Son “Bahar”
Balıkesir’in Dursunbey ilçesi, Türkiye’nin orman deposu, akciğeri, yeşil örtüsüyle çok özel bir köşesi. Gölcük, Değirmeneğrek ve Martlı gibi mesire alanları ve jeotermal enerjisiyle Simav’ın Eynal Kaplıcaları, onca güzelliği bir arada barındıran ender bulunan ilçelerimizden. Kış kapıdan girmeden, kazma kürek yaktırmadan planladığımız son gezimizi Dursunbey’in yaylasına gerçekleştirdik. Günler iyice kısaldığından sabah altıda buluştuğumuzda hava daha yeni aydınlanmaya başlıyordu. Araçların farları, aydınlatma direklerinin ışıkları henüz sönmemişti. Güne gri bir hava ile başlayacağımızın ilk habercisi gökyüzünün puslu oluşuydu. Havanın puslu olması nedeniyle keyifli fotoğraf çekimleri yapamıyoruz. Ben direksiyonda, Engin Yavuz yanımda ve arka koltukta Aykut Fırat yola çıktık. Bornova üzerinden Manisa’ya uzandık ve her zaman çorba içtiğimiz lokantanın önüne aracımızı park ettik. Çorbalarımızı ısmarladık, ancak daha önceki lezzeti bulamadık ve çorbacıyı değiştirmeye karar verdik. Manisa’dan çıkarken güneş daha yeni yüzünü göstermeye başladı. Akhisar yoluna yöneldikten sonra kaldırımlarda servis bekleyen işçileri selamladık.
Sındırgı virajları bozulmasın
Bir zamanlar lüks lokantaların ve konaklama tesislerinin bulunduğu Sındırgı yoluna saptık. Yeşil çam ormanlarıyla kaplı Sındırgı virajlarında eski tesislerden geriye sadece tuğla kırıntıları kalmış. Tek tük işletmelerin yer aldığı Sındırgı yolunda anılarımızı tazeledik. İstanbul’a yaptığımız yolculukları hatırladık. Araç trafiğinin iyice azaldığı bu yeşil vadiden geçerken, bozulmamasını, ağaçların kesilmemesini ve bu doğal güzelliğini korunmasını diliyoruz. Umarız, bir bölünmüş yol kurbanı olmaz Sındırgı virajları… Kertil’den geçiyoruz, burada rakım oldukça yükseliyor ve yoğun kar yağışı alan bir bölge. Soğukluğu hissederek geçip gidiyoruz. Amacımız Mandıra Köyü’nde Abdullah’ın kahvesine ulaşmak ve onun güler yüzünü görmek. Kahvede oturan vatandaşların sıcak selamıyla ve Abdullah’ın gülen gözleriyle karşılaşıyoruz. Abdullah bize acı kahvesini sunuyor ve ardından kahvaltı öneriyor. Bir dahaki gezimizde Abdullah’ın kahvesinde kahvaltı yapmaya karar veriyoruz.
Sındırgı pazarında organik ürünler
Mandıra Köyü’nün tezek kokulu sokaklarında kısa bir tur attıktan sonra Sındırgı’da köylülerin sattığı organik ürünlerden satın alıyoruz. İzmir’in organik pazarlarında 5-6 TL’den satılan ürünler burada yarı fiyatına sunuluyor. Yaşlı teyzeler ve amcalar organik ürünlerinin fiyatlarının ucuzluğunun farkında. Onlara Sındırgı pazarında yer göstermemişler. Onlar da ürünlerini çarşı içindeki eski pazaryerinde satmaya çalışıyorlar. Engin Yavuz iyi bir müşteri, patlıcandan elmaya kadar iyi bir alışveriş yaptı. Sındırgı’dan dev çınar ağaçlarının asfalt yola yayılan gölgelerinin eşliğinde Simav’a doğru yolculuğumuzu sürdürüyoruz. Sındırgı - Simav arasında yol yapımı nedeniyle bir süre beklemek zorunda kalıyoruz. Çöygören Barajı’nda sular iyice çekilmiş. Son gezimizde sular neredeyse asfalt yola kadar uzanıyordu. Dipteki sarı çamur ortaya çıkmış ve üzerinde su içmeye gelen çeşitli hayvanların ayak izleri birbirine karışmış. Yol üzerindeki termal tesislerin inşaatı son geziden bu yana iyice ilerlemiş, güzel bir tesis yükseliyor bu bölgede.
Köfteler Simavlı kasaptan
Havada grilik devam ediyor ve pek fotoğraf çekemiyoruz. Simav’a geldiğimizde çarşı içinde bir öğle yemeği yiyoruz, bu arada her zamanki, gibi geliş gidişlerde tanıştığımız kasaptan mangal için köfte hazırlatıyoruz. Havanın aniden soğuması nedeniyle Simav Çarşısı’ndan kendime bir polar ceket satın almak zorunda kaldım. İyi ki, almışım, yaylanın soğuğu bastırınca polar ceket bile bir işe yaramadı. Neredeyse ısınmak için mangala yapışacaktım. Simav’dan Naşa beldesi üzerinden biraz da bozuk, tozlu ve kötü yollardan Dursunbey’e ulaştık. Orman işletme müdürlüğüne giderek yaylaya nereden gideceğimizi öğrendik ve aynı yolu tekrar geriye dönmek zorunda kaldık. Sabah altıda başlayan yolculuğumuz akşam yine altıda son buldu. Orman işletmesinde bizi güler yüzlü amir ve çalışanlar karşıladı. Bize konuk evinde kalmamızı önerdiler. Biz konuk olacağımızın evin arkasında ve ormana bakan yüzünde çadırlarımızı kurduk. Kocaman bir mangal ateşi yaktık.
Odun ateşinin keyfi bir başka
Çevreden topladığımız odun parçalarıyla ateşimizi güçlendirdik. Piknik masamızı pazardan aldığımız yiyecekler ile donattık. Her ne kadar çevreye asılan “Burada alkol kullanmak kesinlikle yasaktır” yazılarına karşın rakılarımızı bardaklara doldurduk. Önce biberleri ateşte közledim, ardından mis gibi köfteleri pişirmeye başladım. Engin ve Aykut’u masadan kaldırmadım. Bu kez ben onlara hizmet ettim. Gece iyice çökünce, ormandan uzanan ağaçların gölgeleri karanlığa karıştı. Yorgunluktan olmalı ki, bu gezimizde saat 21.00’i gösterdiğinde uykular ağır bastı ve herkes çadırına çekildi.
Balıkesir’de höşmerim
Erken yatınca erkenden kalktık, Engin mangal ateşini güçlendirmiş, mis gibi odun ateşi kokusu yayıldı çevreye. Odun ateşinde çayımızı demledik, ekmeklerimizi kızarttık, organik peynir ve zeytin eşliğinde muhteşem bir kahvaltının ardından çadırlarımızı toplamaya koyulduk. 2010 yılının bu son kampında dönüş yolculuğumuzu bu kez Kepsut üzerinden gerçekleştirdik. Balıkesir’e vardığımızda tarihi çarşıyı aradık ve bulduk. Taze höşmerimleri kaşıkladık ve ardından asırlık çınar ağaçlarını altında demli çaylarımızı yudumladık. Balıkesir, Akhisar ve Manisa güzergahından İzmir’e akşam saatlerinde ulaştığımızda, mangal ateşinden yükselen odun kokuları hala burnumuzda tütüyordu.
isikteoman@gmail.com
|