸlı bir cinsellik biçimiyle sınırlı kalmaz. Ayrıca çocukluÄŸun ilk yıllarında toplum tarafından yasaklanmış, tabulaÅŸtırılmış belirli cinsel istekler meydana çıkar. Böylece, kaçınılmaz olarak cinsel aksaklıklar doÄŸar, nevrotik hastalık olasılığı artar.
*İçtepi: İnsanı gerekliliğe iten dürtü; hayvanlara özgü olan içgüdüyle [İnstinkt] karıştırılmamalıdır.
**Ben: Ego; KiÅŸilik; ruhsal eylemlerin eksiksiz bireÅŸimi.
***İd: Kişilik dışı bilinçsiz bölge [Alm. Das Es, Frz. le ça; le soi]
****Üst-ben: Çocuğun kendini aile reisiyle özdeşleştirmesinden doğan bilinç-dışı olgu.
 
Sürecek
 
      
     
	  
       
Oğuz ÖZÜGÜL
       
oguzozugul@hotmail.com
        
		
	  			 Ruh hastalıklarının tedavisinde uyguladığı özgür çaÄŸrışım yöntemiyle psikanalizde bir çığır açmakla kalmayan, üstelik felsefi ve dünya-görüşsel düşünceleriyle de düşün dünyasını etkilemiÅŸ olan Freud’un görüşlerini incelemek ve eleÅŸtirmek felsefe açısından büyük önem taşıyor. Bu nedenle hazırladığımız bu dizinin birkaç yazıdan oluÅŸacak ilk bölümü Freud’un görüşlerini kısaca açıklamayı amaçlıyor.
Freud’un insan teorisi, kalıtımla süregelen ve bu nedenle günümüze kadar etkisini sürdüren, ilkel toplumdaki ailevi yıkımların varlığı varsayımından yola çıkar. Böylece soyaçekim içinde insanın içtepisel* yazgısı önceden belirlenir; buradan da “ben”imizin, sık sık “id”in ve “üst-ben”in ve de gerçekliÄŸin “aÅŸamaları”na yenik düştüğü sonucu çıkar. “Ben”**, “id”*** ve “üst-ben”**** kavramlarının ayrıntılarına ileride gireceÄŸiz. Freud’un bu döneminde [1890’lı yıllar] biyolojik öğe henüz çok soyut bir biçimde arka planda kalır ve yaÅŸam felsefesinin gizemciliÄŸi tarafından bastırılır. Yani bu dönemde söz konusu olan, doÄŸa-bilimsel araÅŸtırmalardan yaÅŸam-felsefi kurgulara geçiÅŸtir.
Freud özellikle ilk dönemlerde, felsefi bir sorun oluÅŸturmayan bir nevroz tedavisi ve teorisi, daha sonra da bir felsefi görüşler sistemi ile bir psikoloji geliÅŸtirir. Belirli nevrozların cinsel aksaklıklardan ileri geldiÄŸi tartışma götürmez, ama Freud’un felsefi sistemi söz konusu olunca durum deÄŸiÅŸir.
Öğrenimini Viyana Üniversitesi’ne baÄŸlı Fizyoloji Enstitüsü’nde yapan Freud, genç bir bilimci olarak, özellikle sinir yolları ve sinir fizyolojisi konularında deÄŸerli çalışmalar yayımlamıştır. Daha sonra Paris’e giden Freud burada, histerik fenomenlerin bilinç yarılmasından ve ruhsal süreçlerden ortaya çıktığını öne süren Charcot ile iliÅŸkiye geçmiÅŸtir. Charcot’ya göre, hipnoz altında, organik hastalıklara yol açan ya da bunları iyileÅŸtiren patolojik tasarımlar oluÅŸturmak mümkündür; yani dış etkiler nedeniyle organik deÄŸiÅŸikliklere yol açan tasarımlar ortaya çıkmaktadır. Freud bu düşünceleri şöyle deÄŸiÅŸtirir: Dış etkiler yerine, bilinç-dışından kaynaklanan etkiler de söz konusu olabilir.
Freud, Viyana’ya döndükten sonra çalışmalarını, ünlü fizyolog Breuer’le birlikte sürdürür. Breuer’in kanısına göre, yaÅŸamın belirli bir anında bir nedenden kaynaklanan histerik fenomenler, bu neden unutulduÄŸu ya da arka plana itildiÄŸi için belirirler. Bu durumda hastanın, bu nedeni, hastalığa yol açan bu olayı hipnoz altında hatırlaması gerekir. Böylece ruhsal çatışma ve buradan doÄŸan ruhsal hastalık ortadan kaldırılabilecektir.
Bunun üzerine Freud, hipnozun hastalığı geçici olarak ortadan kaldırdığı kanısına varır; çünkü bilinç-dışının direnci gerçi hipnoz sırasında aşılır, ama bu sadece belirli bir süre için başarılı olur. Ruhsal hastalıklar gerçekten başarıyla iyileştirilmek isteniyorsa, o zaman bu direncin, hasta bilinçliyken aşılması gerekir. Bunun için hipnoz yöntemi değil, başka bir yöntem uygulanmalıdır. Freud bu yönteme özgür çağrışım adını verir.
Freud bu ÅŸekilde, Charcot ile Breuer’in görüşlerini birleÅŸtirir. Bu görüşlerden biri, ruhsal hastalıkları dış etkilerle açıklar, öteki de bu etkileri bilinç düzeyine çıkararak hastalığı ortadan kaldırır. Ancak Freud, hastalığın ana nedenini, içsel bilinçsiz etkilerde görür. Buna uygun olarak Freudçu psikanalizin odak noktasını, bilinçsiz ruhsal çatışmalar oluÅŸturur. Freud böylece sinirsel süreçlerin fizyolojik temelini araÅŸtırmayı bırakarak düpedüz spekülasyonlara geçer; çünkü ruhsal hastalıkların fizyolojik yönden açıklanamayacağı ve iyileÅŸtirilemeyeceÄŸi kanısına varmıştır.
Freud’un, “Düş Yorumları” adlı kitabında geliÅŸtirdiÄŸi düşünceye göre, simgesel yönden deÄŸiÅŸen, biçimi bozulan, tabulaÅŸtırılmış tasarımlar, düşlerde “Ben”imizin “sansür”ünü aÅŸarak meydana çıkmakta ve böylece bir çeÅŸit doyuma ulaÅŸmaktadır. Ancak bu tabulaÅŸtırılmış tasarımlar nereden ileri gelmektedir? Bunun cevabı, Freud’un nevrozlara iliÅŸkin cinsellik teorisi’nde bulunur. Bu teoriye göre, bireyin cinsel yaÅŸamı doÄŸumundan hemen sonra baÅŸlar ve deÄŸiÅŸik aÅŸamalardan geçer. Bedenin deÄŸiÅŸik bölgelerinden haz alma duygusunu kapsar, baÅŸlangıçta cinsel organlara baÄŸlı bir cinsellik biçimiyle sınırlı kalmaz. Ayrıca çocukluÄŸun ilk yıllarında toplum tarafından yasaklanmış, tabulaÅŸtırılmış belirli cinsel istekler meydana çıkar. Böylece, kaçınılmaz olarak cinsel aksaklıklar doÄŸar, nevrotik hastalık olasılığı artar.
*İçtepi: İnsanı gerekliliğe iten dürtü; hayvanlara özgü olan içgüdüyle [İnstinkt] karıştırılmamalıdır.
**Ben: Ego; KiÅŸilik; ruhsal eylemlerin eksiksiz bireÅŸimi.
***İd: Kişilik dışı bilinçsiz bölge [Alm. Das Es, Frz. le ça; le soi]
****Üst-ben: Çocuğun kendini aile reisiyle özdeşleştirmesinden doğan bilinç-dışı olgu.
Sürecek
Oğuz ÖZÜGÜL
oguzozugul@hotmail.com
"Oğuz ÖZÜGÜL" bütün yazıları için tıklayın...
