EBRU DERKEN
Ak saçlı, ak sakallı adamın mavi gözleri pırıl pırıldı. Ebru sanatının inceliklerini anlatıyordu. Sakin ses tonu ve tane tane anlatımıyla, konusunda bilge bir kişi olduğu izlenimini veriyordu insana. Kitreli su dolu teknenin başında durdu, az sonra suyla renklerin sevdasına tanık olacak olmanın heyecanıyla daldı gözleri. Gözlerinden sanatına duyduğu sevgi ve saygı okunuyordu.
''Duyguların resmini suya çizmektir ebru... Bu sanata gönül verecekseniz içinizde sevgi olmalı'' dedi. ''Sevgi her güzel şeyin anahtarıdır. İçinde sevgi taşıyan insan önce kendini seviyor demektir. Kendini seven insan da pozitiftir, etrafına saçtığı enerji de pozitiftir. İşte bu enerji sıvıyı sakinleştirir, size güzellikler sunmaya hazırlar'' diye ekledi ve söylediklerinin doğruluğunu ispat etmek istercesine Japonya'da yapılan bir deneyden söz etti. ''Ses tonu yüksek, netlik ayarı yapılmamış, cızırtılı ve rahatsız edici bir müzikle negatif enerji yüklenen suyun, kimyasal yapısının bozulduğu bilimsel olarak kanıtlanmıştır. Şimdi; vücudumuzun %75 inin su olduğunu düşünün ve negatif enerjinin neler yapabileceğini artık siz hesaplayın''...
Tüyler ürperten bir saptamaydı. Büyükşehir yaşayanları ne kadar şanssızlardı. Hava kirliliği, trafik keşmekeşi, gürültü... Kent yaşamının olmazsa olmazları. Otobüste, metroda, vapurda rastladığımız insanların yüzlerinin hiç gülmemesine neden olan şey yaşadıkları şehrin karmaşası değil miydi? Böylesine negatif enerji yüklü insanların ikili ilişkileri de ne kadar sağlıklı olabilirdi ki? Nerde hoşgörü...?
Komşuluk öldü: Aynı apartmanda birbirine yabancı insanlar. ''Komşu komşunun külüne muhtaçtır'' sözündeki külü, içtiği sigaranın külü olarak algılayan, anlamsız bir söz olarak yorumlayan kişi sayısı çoğalıyor. Eskiye ait birçok değer gibi komşuluk da bitti gitti...
Çocukluk öldü: Saklambaç, yakartop, dokuz kiremit oynamıyor çocuklar. Oyun çağındaki bu küçük insanlar yarış atlarına dönmüşler. Bir kurstan diğerine koşturuyorlar. Hırs, gıdaları olmuş. Bilgisayar ekranında savaşıyorlar, rahatça adam öldürüyorlar, şiddeti tanıyorlar. Çocukken negatifler, yetişkin çağlarının nasıl olmasını bekliyoruz?.
Aşk öldü: Evet, işin acısı aşk öldü. Ağır eleştirilerde bulunmak, diyalog kopukluğu, karısındakinin ruhunu bile kontrol etme isteği... Birlikteliği çürütmekten başka ne işe yarıyor ki? Oysa ki aşk ve evlilik, belki de hayatımızın en büyük duygusal yatırımı. İlişkiler emek ister, birliktelikler karşılıklı özveriye dayanır. Kişiliklerinden ve isteklerinden ödün vermeyen çiftlerden bu emek ve özveriyi göstermeleri de beklenemez zaten. Sonuçta görüyoruz ki her üç evlilikten biri boşanmayla sonuçlanıyor. Bu parçalanan ailede bir de çocuk varsa, doğal olarak negatif bir insan daha katılıyor yaşama. Aşkı taşıyabilecek yürek kalmadı...
İnsanlık komada: Komşuluğun, çocukluğun ve aşkın öldüğü bu toplumda insanlık can çekişiyor. Her şey çıkara dayalı. Dinlerin yapıcı, birleştirici etkisi bile azaldı. Hani işin ucunda cennet olmasa, ırmaklarından şarap akmasa, huriler olmasa ibadet bile???...
Belki de öldü insanlık. Kuyruklu yıldızlara taş çıkartan kuyruklu yalanlarımızla, bencillikle, ihanetle öldürdük onu. Sahtekarlıkla öldürdük. Nice içimizi acıtan haberlerde, soğan kaynaklı gözyaşlarıyla ağlayan insafsızların darbeleriyle öldürdük.
Acil kan aranıyor! O grubu, A grubu, AB grubu ama mutlaka pozitif... Serumla desteklemeliyiz, hayata döndürmeye çalışmalıyız hiç değilse insanlığımızı. Seruma sevgi katmalıyız, bir ölçü dostluk, çok ölçüde güzellik. Hatta Foça'dan gün batışı, masada lakerda eşliğinde bir duble rakı. Ve gülümsemek hayata. İşte pozitif enerji. İnsanlığımızı koruyalım, onunla birlikte tüm değerlerimizi de...
|