Ben Hep Sümüklü Böcek Olmak İstiyordum!
Uzun bir aradan sonra tekrar tepeden bakıyorum İzmir’e... Benim için en duygulu an gelip biniyor yüreğime; özlem, sevgi ve ait olma hissinin doruğa ulaştığı noktadayım. Uçağın tekerlekleri piste vurur vurmaz, halkımızdan başka insanların yoğun şekilde kullandığı uçak hatlarının dışında görmeye alışık olunmayan bir kutlama coşkusu: Alkışlar... Yabancı yolcuların şaşkınlık ifadesiyle birbirlerinin yüzüne bakışını görüp de bıyık altından gülmenin dayanılmaz hafifliği...
Yurt dışında yaşamaya başladığımdan beri, ülkemle aramdaki sevgiyi, liseli aşıkların ilişkisine benzetir oldum. Her kavuşmada bir kavga, ayrılık ve bir daha birleşmeme yeminleri, sonra duyulan büyük pişmanlık ve yine koşa koşa geri dönme ve saniyesinde yapılan bir şiddetli kavga daha! „Keşke göründüğün kadar hep güzel kalsan! Dışı da içi de beni yaksa!”
Hava limanından eve doğru yolculuk çabuk geçsin diye arabayı kullanıp zaman su gibi aksın istiyorum. Direksiyona geçiyorum ve bir yandan da koyu bir muhabbet başlıyor arabada. Sohbet, yol yorgunluğu, kalabalık, alışkın olmadığım bir hengame ile başım dönüyor ve bir an kendimi kaybediyorum. Her şey gözümün önünden bir film şeridi gibi geçiyor, bir korku filmi sanki. Kırmızı ışıkta kendini yola atan intihara meyilli insanlar, ekmek parası uğruna canından olmayı bile göze almış otoyolda seyyar arabalarıyla ıslık çala çala ilerleyen satıcılar, önündeki sürücü renk körüymüşçesine henüz sarı ışık yanarken arkadan can havliyle kornaya basan hızlı kamyon şoförleri, sinyal vermeden yolcu toplama uğruna en sol şeritten sağ şeride kendini atan minibüsler, üç şeritlik yolu beş şeride çıkaran aceleciler...
- ”Kızım, dikkat etsene!!!!!!” sesiyle irkiliyorum.
- ”Baba, dikkat etmesi gereken ben miyim? Neye dikkat etmeliyim, kurallara uymamaya mı?”
- ”Burası Türkiye, canını seviyorsan kurallara değil, şartlara uyacaksın.”
”Burası Türkiye, hoş geldin yabancı!” durumuna düşmenin verdiği sinirden olacak, açtım ağzımı yumdum gözümü. En azından söylenerek stres atmak bana iyi gelir diye düşündüm. Nereden bilirdim ki yaşayacaklarımın trafikle sınırlı kalmayacağını?
...
Babamla, yazlıktaki internet bağlantımızı kullanır duruma getirebilmek için cihaz almak üzere, tanınmış bir elektronik mağazasına gittik. Satıcının uzun telkinlerinden sonra kendi ürettikleri bir malı satın alarak yola koyulduk. Doğru ya, yerli mali varken Çin malı alınır mıydı?
Eve vardığımızda minik bir sürpriz bizi bekliyordu. Kilometrelerce yoldan alıp getirdiğimiz alet çalışmıyordu. ”Ya, sabır!” çekerek nasılsa bir iki gün sonra tekrar İzmir’e yolumuzun düşeceğini aklımıza getirerek, değiştirebiliriz dedik.
Bir iki gün sonra aynı mağazada...
Merhaba, bizim sizden aldığımız bu cihaz bozuk çıktı; geri vermek istiyoruz.
Denediniz mi?
!!!!! Denemeden nasıl anlaşılır ki hatalı olduğu?
Peki neden çalışmıyor?
Biz de tam size onu soracaktık.
Hımmm bir bakmamız gerekiyor. Elimizde olanlardan bakalım.
Ben bu markanın aynısından, aynı fiyata olanından istiyorum. Ekonomik ve yerli malı olduğu için sizi tercih ettik zaten.
Malı değiştiremem yalnız.
O niye o?
E, siz bunu açmışsınız.
Beyefendi, az önce denediniz mi diye sordunuz. Bir malı denemeden nasıl arızalı olduğunu anlayabiliriz?
Paketi açmanız sorun değil de fişlerini kullanmışsınız. Ben bunu şimdi kime satayım, fabrika da kabul etmez kesin sorun belli olmadığı için.
Elektrikli bir cihazı fişe sokmadan “bozuk” diye nasıl iade edebilirim?
Ben bir şefimle konuşayım.
Bu mantıksız kısır döngü için saatlerce uğraşıp, bozuk olan bir cihazı yenisiyle değiştirmenin bu denli “mantık dışı” ve “imkansız” olduğu bir başka ülke tanımış mıydım? Tabii ki, hayır. Yol boyunca yine hırsımı kendimce nutuklar atıp söylenerek geçirdim.
…
Her türlü derde deva sessiz ve karmaşadan uzak Foça’mızın ışıklarını gördüğümüz andan itibaren, artık güvenli bir limana yaklaştığımızı hissederek gevşedik. Yol ve stres geride kalmıştı. Mıydı acaba?
Evden içeriye adım atar atmaz. Annem yine dert yandı:
Bu buzdolabının sesi beni delirtecek. Yeni alınan bir makine bu kadar ses çıkarır mı, Allah aşkına?! Komşular da şikayetçi.
Anne, söylenmekle olmuyor. Yazılı baş vurmak gerekir. Bir dilekçe yazalım halledilir.
Dedim ve demez olaydım. Her şeyin tereyağından kıl çeker gibi süratle ve kolayca işleyeceğini düşünen kafasız kafam… Dilekçeyi yazacaksın ve yazılı bir belge olmasından dolayı ciddiyeti daha fazla olacak, böylelikle her şey yoluna girecek.
Önce buzdolabına bakılması için bir servis çağrıldı. O servis elamanlarının gelmesi için bir bandolu tören düzenlemediğimiz kaldı. Defalarca yapılan telefon görüşmeleri ve en nihayetinde rica minnet evimize teşrif eden “bilir” kimseler daha önce yazdıkları raporu okudular ve aynısını yazıp geri gittiler: “Bu dolaplardaki ses seviyesi normaldir.” Israrlarıma rağmen “Buzdolabı normal ama ev sahipleri ve komşuları anormaldir.” yazdıramadım.
Gece olur ve yüksek tavanlı yazlığın içinde, horlayan bir aslan yavrusunun çıkardığı sesi andıran uğuldama kesilmez. Şikayetler kesilmez. Ertesi sabah uykusuz ve daha sinirli ev halkı bir kere daha servis elemanlarına yüklenir ve telefon terörü ile onları tekrar eve getirtmeyi başarır. Sonuç aynıdır, anormal ev sahiplerinin “Bu gece bizim misafirimiz olun ve salonda size bir yer verelim. Gece sessizliğinde, cihazlar yerine kendi kulaklarınızla ölçün bir de bakalım kaç desibelmiş bu ses!” önerileri kulak ardı edilmiştir. Normal üreticinin ürünü de kendi gibi normaldir.
Ve yine gece olur; elimizde yastıkla köşe kapmaca oynarız evin içinde. Ertesi gün yapılacak bellidir. Firmanın genel müdürüne yazılan okkalı bir dilekçenin ardından, sanki sorunlu olan şey buzdolabı değil de tüketiciymişçesine tavır takınıp eli ayağına dolaşan servis yetkilileri yine evimizin yolunu tutarlar. Savaş kazanılmıştır. Buzdolabı yenisiyle “tabii ki” değiştirilecektir ve hatta genel müdürlüğe yazmaya ne gerek vardır? Her şey yurt dışındaki gibi olamazmış. Burası Türkiye’ymiş! Bazen yapılanlar “sümüklü böcek kabuğundan çıkmış, kabuğunu beğenmemiş” hikayesini anımsatıyormuş. Muş muş da muş muş…
Evet burası Türkiye, uzaktan da bakabildiğim, doğrusu kadar yanlışını da görebildiğim bir yer. Sayın Herşeyi Bilir de Bilmez kişi, tam da üstüne bastın çünkü ben büyüyünce sümüklü böcek olmayı istedim hep! Beğenilmemesi gerekeni, eskiyeni, yolunda gitmeyeni yenisi ile moderni ile değiştirmeyi ayıp değil doğru bulanlardan hem de! Yeri gelir içine hapsolmayı doğru bulduğun kabuğumdan da sıyrılırım çünkü ben hep sümüklü böcek olmak istiyordum!
|