Erol ÇINAR
Cansız Beden
*12 Eylül 1980 darbesinden 7 gün önce
katledilen gencecik bir insanın, Osman Güngör’ün anısına
KörleÅŸme yıllarıydı. Birçok ÅŸeyin kötürümleÅŸtiÄŸi günler. Kırım ve kıyımın her köşe başında pusu kurduÄŸu zamanlar. Bir sokaktan diÄŸerine kolayca gidemez, hatta bir gün önce geçtiÄŸiniz sokağı, caddeyi bir gün sonra deÄŸiÅŸtirmek zorunda kalırdınız. Herkes birbirini kuÅŸkuyla süzerken, kardeÅŸ kardeÅŸi vuruyor, korku dört bir yanı kol geziyordu. Toplumsal paranoyanın yoÄŸun yaÅŸandığı, belirsizlik, bunaltı ve umutsuzluk yılları… Vakit 12 Eylül’ün hemen öncesi. Sözüm ona sonbahar gelmiÅŸti, ama hava sıcak mı sıcaktı. Yan yana dizilmiÅŸ binaları yalayarak süzülen güneÅŸ ışıkları gözleri kamaÅŸtırıyordu. AkÅŸamüstü saatleri…
Ankara’nın kurulan ilk semtlerinden birinde, tatil döneminin bitmesiyle daha da kalabalıklaÅŸan Fidan sokağı her zamanki günlerinden birini daha yaşıyor. Hacettepe Hastanesi arkasında, İnönü Stadyumu’nun paralelindeki bu eski sokakta birkaç kadın kaldırımın kıyısında oturmuÅŸ sohbet ederken neÅŸeli kahkahaları sokaÄŸa eÅŸlik ediyor. Çocuklar yollarda oyun oynamakta. YaÅŸamın keyifli anları kentin bu eski sokağına çoktan hakim olmuÅŸ. Daracık sokakta, karşı kapılara yakın bir yerden, yaÅŸlı bir adam elinde simit tablası ile geçiyor. Birkaç çocuk, adamı durdurarak simit aldılar. O sırada sokağın aÅŸağısından yukarı doÄŸru elleri yiyecek paketleri ile dolu bir çift göründü. Çiftten kadın olanı, sokakta oturan kadınlara dönerek,
“Cebeci doÄŸumevi neresi?” diye sordu.
Birbiriyle sohbetin bini bir para yapan kadınlardan biri lafa atladı.
“Yukarı doÄŸru git, sola dön”
“Birinci sol mu?”
“Evet, yolun sonunda”
“Peki” dedi, çift. Ellerinde ağırlıklar sokağın sonuna doÄŸru yürümeye baÅŸladılar. Apartmanın merdivenlerine iliÅŸmiÅŸ bu iki kadın göz ucuyla çifti süzdüler. DiÄŸerine göre yaÅŸlı olanı gencin koluna “seni gidi seni” der gibi dokundu.
“Kız seninki ne yapıyor geceleri”
“Ne yapacak içiyor, zıbarıyor, ya sen sevgilini eve alıyor musun yine?”
“Almaz mıyım kız. O benim her ÅŸeyim”
“Seviyorsun deÄŸil mi abla?”
“Sevmek mi, tapıyorum kız ona” dedi.
İki kadının gizli bir şeyi konuşmanın yarattığı şuh kahkahaları sokağa yayıldı. Tam bu anda sokağın alt kısmından koltuğu altında ders kitapları ile bir genç köşeyi döndü. Üzerinde siyah renkli bir takım vardı. Ayakkabıları ve çorapları da siyahtı. Sanki bugün olacakları biliyor gibi matem rengini giymişti. Birden üç el silah sesi duyuldu. Herkes ne olduğunu anlamaya çalışırken sokağın girişinde bu genç vücut yere düştü. Önce eli ensesine gitti, sonra da başı düştü.
Tarihin ilk cinayetinde Habil, Kabil’i öldürürken düşünmemiÅŸ mi idi acaba öldürmenin ne olduÄŸunu? Düşünmez olur mu, hem de en ince detayına kadar. Düşünmese idi öldürmesi için bir gerekçesi olabilir miydi kardeÅŸini? Ve Habil Kabil’i öldürünce ilk kan bulaÅŸtı insan soyuna. YaÅŸam sonraki yıllarda çoÄŸu zaman kan tarlalarında büyüdü, kanlı tarlalarda serpildi. Bugün kan selinden bir damla yerde boylu boyunca yatan gencecik vücuda sıçradı. Ölüm ona köşe başında tuzak kurmuÅŸtu. Gencecik bir çocuktu. Onu sokağın köşesinde vurdular. Ölüsünü bırakıp gittiler. Biraz önce canlı ve gerçek olan ÅŸimdi yıkıntı idi yalnızca.
Sokakta bir an sessizlik oldu. Herkes silah sesinin geldiÄŸi yöne döndü, külçe gibi düşen vücuda, acıyı yansıtan çehreye. Ardından insanlar korku içinde dört bir yana doÄŸru kaçışmaya baÅŸladılar. Kahkahalar yerini panik içindeki insanların bağırış, çağırışlarına bıraktı. Biraz önceki neÅŸeli insanların ruhundan hiçbir coÅŸku eseri kalmamıştı. Sokak kötü, elemli bir havaya bürünmüştü. GörülmemiÅŸ bir suskunluk egemendi. Yalnızca sokak ortasında top koÅŸturan çocuklardan biri donakaldı. Ne yapacağını bilemedi. Kaçamadı. Birkaç saniye geçti. Üzerindeki ÅŸaÅŸkınlığı attıktan sonra sokağın aÅŸağı kısmına doÄŸru koÅŸmaya baÅŸladı. Zaman zaman karşılaÅŸtığında sohbet ettiÄŸi, tanıdığı insanlardan biri yerde yatıyordu. Yanına gitti. Yitik bir yaÅŸamın yüzüne baktı. Ama geç kalmıştı. EÄŸildi, üzerine doÄŸru. “Osman AÄŸbi” diyebildi. Ama cevap alamadı. Vurulan genç gözlerini çoktan kapamıştı.
Yaşadıkları böylesi bir gerçekle ilk kez yüzleştiriyordu çocuğu. On dört yaşındaki bu gencin dünyasında gerçekler daha filizlenmemişti. Sağ, sol sözcükleri ona yabancıydı. Taraf olma haline çok uzaktı. Varlık ve yokluk ikilemini ilk defa o gün derinden hissetti. O gün Fidan sokakta olanları, olup bitenleri içi burkularak izledi. Korkmuş ve tedirgindi. Acı, tasa, keder, korku hepsi birbirine karışmıştı.
Olay yerindeki herkes, olayın çok kısa bir sürede gerçekleÅŸtiÄŸini, bir ÅŸey görmediÄŸini söylüyordu. Görseler ne olacaktı ki. Birden dedikodu furyası baÅŸladı. Herkes aynı genci farklı farklı ÅŸekilde öldürüyordu. Herkesin en büyük ısrarı, kendi hikayesinin doÄŸru olduÄŸuydu. “Sokakların kulakları çoktur, ama hepsi aynı ÅŸeyi farklı duyarlar” dedi, oradan geçen yaÅŸlı bir adam. YavaÅŸ yavaÅŸ uzaklaÅŸtı üzüntüyle baktığı cansız bedenin yanından. Birazdan olay yeri inceleme biriminin arabası göründü. Birkaç polis indi içinden. Cesedi yerinden oynatmadılar. Savcı bekleniyordu. Bütün balkonlar dolmuÅŸtu. Birileri balkonda çekirdek çıtlayıp kabukları sokaÄŸa atıyor, biri akÅŸamdan kalmış birasını yudumluyordu. Herkes ölüme ÅŸahit tutulmak hevesi taşıyor gibi yerdeki genç adam ile ilgili bilgilerini tazeliyordu. SokaÄŸa yayılmış kan öbeÄŸi üzerine sinekler konmaya baÅŸlamıştı. Kaldırımdaki kan lekeleri dikkatsiz birkaç adamın ayakkabılarının tabanında, apartman merdivenlerine, ev önüne konan paspaslara, ayakkabılıklara taşınmaya çoktan baÅŸlanmıştı. Kimse ölen bir insanın kanını ayakkabısının tabanında taşımaktan ÅŸikayetçi de deÄŸildi.
Biraz önce kıkırdayan kadınlar da meraklarını yenemeyerek sokağın başına gelmişlerdi. Sevgilisinden bahseden kadın yerde yatan cesede eğildi. Yanındaki kadına dönerek;
“ Vah, zavallı çocuk gencecikmiÅŸ!” dedi.
DiÄŸeri “Kaç yaşındaki, acaba?” diyerek konuÅŸmayı sürdürdü.
“Bilmem, ama çok genç baksana”
Kadın aklından sevgilisinin siluetini geçirdi. Sevgilisinin yaşı yerde yatan genç kadar ya vardı ya yoktu. “Allah korusun” dedi, fısıldarcasına. Elini kulak memesine götürüp, aÅŸağı çekti. Yanında bulunan direÄŸe üç kez vurdu. Yanındaki genç kadının gözünden kaçmamıştı bu davranış. O da yaÄŸcılık yaparcasına aynı hareketi yaptı. Sonra ikisi beraber sokağın yukarısına doÄŸru yürümeye baÅŸladılar.
Çocuk yerde yatan cesedin başında kalabalık arasında kendine bir yer edinmeye çalışıyordu ki, polis sert bir ifadeyle “Dağılın kardeÅŸim, dağılın, seyredecek bir ÅŸey yok” diye bağırdı. Ama insanların dağılmaya niyetleri yoktu. Birkaç adım geri çekildiler, ama saf düzeni hiç deÄŸiÅŸmedi. Dağılmış sayfaları rüzgarla çevrilen bir kitap çocuÄŸun dikkatini çekti. Lise 3 Matematik baÅŸlığı vardı kapağın üstünde.
Åžimdi yerde yatan cansız bedenin sahibi ile yaptığı bir gün önceki konuÅŸmaları hatırladı. “Åžunu bir tut, sigaramı yakayım” diye çocuÄŸa uzattığı kitaptı bu.
“ Ufff, Ne kadar kalın bir kitap bu” demiÅŸti çocuk hayretle.
“ Öyledir, matematik kitabı oÄŸlum bu, integral, logaritma daha neler var neler, sen de liseye geldiÄŸinde, elinden düşmeyecek bu kitap”
“Daha zaman var, liseye”
“Evet, ama zaman çok hızlı geçiyor. bak ben bu sene üniversite imtihanına gireceÄŸim. Doktor olmak istiyorum” dedi genç adam.
KonuÅŸmalar, sohbetler… Gelip geçti çocuÄŸun aklından. Hüzünlendi. Ölümle ilk kez karşılaÅŸması acı olmuÅŸtu. Tanıdığı, daha önce gördüğü, sesini duyduÄŸu, sohbet ettiÄŸi birisini kaybetmenin yarattığı üzüntü hissi onu derinden sarsmıştı. Åžiddet uygulayarak sonuçlanan ölümle ilk karşılaÅŸtıkları andan bu yana, ölüm düşüncesini gizlice içinde taşıdı. Ve o gün karar verdi. “KaybettiÄŸim insanları bir ÅŸekilde yaÅŸatmaya devam etmeliyim” diye.
Şimdi yıllar önce gerçekleşen bu olayın her yıl dönümünde Fidan sokağın sonuna bırakılmış bir demet çiçek görürsünüz. Bu o dönemden arta kalan, onu hatırlamanın, o günlere duyulan öfkenin bir yansıması olarak.
Erol ÇINAR
erol.cinar@doruk.net.tr
*12 Eylül 1980 darbesinden 7 gün önce
katledilen gencecik bir insanın, Osman Güngör’ün anısına
KörleÅŸme yıllarıydı. Birçok ÅŸeyin kötürümleÅŸtiÄŸi günler. Kırım ve kıyımın her köşe başında pusu kurduÄŸu zamanlar. Bir sokaktan diÄŸerine kolayca gidemez, hatta bir gün önce geçtiÄŸiniz sokağı, caddeyi bir gün sonra deÄŸiÅŸtirmek zorunda kalırdınız. Herkes birbirini kuÅŸkuyla süzerken, kardeÅŸ kardeÅŸi vuruyor, korku dört bir yanı kol geziyordu. Toplumsal paranoyanın yoÄŸun yaÅŸandığı, belirsizlik, bunaltı ve umutsuzluk yılları… Vakit 12 Eylül’ün hemen öncesi. Sözüm ona sonbahar gelmiÅŸti, ama hava sıcak mı sıcaktı. Yan yana dizilmiÅŸ binaları yalayarak süzülen güneÅŸ ışıkları gözleri kamaÅŸtırıyordu. AkÅŸamüstü saatleri…
Ankara’nın kurulan ilk semtlerinden birinde, tatil döneminin bitmesiyle daha da kalabalıklaÅŸan Fidan sokağı her zamanki günlerinden birini daha yaşıyor. Hacettepe Hastanesi arkasında, İnönü Stadyumu’nun paralelindeki bu eski sokakta birkaç kadın kaldırımın kıyısında oturmuÅŸ sohbet ederken neÅŸeli kahkahaları sokaÄŸa eÅŸlik ediyor. Çocuklar yollarda oyun oynamakta. YaÅŸamın keyifli anları kentin bu eski sokağına çoktan hakim olmuÅŸ. Daracık sokakta, karşı kapılara yakın bir yerden, yaÅŸlı bir adam elinde simit tablası ile geçiyor. Birkaç çocuk, adamı durdurarak simit aldılar. O sırada sokağın aÅŸağısından yukarı doÄŸru elleri yiyecek paketleri ile dolu bir çift göründü. Çiftten kadın olanı, sokakta oturan kadınlara dönerek,
“Cebeci doÄŸumevi neresi?” diye sordu.
Birbiriyle sohbetin bini bir para yapan kadınlardan biri lafa atladı.
“Yukarı doÄŸru git, sola dön”
“Birinci sol mu?”
“Evet, yolun sonunda”
“Peki” dedi, çift. Ellerinde ağırlıklar sokağın sonuna doÄŸru yürümeye baÅŸladılar. Apartmanın merdivenlerine iliÅŸmiÅŸ bu iki kadın göz ucuyla çifti süzdüler. DiÄŸerine göre yaÅŸlı olanı gencin koluna “seni gidi seni” der gibi dokundu.
“Kız seninki ne yapıyor geceleri”
“Ne yapacak içiyor, zıbarıyor, ya sen sevgilini eve alıyor musun yine?”
“Almaz mıyım kız. O benim her ÅŸeyim”
“Seviyorsun deÄŸil mi abla?”
“Sevmek mi, tapıyorum kız ona” dedi.
İki kadının gizli bir şeyi konuşmanın yarattığı şuh kahkahaları sokağa yayıldı. Tam bu anda sokağın alt kısmından koltuğu altında ders kitapları ile bir genç köşeyi döndü. Üzerinde siyah renkli bir takım vardı. Ayakkabıları ve çorapları da siyahtı. Sanki bugün olacakları biliyor gibi matem rengini giymişti. Birden üç el silah sesi duyuldu. Herkes ne olduğunu anlamaya çalışırken sokağın girişinde bu genç vücut yere düştü. Önce eli ensesine gitti, sonra da başı düştü.
Tarihin ilk cinayetinde Habil, Kabil’i öldürürken düşünmemiÅŸ mi idi acaba öldürmenin ne olduÄŸunu? Düşünmez olur mu, hem de en ince detayına kadar. Düşünmese idi öldürmesi için bir gerekçesi olabilir miydi kardeÅŸini? Ve Habil Kabil’i öldürünce ilk kan bulaÅŸtı insan soyuna. YaÅŸam sonraki yıllarda çoÄŸu zaman kan tarlalarında büyüdü, kanlı tarlalarda serpildi. Bugün kan selinden bir damla yerde boylu boyunca yatan gencecik vücuda sıçradı. Ölüm ona köşe başında tuzak kurmuÅŸtu. Gencecik bir çocuktu. Onu sokağın köşesinde vurdular. Ölüsünü bırakıp gittiler. Biraz önce canlı ve gerçek olan ÅŸimdi yıkıntı idi yalnızca.
Sokakta bir an sessizlik oldu. Herkes silah sesinin geldiÄŸi yöne döndü, külçe gibi düşen vücuda, acıyı yansıtan çehreye. Ardından insanlar korku içinde dört bir yana doÄŸru kaçışmaya baÅŸladılar. Kahkahalar yerini panik içindeki insanların bağırış, çağırışlarına bıraktı. Biraz önceki neÅŸeli insanların ruhundan hiçbir coÅŸku eseri kalmamıştı. Sokak kötü, elemli bir havaya bürünmüştü. GörülmemiÅŸ bir suskunluk egemendi. Yalnızca sokak ortasında top koÅŸturan çocuklardan biri donakaldı. Ne yapacağını bilemedi. Kaçamadı. Birkaç saniye geçti. Üzerindeki ÅŸaÅŸkınlığı attıktan sonra sokağın aÅŸağı kısmına doÄŸru koÅŸmaya baÅŸladı. Zaman zaman karşılaÅŸtığında sohbet ettiÄŸi, tanıdığı insanlardan biri yerde yatıyordu. Yanına gitti. Yitik bir yaÅŸamın yüzüne baktı. Ama geç kalmıştı. EÄŸildi, üzerine doÄŸru. “Osman AÄŸbi” diyebildi. Ama cevap alamadı. Vurulan genç gözlerini çoktan kapamıştı.
Yaşadıkları böylesi bir gerçekle ilk kez yüzleştiriyordu çocuğu. On dört yaşındaki bu gencin dünyasında gerçekler daha filizlenmemişti. Sağ, sol sözcükleri ona yabancıydı. Taraf olma haline çok uzaktı. Varlık ve yokluk ikilemini ilk defa o gün derinden hissetti. O gün Fidan sokakta olanları, olup bitenleri içi burkularak izledi. Korkmuş ve tedirgindi. Acı, tasa, keder, korku hepsi birbirine karışmıştı.
Olay yerindeki herkes, olayın çok kısa bir sürede gerçekleÅŸtiÄŸini, bir ÅŸey görmediÄŸini söylüyordu. Görseler ne olacaktı ki. Birden dedikodu furyası baÅŸladı. Herkes aynı genci farklı farklı ÅŸekilde öldürüyordu. Herkesin en büyük ısrarı, kendi hikayesinin doÄŸru olduÄŸuydu. “Sokakların kulakları çoktur, ama hepsi aynı ÅŸeyi farklı duyarlar” dedi, oradan geçen yaÅŸlı bir adam. YavaÅŸ yavaÅŸ uzaklaÅŸtı üzüntüyle baktığı cansız bedenin yanından. Birazdan olay yeri inceleme biriminin arabası göründü. Birkaç polis indi içinden. Cesedi yerinden oynatmadılar. Savcı bekleniyordu. Bütün balkonlar dolmuÅŸtu. Birileri balkonda çekirdek çıtlayıp kabukları sokaÄŸa atıyor, biri akÅŸamdan kalmış birasını yudumluyordu. Herkes ölüme ÅŸahit tutulmak hevesi taşıyor gibi yerdeki genç adam ile ilgili bilgilerini tazeliyordu. SokaÄŸa yayılmış kan öbeÄŸi üzerine sinekler konmaya baÅŸlamıştı. Kaldırımdaki kan lekeleri dikkatsiz birkaç adamın ayakkabılarının tabanında, apartman merdivenlerine, ev önüne konan paspaslara, ayakkabılıklara taşınmaya çoktan baÅŸlanmıştı. Kimse ölen bir insanın kanını ayakkabısının tabanında taşımaktan ÅŸikayetçi de deÄŸildi.
Biraz önce kıkırdayan kadınlar da meraklarını yenemeyerek sokağın başına gelmişlerdi. Sevgilisinden bahseden kadın yerde yatan cesede eğildi. Yanındaki kadına dönerek;
“ Vah, zavallı çocuk gencecikmiÅŸ!” dedi.
DiÄŸeri “Kaç yaşındaki, acaba?” diyerek konuÅŸmayı sürdürdü.
“Bilmem, ama çok genç baksana”
Kadın aklından sevgilisinin siluetini geçirdi. Sevgilisinin yaşı yerde yatan genç kadar ya vardı ya yoktu. “Allah korusun” dedi, fısıldarcasına. Elini kulak memesine götürüp, aÅŸağı çekti. Yanında bulunan direÄŸe üç kez vurdu. Yanındaki genç kadının gözünden kaçmamıştı bu davranış. O da yaÄŸcılık yaparcasına aynı hareketi yaptı. Sonra ikisi beraber sokağın yukarısına doÄŸru yürümeye baÅŸladılar.
Çocuk yerde yatan cesedin başında kalabalık arasında kendine bir yer edinmeye çalışıyordu ki, polis sert bir ifadeyle “Dağılın kardeÅŸim, dağılın, seyredecek bir ÅŸey yok” diye bağırdı. Ama insanların dağılmaya niyetleri yoktu. Birkaç adım geri çekildiler, ama saf düzeni hiç deÄŸiÅŸmedi. Dağılmış sayfaları rüzgarla çevrilen bir kitap çocuÄŸun dikkatini çekti. Lise 3 Matematik baÅŸlığı vardı kapağın üstünde.
Åžimdi yerde yatan cansız bedenin sahibi ile yaptığı bir gün önceki konuÅŸmaları hatırladı. “Åžunu bir tut, sigaramı yakayım” diye çocuÄŸa uzattığı kitaptı bu.
“ Ufff, Ne kadar kalın bir kitap bu” demiÅŸti çocuk hayretle.
“ Öyledir, matematik kitabı oÄŸlum bu, integral, logaritma daha neler var neler, sen de liseye geldiÄŸinde, elinden düşmeyecek bu kitap”
“Daha zaman var, liseye”
“Evet, ama zaman çok hızlı geçiyor. bak ben bu sene üniversite imtihanına gireceÄŸim. Doktor olmak istiyorum” dedi genç adam.
KonuÅŸmalar, sohbetler… Gelip geçti çocuÄŸun aklından. Hüzünlendi. Ölümle ilk kez karşılaÅŸması acı olmuÅŸtu. Tanıdığı, daha önce gördüğü, sesini duyduÄŸu, sohbet ettiÄŸi birisini kaybetmenin yarattığı üzüntü hissi onu derinden sarsmıştı. Åžiddet uygulayarak sonuçlanan ölümle ilk karşılaÅŸtıkları andan bu yana, ölüm düşüncesini gizlice içinde taşıdı. Ve o gün karar verdi. “KaybettiÄŸim insanları bir ÅŸekilde yaÅŸatmaya devam etmeliyim” diye.
Şimdi yıllar önce gerçekleşen bu olayın her yıl dönümünde Fidan sokağın sonuna bırakılmış bir demet çiçek görürsünüz. Bu o dönemden arta kalan, onu hatırlamanın, o günlere duyulan öfkenin bir yansıması olarak.
Erol ÇINAR
erol.cinar@doruk.net.tr
"Erol ÇINAR" bütün yazıları için tıklayın...
