PAZARDA...
Pazar gezmeyi oldum olası pek severim , hele bir pazarı ilk kez dolaşıyorsam, değme keyfime. Belki de kendimi şaşırtmayı çok sevdiğim içindir. Ürünler tazeyse, parlaksa, kırmızıysa, turuncuysa, sarıysa, hatta eflatunsa (hani marul cinsi bir ot vardır) ve de YEŞİLSE nasıl mutlu olurum. Pek çok kadından duymuşumdur, bana da terapi gibidir pazarların yiyecek kısımları. Ne kadar yeşillik varsa toplar götürürüm eve.... de, işte o zaman içime bir acı düşer, “bunlar nasıl temizlenip pişecek?” diye bıkmadığım pişmanlığımı yaşarım.
Yine ilk gittiğim bir pazar ama ne yalan söyleyeyim pek de coşkulu değilim. Yorgun, yaşlı bu sebzeler, arada su serpmese pazarcılar çoktan havlu atıp kuru sebze olacaklar, ya da doğru çöpe. İsteksiz isteksiz dolanırken bir tezgahta duruyorum. Son yıllarda tezgahları istila eden ürünlerden “anjelika erik” (adı niye öyle ,bilen var mı? Hiç de erotik bir hali de yok ama..) O değil de onun az küçüğü, anjelika kadar büyük – parlak - mor değil ama bizden bir erik cinsi var, dumanlı gibi, daha küçük. Halden anlar, daha ucuzdur. Hem de yerli ürünü öldüren zihniyete babalar gibi karşı duran “O kafa” anjelika değil, bizimkinden yanadır.
-Şundan bir kilo verir misin? diyorum pazarcıya.
Sanırım arkamdaki tezgahta iki hanım konuşuyorlar :
-Dün akşam gece yarısını buldum, yine de uyuyamadım. Asker gidiyormuş, davul, zurna, klakson sesi, çok düşüncesiz millet anam..
-Uyumayınca öldün mü? Vatan beklemeye gidiyor onlar, sen - ben rahat uyuyalım diye onlar uykusuz, aç, soğukta... Üstelik ölüyorlar, kolunu - bacağını bırakıp geliyorlar. Sen uyumamışsın, çok iş olmuş, eve gidince uyursun.
Benim erikler ağır çekim torbaya konuyor, sonra da tartıya. Bitmek bilmiyor eksiğin tamamlaması. Esmer, alçak boylu bir genç pazarcı. Hiç bana bakmıyor, karşı tezgahta gözü. Gözlerini kısarak, hem sesli, hem sessiz bir türkü tutturuyor derinden. Çok neşeli, coşkulu, sıcacık bir türkü.. Gözü öbür tezgahta, hınzır bir bakışla süzüyor kadınları. Erikleri kiloya denk getirecek ama acelesi yok, tek tek potaya atar gibi atıyor.
- Sen de benim erikleri altın tartar gibi tarttın be usta, diye takılıyorum.
Hiç oralı değil, gözü karşı da, türküsü sürüyor. Sanki biraz aşağılayan bir tavırla:
-Hak geçmesin be abla, kimsenin kimseye, Allah sorar hesabını diyor bir solukta.
-Ne güzel türkü söylüyorsun, sesin de fena değil.
Şaşırıyor, inatla sürdürdüğü türküyü kesiyor :
-Begendin mi ki, anlamışmısan?
Aklıma o unutulmaz filmin repliği geliyor, buruluyor yüreğim.
- Anlamadım ama çok beğendim, ağzına çok yakışıyor.
Bitiriyor tartmayı, poşeti uzatıyor, para üstü veriyor, sayarak ;
- 500 almadım, bozuk yetmiyor, o da bizden olsun yenge.
Karşılıklı gülümsüyoruz, o en anlaşmış gözlerimizle..
..............Aslında ben seni anladım, türkünü de, tek kelimesini bilmediğim halde... Ne olur sen de beni anla, duy çığlıklarımı. Sen de benim türkülerimi beğen, sev, birlikte söyleyelim. Söylerken anlarız.... anlarız dertlerimizi karşılıklı.
Diyemedim, öylesine geçip gittim, buruk, eksik.......
|