KARS'TA KAR KAÇAMAĞI
22 Şubat günü Ankara'dan küçük bir grupla Kars'a gitmek üzere yola koyulduk. Duygularım karışıktı. İç sesimle "bu karda kışta ne işim var" dediğim bile oldu. Trene bindiğim anda duygularım değişmeye başladı. Kaygılarım yerini heyecana bıraktı. Kayseri, Sivas, Erzincan, Erzurum... Bu şehirlerin sadece istasyonlarına ayak basmak bile bana farklı duygular yaşattı. Bunun nedenini açıklamak zor... Pek çok kez başka ülkelerin kıyıda köşede kalan yerlerine gidebilme becerisini gösterdim. Kendi yurduma bu kadar yabancı kalmak benim ayıbımdı belki de..
Kars'a yaklaştıkça heyecanım artıyordu. Trenin iki saat rötar yapacağı söylenmişti ama hep aklımızın bir kenarında "ya yapmazsa" düşüncesi vardı. Bu nedenle birkaç saat önceden odalar toplandı. Kabanlar, Ankara'da iken kullanılmayan atkılar, eldivenler, bereler hazırlandı. Kars'a, ülkemizin en soğuk şehrine gidiyorduk. Çantalarımızda soğuk iklimde dayanma gücü verecek kalorili yiyecekler hazırdı. Soğuğu karşılamaya her şeyimizle hazırdık. Tren yolcululuğu çok keyifliydi. Trenin kıvrılarak yol alışını izlemek, sanki çok uzaklarda bir hayal şehrine gidiliyormuş duygusunu yarattı. Kendimi "Alice" gibi hissettim. Hep fotoğraflarda gördüğüm trenin yılankavi hareketine şimdi ben tanık oluyordum.
Tren yolculuğumuz tamamlanmış ve Kars Tren İstasyonu’na gelmiştik. Bizi soğuk değil ama kar ve Kars'ın sert ikliminden nasibini almamış pırıl pırıl bakan genç bir arkadaş karşıladı. Kars'ta karşılaştığım ve sohbet ettiğim herkes bana çok sempatik geldi. Hafif kırık şiveleri ve gülen gözleri ile bu coğrafyanın insanına içim ısındı.
Türkiye'yi baştanbaşa geçerek Kars'a ulaşmıştık. İstasyondan otele giderken ilk gözüme çarpan geniş caddelerdi.
Ertesi gün sabah erkenden kendimi sokaklara attım. İlk önce bende kötü bir taşra izlenimi havası yarattı. Birdenbire karşıma tek kat, uzun, taş binalar çıkmaya başladı. Bu ani rastlaşma beni çok etkiledi. Bu binaların çoğunluğunu resmi işyeri olarak kullanılıyor. "İyi ki böyle değerlendirilmiş" demekten kendimi alamadım. Bu şekilde kullanılmasalardı yok olmaları ya da hilkat garibesi haline dönüştürülmeleri kaçınılmazdı.
Rusların yapmış olduğu evler çoğunlukla taş ve kerpiçten. Kars'ın eski evleri 1878 -1918 arasında Kars'ın Rus işgaline uğradığı sırada yeni yerleşim adı verilen bölgede yapılmış. Bunun anlamı kendilerinden önce yapılanları yıkp dökmemek oluyor. Bu da özenilesi başka bir anlayış olmalı. Bu yapılan binalar Osmanlı mimarisinden tamamen farklı olarak inşa edilmişler. Bu evlerde üst düzey memur, subay ve yabancı aileler yaşamış. Şimdi Kars Kalesi’nin eteklerindeki bu bölge eski Kars olarak adlandırılıyor.
Ruslar, 40 yıl işgal ettikleri bu şehirde yeni bir yapılanmaya gitmişler. 1890 yıllarında Hollanda’dan getirilen mimar ve mühendislere ızgara planlı, birbirini kesen caddelerden oluşan yeni bir şehir kurdurmuşlar. Geniş ve düzgün taş kaldırımlı caddeler ile geniş parklar yapmışlar. Kars’ın yeni yapılanmasında Kuzey Avrupa mimarisi üslubundan yararlanılmış, düzgün bazalt taşından iki ve üç katlı binalar yapılmış. Bu ansiklopedik bilginin ışığında bugün söylenenlerin izlerini görmek mümkün. Kalanlar bile çok etkileyici. Sokaklarda gezerken karmaşık duygular içindeydim. Dilime pelesenk olan ise "Neden korunmamış?"
Yerel yönetimler, Kars'ı çirkinleştirmek için yarış halindeymiş gibi geldi bana. Kars'ta bir kara leke olarak kalacak olan Mehmet Aksoy'un "İnsanlık Anıtı'na" gelince bu da başka bir yerel yönetim zafiyeti… Sözün bittiği yer aslında...
Kars'ta çok sayıda cami var. Kiliselerden dönüştürülen camilerin sayısı da azımsanamayacak kadar çok. Bunlardan biri mimarisi ile çok dikkat çekici olan Fethiye Camii..
Alexander Nevski Kilisesi, 19. yüzyılda Ruslar tarafından yapılmış. Daha sonra iki minare ilave edilerek Fethiye Camii olmuş. Kaynaklar, yapının kesme taştan ve dikdörtgen planlı olduğunu yazıyor. Ben bu yapıdan çok etkilendim. Cami olduktan sonra içinin tamamen değiştiği söylendi. Bu nedenle içine girmedim. "Altı kaval üstü şişhane" deyimini anımsatırcasına binanın dışı bütün ihtişamı ile duruyordu.
İkinci günkü durağımız Ani Harabeleri idi. Urartu'dan, Ermeni, Bizans.... Selçuklulara kadar birçok uygarlığa ev sahipliği yapmış Ani şehri.. Bu uygarlıklara ait yapıların olduğu Ani şehri, ipek yolu üzerinde yer alan önemli bir ticaret merkezi.
Ani karlar altındaydı. Fotoğraf çekmek için çok ama çok kışkırtıcıydı. Çok sayıda fotoğraf çektim. Ama hepsinin iyi olduğunu söyleyemem. Ani, büyüleyici güzelliğinin yanında makinemi de keşfettiğim yer olarak anılarımda yerini aldı. İlk koyduğum fotoğraf, Ani Harabeleri’nden bir kilise.. Şimdi Ani'den birkaç fotoğraf daha..
Ani Harabeleri’nden sonraki durağımız, yaklaşık 2000 metre yükseklikteki Çıldır Gölü’ydü. Tamamen donmuş göl üzerinde atların çektiği kızaklarda kaymak gerçekten çıldırtıcıydı. İşte birkaç fotoğraf…
Çıldır Göl'ünde kızak keyfi başkadır.
Gölde böylesi delikler açılarak oraya özgü sarı balık yakalanıyormuş. Biz de bir öğlen rakısı ile farklı bir aroması olan sarı balık yiyerek oradaki keyfimizi katladık.
Çıldır Gölü’ne ait birkaç not... Çıldır Gölü’nün kuş çeşitliliği açısından oldukça zengin olduğu belirtildi. Biz gölün üzerindeyken hava sıcaklığının eksi on beş derece olduğu söylendi. Çok etkilenmedik. Bu kış Foça'da Çıldır da dahil olmak üzere Kars'ta üşüdüğümden daha çok üşüdüğümü itiraf etmeliyim.
Şimdi de Kars'tan birkaç not… Kars'ta karşılaştığımız kişilerin hepsi İnsanlık Anıtı’nın yıkılmasına karşıydı.
Türkiye'deki kadın intihar olaylarının en yüksek olduğu kent Kars olarak belirtildi. Buna bağlı olarak mı bilmem sanırım beş tane kadın dayanışma derneği var. Bu derneklerde kadınlar çok etkili biçimde çalışıyorlar. Kendi işlettikleri kafeleri ve lokantaları var. Buradan gelen gelir kadının durumunun iyileştirilmesi için kullanılıyor. Kız çocuklarının okula gönderilmesi konusunda bir problem olmadığı söylendi.
Kars aşıklar kenti olarak anılmakta. Biz de kadın derneklerinden birinin işlettiği kafede aşıkların atışmasını dinledik. Eğlenceli olduğunu söylemek mümkün. Arada söylenmiş güzel Kars türkülerinin de hakkını yememek lazım.
"Ana meni yaz ağla
Yaz ağlama güz ağla
Demeyinen tükenmez
Bir kağıda yaz ağla"
Kars'ta Kafkas Üniversitesi var. Güney Doğu Anadolu'dan, Karadeniz bölgesinden çok öğrenci geldiği söylendi. Öğrencilere sorulduğunda Erzurum'da okumak yerine Kars'ta okumayı tercih ettiklerini söylüyorlarmış. Nedenine gelince Kars'ta mahalle baskısının olmaması. Kars, doğuda, altı ay kalkmayan karıyla, kendine özgü mimarisi ve yaşam biçimiyle özgün bir şehir.
Kars kalesinden söz etmeden yazımı bitirmek istemem. Uzaktan muhteşem görünen bir Kars Kalesi var. Buzlanma nedeniyle çıkamadık. Kars benim yolumu tekrar düşürmek istediğim yerlerden biri oldu.
Kars'ın közde çayından bahsetmeden olmaz. Küçük salaş kahvelerde közde çay yapıyorlar. Bunun özelliği çayı demledikleri suyu köz ateşinde kaynatmaları. Sonra közde kaynamış suyla çayı demliyorlar. Daha sonra kıtlama şeker ile içiyorlar. Kıtlama şekerin asıl yerinin Erzurum değil Kars olduğunu söylediler. Kars ile Erzurum arasında tatlı bir çekişme olduğu açık. Közde çayın farkını fark etmediğimi itiraf etmeliyim.
Kars'tan başka bir notta kazlarla ilgili. Kaz etinden yapılan yemek oranın geleneksel yemekleri arasında. Kazın lezzetli olması için kesinlikle soğuk görmesi gerekiyormuş. Sanırım bu yağlanmayı hızlandırıyor. Yeterince yağlanmış kaz tuza yatırılıyor. Sonraki işlem suda kaynatmak. Bu işlem fazla tuzu almak için yapılıyormuş. Daha sonra ipe asılarak kurtuluyor. Kuruduktan sonra yemeği yapılıyor. Benim tadına baktığım kaz eti tandır görünümündeydi. Lezzetine gelince…?
Bu geziden sonra yapacaklarım arasında Reha Erdemin "Kosmos", Murat Saraçoğlu'nun "Deli Deli Olma" filmlerini izlemek var. "Deli Deli Olma" filmi küçük bir etnik grup olan savaş karşıtı, çalışkan ve dürüstlükleriyle tanınan Malakan'larla ilgili. Gecikmiş bir okuma da Orhan Pamuk'un Kars Kitabı.
|