KIRMIZI ET NEDEN ULAŞILAMAZ OLDU?
1992 yılında Bakanlar Kurulu’nun kararı ile Et Balık Kurumu (EBK), Süt Endüstrisi Kurumu (SEK) ve Yem Sanayi Türk Anonim Şirketi (YEMSAN) özelleştirme kapsamına alındı. Kırmızı ete tüketicilerin ödediği fiyatlardaki hızlı artışı tetikleyen olay SEK ve EBK’nin 1995’de, YEMSAN’ın ise 1992’de özelleştirilmesi ile başladı. SEK’te özelleştirilen 32 işletmeden dokuzu hariç diğerleri kapatıldı veya üretime devam etmedi. Örneğin İzmir SEK fabrikası kâr elde etmesine rağmen kapatıldı. Şu anda Türkiye’de sütte piyasayı sadece altı yabancı veya yerli özel kuruluş hâkim. Piyasayı eline geçiren yabancı ve yerli sanayiciler çiftçiye ödedikleri süt fiyatlarını 35–40 kuruşlarda yıllarca tutabildiler. Artık “serbest piyasadan” söz etmek mümkün değildi. Bu hegemonyalarını destekleyen diğer bir etken de ucuz süt tozu ithali idi. Süt ve ürünleri sanayicileri yurtdışından ucuz süt tozu bulabildiler. Hatta bazıları süt tozunu buzağı maması adı altında ithal ederek süt ürünlerinde kullanılabileceklerini gördüler. Ucuz süt tozu ithalatı da sanayicilerin çiftçilere verdikleri fiyat üzerinde hegemonya kurabilmelerini kolaylaştırdı. YEMSAN’ın özelleştirilmesinin katkısıyla yem fiyatları hızla arttı. Süt ve yem fiyatları makası arasında ezilen çiftçiler zarar etmeye başladılar. Hayvanlarını kesime gönderdiler. Bir inek yılda ortalama bir buzağı doğurur. Bunların bir kısmı et üretimine katkıda bulunur. İnekler kesime gönderilince hem süt hem et üretimi gerilemeye başladı. Ülkemizde et ve süt üretimi birbirine bağlıdır. Bu nedenle et fiyatlarını açıklayabilmek için sütten söz ediyoruz.
Üretici için kârsız olan bu koşullarda inek sayısı hızla azaldı. Bunun sonucu süt üretimi ve et üretimi azaldı. Ancak bu azalma tüketici talebinin azalmasından çok çiftçi eline geçen süt fiyatlarının bir çeşit tekel oluşturan sanayiciler tarafından baskılanmasından kaynaklanıyordu. Tüketicinin süt ve ürünlerine ödediği fiyat ise düşmedi, hatta arttı. Kurulan bu denge zamanla kararsız olmaya başladı ve 2010 yılında bozuldu. Çünkü artık ticareti yapılacak mal ortadan kayboluyordu. Bu yeni koşullarda çiftçi eline geçen süt ve et fiyatları arttı; üretimleri çiftçi için de kârlı olmaya başladı. Hayvan yetiştiricileri artık kâr elde etmeye başlamışlardı. Çiftçi eline geçen süt fiyatları 70–75 kuruşlara tırmandı. Ne var ki sanayiciler kısa zaman içinde çiftçiye verdikleri fiyat artışını ürün fiyatlarına koyarak tüketiciden çıkardılar.
Olayı bir de kırmızı et yönünden inceleyelim. Kırmızı etin tüketicilerin çoğunluğu için ulaşılamaz hale gelmesinin bir diğer nedeni de EBK’nin özelleştirilmesi idi. “Devlet kasaplık yapmaz” denmişti. Hâlâ deniliyor. 1995’lerde et kombinaları birer birer özelleştirilmeye başlandı. Bu yıllarda kamuoyu bu özelleştirmelerin sonucunun iyi olacağını düşünüyordu. On sekiz et kombinası özelleştirildi. Bunların bir kısmı alanlarca tamamen kapatıldı. Bazılarının yerine alış veriş merkezleri açıldı. EBK’nin üç işyeri ise kapatıldı. Beş kombina Jandarma Genel Komutanlığı, belediyeler ve üniversitelere devredildi. Geriye faaliyette olan sekiz kombina kaldı. Hayvancılık özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da başka etkenlerin de katkısıyla daha hızlı olarak çökmeye başladı. Kamuoyunda durum giderek artan dozda eleştirilmeye başlandı. Yapılanların kötü sonuçları artık herkesin görebileceği bir hâl alınca 2005 yılında EBK özelleştirme kapsamından çıkarıldı. Ancak olan olmuştu. Hâlbuki önceleri özelleştirme yandaşları EBK’nin bir devlet tekeli oluşturduğunu ve “serbest piyasa” diye adlandırdıkları şeyi bozduğunu ileri sürüyorlardı. Aslında böyle bir “serbest piyasa” hiç olmamıştı. EBK’nin yerini özel tekeller aldı. 1975 yılında EBK Türkiye büyükbaş et kesiminin % 34’ünü gerçekleştiriyordu. Bu oran 1995’de bile % 11 düzeyinde idi. 2005 yılında bu oran % 3’e düştü. Hele küçükbaş hayvan kesiminde (koyun, keçi) kurum iyice yok oldu. 1975’de EBK’nin oranı %10 düzeyinde iken 2000 yılında bu oran % 0,001’e (yüz binde bir) düştü. 2008’de oran sıfıra çok yakındır. Bu verileri EBK’nin (şimdi adı Et ve Balık Ürünleri A.Ş.’dir) web sayfasından aldığımı söyleyeyim. (www.ebk.gov.tr) Sonuç olarak devlet ortadan çekilince yerini birbiri ile anlaşarak fiyatları ayarlayabilen güçlüler almıştır. Kısacası “serbest piyasa” falan ortada yok. “Serbest piyasa” propagandası var. Bu piyasaya oligopson ve oligopol piyasası denir. Yani ham madde (süt, et) alırken oligopson; süt ve et ürünleri satarken oligopol piyasa vardır. Sanayiciler veya marketler çiftçilerden ürün alırken ve tüketicilere işlenmiş süt ve et ürünleri satarken çift yönlü hegemonya uygulayabilmektedir. Tekelci piyasaya yakın bir durumdur. Bu piyasanın kaybedenleri hayvan yetiştiricileri ve tüketicilerdir. Kim kazanıyor derseniz; et pazarlayanlar, işleyenler, zincir marketlerdir. Hatta Tarım Bakanımız bile 6 Kasım 2010’da gazetelere “et fiyatlarını büyükler arttırıyor.” diyerek başta marketleri sorumlu tutmuştur. Ancak uygulanan politika gene güçlüleri desteklemektedir. Ziraat Mühendisleri Odası’nca yayınlanan bir rapor piyasanın güçlülerinin fiyatlara nasıl hâkim olabildiğini göstermektedir. Bu rapora göre 2006 yılında karkas et fiyatı (toptan) 10 TL idi. Yani çiftçi eline bu fiyat geçiyordu. Aynı yıl kıyma reyon fiyatı ortalama 12 TL idi. 2009 yılında karkas fiyatı sadece 1 TL artarak 11 TL oldu. Hâlbuki kıyma fiyatı 18 TL’ye fırladı. Bu fiyat değişimleri bu dönemde marketlerin tüketicinin ödediği paranın çoğunu elinde tutabildiğini göstermektedir. (ZMO, Tarım ve Mühendislik Dergisi, sayı: 89–92, 2009–2010)
Tüketicilerin ödediği et fiyatları zirve yapınca bu kamuoyunu rahatsız etmeye başladı. Çiftçiler bu çifte standarttan da şikâyetçiler. Çiftçinin eline geçen süt fiyatları 35 kuruş, karkas et fiyatları 10 lira iken çiftçiler zarar ediyorlardı ve yetkililer bunu hiç sorun yapmıyordu. Tüketicinin ödediği et fiyatları şiddetli bir şekilde artınca nihayet sorun olarak görüldü ve et ithalatı akıllara geldi. Ette gümrük vergileri % 220-135’lerden %40–20 arasına hatta sıfıra indirildi. İthal etin karkas olarak 12 TL’ye satıldığı bildiriliyor. Bu durumda %17 kemik maliyeti ve % 8 KDV eklendiğinde kıymadan bile epeyce bir kâr elde edildiği anlaşılabilir. Bonfile gibi değerli etler ise çok daha fazla bir kâr bırakıyor.
Aslında et yüksek gelirli mutlu azınlık için hiç de ulaşılamaz değil. Onlar kilolarca tüketebilir. Sorun temelde gelir dağılımı ile ilgili. İşsiz sayısının bu kadar yüksek olduğu asgari ücretin bu kadar düşük olduğu bir ülkede et fiyatları halkın çoğu için çok çok yüksektir.
Peki, ne yapmalı?
Öncelikle devlet kasap olmaz mantığını bir tarafa bırakalım. Devlet kurumları veya belediyeler gerekirse kasap da olmalı. Olmadığında ne olduğunu yaşadık. Devlet doğrudan veya kooperatifleri destekleyerek süt ve et fiyatlarına müdahale etmelidir. Et ithalatı kısa sürede fiyatları biraz düşürebilir, ancak uzun dönemde Türkiye’de et üretimini torpiller. Gelişmiş ülkelerin çoğunda yem ucuzdur. Nedeni de mısır, soya gibi ürünlerin çok yüksek oranda desteklenmesidir. Ancak bu ürünlere destek prim şeklinde verildiğinden örneğin Amerikalı çiftçinin elinden dev Amerikan tekellerince bu ürünler maliyetinin altına satın alınabilmektedir. Asıl kârı gıda tekelleri elde etmektedir. Yem ham maddelerini ucuza alan hayvan yetiştiricileri böylelikle et ve sütü de ucuza üretilebilmektedirler. Et ithalatı sürerse bir süre sonra hayvancılığımızın yok olacağı görülecektir. Et ithalatı kararı ile birlikte Avrupa Birliği ile gıda güvenliği faslının görüşmelerinin açılmış olduğu dikkatlerden kaçmamaktadır.
Ette ve sütte devlet ve belediyeler tekrar etken bir rol oynamalı. Destekleri büyük şirket ve çiftçilere değil küçük ve orta çiftçiler ile tüketicilere yönlendirmeli. Prim şeklinde verilen destekler piyasada güçlü et ve süt sanayicilerinin fiyatları düşürmesine ve böylelikle devlet primlerini dolaylı olarak kasasına aktarmasına yol açmaktadır. Müdahale doğrudan piyasadaki fiyatlara yönelik olmalıdır. Çiftçilerin kooperatiflerde örgütlenmesine devlet destek olmalıdır. Böylelikle piyasadaki tekelci yapıyı kırmış olacağız.
Büyük market zincirlerinin hegemonik gücünü kırmak için kısa dönemde belediye satış yerleri, uzun dönemde tüketici kooperatifleri güçlendirilmelidir.
Keçi, koyunun yok olmasını doğuran kararlar değiştirilmeli. Keçinin yasaklanmasından vazgeçilmeli. Kontrollü otlamanın ormana zarar vermeyeceği unutulmamalı.
Çayır ve meraların kullanımını sınırlayan koşullar değiştirilmeli. Meraların korunması ve güçlendirilmesi için çok ciddi projeler hazırlanmalı. Merada otlamayan, yoğun yemlerle beslenen hayvanların et ve sütleri insanları hasta yapıyor. Dane yemlerle, küspe ve şeker pancarı posası ile beslenen hayvanların ürünlerinde omega 3 azalıyor ve omega 6 artıyor. Bu durum insanlarda başta kalp ve damar hastalıkları ile sinir ve beyin hastalıkları olmak üzere düzinelerle hastalığın kapısını açıyor. Bu yemlerle besleme aynı zamanda süt ve et maliyetini ve ithalata bağımlılığımızı arttırıyor. Dahası bu ithal yemlerin (soya ve mısır başta) çoğu GDO’lu. Bir de o yönden bir sağlık riski içindeyiz. Bunlarla üretilmiş et ve sütleri ve ürünlerini tüketmesek daha iyi. Bilim insanları bu konularda halkımıza doğruları anlatmalı.
Kişi başına tüketilen kırmızı et ABD’de 72 kilo, Avrupa Birliğinde 60 kilo, Türkiye’de ise 7 kilo. Ancak ABD ve AB düzeyine ulaşmaya hiç çalışmayalım. Bu miktarlar çok aşırı. Sağlığı bozuyor. ABD’de kişi başına kaliteli protein (içinde kırmızı et de var) tüketimi olması gerekenin beş misli. Ülkemizde de gelir dağılımı düzeltilmedikçe, işsiz sayısı azaltılmadıkça, asgari ücret yükseltilmedikçe et tüketimi de dengesiz olacaktır. Şimdi olduğu gibi bazıları aşırı tüketecek, bazıları hiç tüketmeyecektir.
|