Kılcal Damarlar Programı
Kahvede, televizyondan bir ses yükseldi. “Halkın kılcal damarlarına gireceğiz.” Aniden, “şaha kalkan (!)” bir partinin mensubu, heyecanla anlatıyordu. Şöyle bir kafalarını kaldırdılar, kaşlarını çattılar, kahve müdavimleri.
Hafız Mustafa karşısındakine baktı muzipçe “Bunların dilinden sen anlarsın, ne diyor böyle” Parmaksız Hayri kafasını salladı. “Neden ben anlıyormuşum?”
“Yıllardır onları savunur, onlara oy atarsın da ondan”
Televizyondan ses dalga dalga yükseliyor. “Şunu yapacağız, bunu kaldıracağız, emeklilere…”
Emekli sözünü duyan Parmaksız şşşt diye susturdu milleti.
“Hepiniz emeklisiniz, bütün gün yanar yakılırsınız, ağlarsınız, şöyle ciddi ciddi düşünmezsiniz halinizi. Seçim zamanı gelince ne yapacağız diye ona buna sorarsınız. Kapayın çenenizi de dinleyin. “Ne olacak şu emeklinin hali” diyor”
Hafız’a bir göz attı. Hiç sesi çıkmıyor.
“Ne oldu Hafız, dilini mi yuttun?”
Hafız düşünceli.
“Şu kılcal damar meselesi kafamı bozdu”.
“Canım onu mecazi anlamda söyledi. Yani halkla öyle bütünleşecek ki, sanki damarına girecek.”
“Yapar mı yapar. Ben de zaten damar sertliği var.”
“İyi işte, damarların da açılmış olur böylece”
“Nasıl yapacaklar bu girişi?”
“Her zamanki gibi uzaktan. Halkın arasına inmez onlar. “Kılcal Damar Programına” seçilen kişiler, tam parti binasının önünden geçerken, pencereden, tahminime göre zıpkın gibi bir şey fırlatacaklar. Tam isabet. Kılcal damarda. Ondan sonra korkma. O işini görecek içerde.”
“Acıyor mu?”
“Bilmem. Belki yanar biraz. Bazılarının derisi fil gibi. Hiç hissetmez”
Yan masadan, onları dinleyen Fil Cevat hemen alındı “Fili” duyunca.
“N’oluyo orada, ne kaynatıyorsunuz?”
Parmaksız’la Hafız, gece gündüz gibi farklı olsalar da, hep birlikte oturur mır mır konuşurlardı.
Parmaksız, 60’lı yıllarda, ilk Almanya kafilesi ile oraya gitmiş, fabrikada parmağını kaybetmiş, emekli olmuş dönmüştü. Kendini “sapına kadar işçi” olarak tanımlardı. Almanya’da Sendika üyesi olmuş, grevlere, işçi direnişlerine, yürüyüşlere katılmıştı.
Mustafa’nın babası çok aranan bir Hafız’dı . Yanık da bir sesi vardı. Hatta ünü, köyün dışına bile taşmıştı. Oğlunu da Hafız yapmaya uğraşmıştı. Ama maalesef Mustafa’da ne ses, ne yetenek, ne de incelik vardı. Aklı fikri futboldaydı. Hayri Almanya’ya giderken, o da çok istemişti. Babası karşı çıkmıştı. “Yaban ellerde sefil olursun, gavur karılarına kapılırsın”
Babası öldükten sonra köylüler ona “Hafız” demeye devam etmişlerdi nedense.
“Peki, o zıpkından sonra insan kendine hemen gelebiliyor mu?
“Adamına göre. Çok kaşınırsan-tatlı tatlı kaşınıyor-tam isabet demektir.”
Parmaksız, Hafız’ın bayağı huzursuz olduğunu görünce işletmeyi bıraktı. Bu Hafız’da çocukluktan beri bir saflık vardı zaten.
“Neden heyecanlanıyorsun? Sen, fırıldak gibi, bir o yana bir bu yana dönüyorsun. Ne olduğun belli değil. Belki sana isabet ettiremezler.”
“Ben gitsem, “ne isterseniz yapacağım, ne olur kılcal damarlarıma” girmeyin desem.
“Belki olur. Hem onlar da yorulmaz. Sen de acı çekmezsin. Ama mutlaka bir koşulları olacak”
“Vallahi her şeyi yaparım.”
“Kendiliğinden gelenlere bir test yapıyorlarmış”
“Eee, sonra”
“Testi başarırsan, HAYIR’lı GÜNLER diye uğurluyorlarmış”
Ben de Hayır’lı Bayramlar dilerim.
|