ISSN 1308-8483
Medyatikleştirilmiş Bedenler Üzerine Bir Deneme / Erol ÇINAR
Erol ÇINAR    
  Yayın Tarihi: 22.9.2010    


Medyatikleştirilmiş Bedenler Üzerine Bir Deneme

Yüksel caddesinin köşesini dönmüştüm ki, kalabalık bir insan grubu ile burun buruna geldim. Her zaman ki gibi öğrenciler, siyasi parti temsilcileri başkentte protesto için eylem hazırlığındalar diye düşünürken bir çok insanın ellerinde cep telefonları yüksek bir platform üzerinde yürüyen güzel kızları kameraya aldıklarını gördüm. Bu kadar merak pek olağan sayılmazdı. Neyse ki işin aslı sonradan belli oldu. Yeni bir mağazanın açılışı vardı ve günün popüler mankenlerinden birkaçı defile için sokağa kurulan podyuma çıkmışlardı. Sonradan öğrendim ki bu mankenli açılış televizyon kanallarında o gece bol bol boy göstermiş. Mankenlerin ceviz kabuğunu doldurmayan beyanatları geceler boyunca programlardaki yerini almış.

Programı izlememiş olmama rağmen az çok formatı hakkında fikir yürütebiliyorum. Hep böyle olmuyor mu? Önce, birkaç mankenin podyum görüntüleri gösterilir. Ardından dedikodu çarkı başlar. Söylenenler büyük puntolu yazılar ile alt yazı olarak ekrandan geçilir. Muhabirin sözüm ona can alıcı soruları ardı arkasına gelir. Güzelliğin, ünlü olma hevesinin ve dedikodunun tek ölçüt sayıldığı program böylece devam eder gider. Mankenlerin konuşma sırasında sürekli anlamsız anlamsız sırıtması veya bağırıp çağırması, duruşunun bir manken edâsından çok kendini pazarlamaya yönelik olması bu müthiş gösterinin olmazsa olmaz kurallarıdır. Bu davranışlara bir iki de ters mahalle ağzı ile verilen cevaplar eklenince heyecanlı saatler başlar.

Ne yazık ki son yıllarda ülkemizde iletişim varolan anlamını kaybetti. Çoğu televizyon kanalına bir çeşit tekdüzelik hakim oldu. İzleyenlerini kasıp kavuran bir moda her gece evimize konuk olmaya başladı. Dedikodu programların varlığı her bir kanalı sardı. Bu tür değersiz sunumlara, televizyon gibi güçlü bir iletişim aracının böylesine hovardaca kullanarak yapılan kişisel tatmin gösterilerine halkımız çoktan kanmaya başladı. Televizyon kanallarında boy gösteren manken, sarkıcı gibi kadınların ekran başındakilere mesajlar vermesi, içerdekilerle paralellik kurulması, onların meta olarak öne çıkarılması gecelerimizin vazgeçilmez programlarını oluşturuyor. İzleyicilere, okuyuculara kendi kültürel kökenlerinden ve doğal sürecinden bir kopuş yaşatılıyor. Müthiş bir yabancılaşma mevcut. Yayınlara ciddi bir tepki gösteren çıkmayınca da bu ucube program formatı dedikodu programcılığının âdeta değişmez nitelikteki şablonuna dönüştü. O yüzden, dedikodu programları papağan gibi tekrarlamaya dayalı bir sunum tarzının seyircisine bilinç anlamında ne kazandırdığını sorgulama zamanının çoktan geldiği ve hattâ geçtiği aşikardır.

Dedikodulu magazin programlarında duygusal alışverişler yok ama somut tahliller çok. Toplumla ilişkisi olmayan, orada başlayan ve biten kurmaca dünya var sanki. Zihinler magazin kültürüyle iğdiş edilirken, ekranlarda boy gösteren ünlülerin buradan para kazanmaları an meselesi. Bu programlarda yaşlı kadın portrelerine rastlanmıyor. Hepsi genç, güzel ve çekici. Topluma deşifre olmuş, mahremiyeti kalmamış, tedirgin ama mutluluk oyunu oynayan kadınlar. Oyuncakçı dükkanlarının vitrinlerine konulan, cicili bicili elbiseler giyen Barbie bebekler gibi sergilenen kadınlar. Televizyon programlarında hep aynı kişiler topluma pompalanıyor. Oysa duygu karışıklığı yaratıyor bu sahte ilişkiler. Bu dünyanın kadınları süslü, püslü, yaldızlı. Yalın halleri yok. Gerçekci değiller. Moda dergilerinin sayfalarından, onların prototiplerinden üremiş gibiler. Tamamen kimlik arayışından uzak, yapıştırılmış bir formül var. Saçları aynı renk. Konuştukları kelime sayısı, gittikleri mekanlar bile aynı. Çoğu fotokopiyle çoğaltılmış gibi birbirinin tıpkısı. Yüz ifadeleri, gülümsemeleri aynı…. Hani görünüşte bakıyorsunuz Avrupalı. Dergilerden görüp yakalanmış ama kendi kimlikleri yok.

Toplum, bu kadınları programlar sayesinde yapmacık halleriyle kabul ediyor, değerli kılıyor. Programlarda onlara bol bol yer vererek, gerçek psikolojilerini gizleyerek, seyirciye sezdirmeden onları var ediyor, günlük ölümsüz kılıyor ve şu ya da bu şekilde bu insanların yaşamlarına müdahil oluyor.

Şimdi bir deneme yapalım. Televizyondaki magazin programlarını sesini açmadan izleyelim. Yalnızca güzelliği ile algılanan, ardında saklı psikolojik boşluğu bize hissettirmemeye çalışan, sürekli dişlerini gösteren bu kadınları izleyelim. Onlar kim bilir gerçek dünyada nasıl aşağılanmışlardır, hatta dövülmüşlerdir. Bütün bunların hıncı, kini, acısı birikmişse de içlerine bu duygularla tıka basa dolu olsalar da bunları hissettirmemeye çalışırlar. Belki çoğu kırsal kökenlidir. Ama modern giysiler içinde, onlara alışmış gibidirler. İçlerindeki yaraları belli etmeden, medyanın istediği kalıplaşmış pozlara bürünürler. Gövdelerinin güzelliği, bir kedi gibi gergin duruşları onların gözündeki kırgınlığı, mutsuzluğu, hıncı, kaygı ve güvensizliği, kapana sıkışmışlığı kapatmaya yetiyor.

Diğer yandan bu programlar reyting rekorları kırıyor. Bu durumda magazin programlarını yok sayabilir miyiz?. Hayır. Çağımızın insanı gergin. Çevre sorunları, tükenen doğal kaynaklar, aldatıcı bir maskelemeyle korkunç yok edici bir savaş, kahpece siyasetler, insani değerlerin parçalanışı yok oluşu günümüz insanını yormakta. Toplumdan çıkan toplumun çıkardığı şeyler bu programlar. Hem toplumla birebir ilişkisi yok hem de olmasa bile var. O ilişki yaratılıyor, toplumun bir parçası gibi sunuluyor. Toplumun gelişmesi ile ilgili olmayan bir dünya ekranlarımızda. Programlar toplumun görmek istediği gizli alanı-nasıl gizliyse anlamadım- gösteriyor, hem de abartarak. Ağırlığını hissetmiyoruz toplumun, toplumsal geri gitmelerin. Toplum tepkisiz, tepkisiz olmasından rahatsızda değil. Umarım, yaşananlar magazin denilen herzenin bir kez daha gözden geçirilmesi sonucunu doğurur.


Erol ÇINAR

erol.cinar@doruk.net.tr


1832










   |   Hakkımızda    |    İletişim    |    Yasal Uyarı    |


    © FocaFoca.com tüm hakları saklıdır.   (03/2005)