Yaşamsal Sarsıntılar ve Gündelik Yaşam
Başka, bambaşka konular, kentler ve meşgaleler içindeyiz uzunca bir süredir. Her yerdeyiz her şeyleyiz ve tabi edebiyatlayız, sanatlayız, AE'yle, focafoca.com'la ilgili kapsama alanı dahilindeyiz. Her şey bizler için Ulu büyük Manitu :)) noktasındayım-ı geçtik, dersem de inanmayın. Daha fazlası olmalı dedik. Ve; plan-projelerle dopdolu bir dünyaya kulaçlar taze, merak ve coşkuyla....
Yeryüzünü burgaçlama girişimlerine fazlaca mı kapıldık ne! Nereyi kazsak gürül gürül sular çıkıyor birkaç metreden, tık tık seslerden gümbür gümbür deprem uğultuları. Bizim suçumuz yoktur inşallah sulu selli felaketlerden ve depremlerden... Anlayan beri gelsin demeden kimse, usulca kararınca yazmalı düşünceleri - tam durulmadan sular!
Yazmalı da, nereden başlamalı? Ayrıntılara dalıp, çıkmaz sokaklara asılan levhaları bile dahil etmeli mi anlatıya? Yoksa, ana temalar etrafında gezinip, anlatıcının tasarlayacağı bir dilin özgürlüğüne mi bırakmalı sözcükleri.
Karar her ne ise; başlamalı bir yerinden ve hatta en alakasız yerinden(!) Hem de hiç alakasız, çünkü; ipin uçları pek yitik.
"Biz bindokuzyüzellidokuzlular" diye bir teranedir tutturdum uyuyup uyanıp aynı nakarat. İnsanın kendisi 1959'luysa, sevgili canyoldaşı 1959'luysa ve birçok yakın arkadaşı dostu 1959'luysa mırıltılardan müzik çıkmaya başlıyor farkına varmadan:),
Sonra geliştirdim inceden, "bindokuzyüzkırkdokuzlular" dedim. Eee "bindokuzyüzaltmışdokuzluların" nesi eksik, ya yetmişdokuz, otuzdokuzlar? Hadi seksendokuzların da hatırı kalmasın derken ve sayılacak çobanların ardı arkası gelmezken.... (Duymadıysanız söyliyeyim; Entellektüeller, koyun değil çoban sayıyor artık!)
Dedim de aklıma geldi. Füruzan'ın "Kırkyedililer"i. O kalın tarih kitabı, tarih diyorum evet, bir dönemi en anlaşılır kılma gayretinde bir Füruzan kitabı. "Parasız Yatılı"nın unutulmaz yazarı Füruzan. Arkadaşlar, kitap belirleyip eleştirel bağlamda konuşmaktan söz ediyorlar, evet gerekli hem de çok gerekli. Okuyup, konuşmak farklı açılardan çözümlemelere dalmak ne hoş ne keyifli olur. Bunu bir çoğumuz zaten yapıyor olsak da yakın çevremizle.
"Taş ve Ten"i bitirdim. Okuyan arkadaşlarla konuşabiliriz. TEN olgusu çağrışımlarla çoğalıyor bellekte. Öncelikle bir başka kitap adı var mıydı diyorum kendimle konuşurken. Mehmet Ergüven'in "Pusudaki Ten" denemesi yakın zamanlı gibi ama; en az beş yılı var okumuşluğumun. Çok ayrı bir alan Pusudaki Ten. Bir erkek yazar ile kadın yazar arasındaki farkı anlamak için bile okunsa yararlı olur kanısındayım (!) ki; Sanatın cinselliksiz ve bayağılaşmamış bir kimliği olmazsa olmazmış gibi sapkın bir hissi barındırması, gözardı edilmemeli diyorum. Mehmet Ergüven için yazmayı istediğim çok şey var. Eleştirmenliği ve yazar kimliği arasındaki gelgitleri bir dönem epeyce meşgul etmişti, fakat asıl nedeni bulamamıştım.
Zaman her şeyi nasıl da başkalaştırıyor. Galiba şimdi biliyorum sayın Ergüven'în ne yaptığını ve ne yapamadığını.
Bir de "Ten ve Taş" var. Richard Sennett yazmış, okumadım henüz. Alırım bir gün nasılsa. Aldığım kitaplara ilk işim tarih atmaktır, tarih ve kent-ülke ismi. İsmimi yazmadığım olur fakat; Tarih ve yer mutlaka. Sonra minik notlar kıyısına köşesine. Kitapla bütünleşmenin bir yolu sanki. Eğer not almamışsam, bütünleşecek bir şey bulamadığımın göstergesidir.
Laf aramızda, bir kamyon dolusu kitabı sürükleyip duruyoruz oradan oraya fire verdiğimizi bile bile. Epeyce dergi, masal, ekonomi fasikülleri tırpandan nasibini aldı. Çizgi Romanlar da diyecekken Tenten diye bir çizgiroman vardı. Her TEN, Tenten değilse de, ten-i var işte. Teenni teen ni tennenni tenenee...
Dokundukça kitap kitaba, ten tene evlendirdik kitaplarımızı da epeyce önce. AE kütüphanesi doldu taşıyor maşallah "AE köyü"ne gebe (İnşaallah)
Kitap, nasıl bırakılır bittiği yerde? ( Tam burada bir not düşeyim. Bizim sitede (AE) panolara yazmıştı bir arkadaş. Okumayı seven biri, okuduğu her kitabı nerede bitirdiyse orada bırakıyormuş küçük bir not iliştirerek kapağına. Plajda, istasyonda, herhangi bir kafede. "Ben bu kitabı okudum ve bitirdiğim yerde bırakıyorum, bu satırları okuduğuna göre lütfen sende aynı şeyi yapar mısın? Oku ve bitirdiğin yerde bırak ki başkaları da okusun. :)"
Paylaşımcı ruhum; her şeyi bırakırken uluorta evrenin köşe başlarına, kitaplar söz konusuysa elim titrek bir cimri.
Taş ve Ten'i nerede mi bitirdim? Tabi ki, kitaplığa dayanan en yakın koltukta. :))
Kitaplardan sarayım oldu baktıkça bir yürek boyu büyüyen, taşıdıkça ağırlaşan, verdikçe geri gelmeyen...
Öyle sansam da değil diyecek sayın Çiğdem Narter Birced. "Verdikçe çoğalırız" diyecek gibi geldi içimden hiç görmeden sayın Birced'i. Çoğalırız elbet verdikçe, en iyi hediye kitaptır diyecekken, bir de sarraf olacağız insan sarrafı kime hangi kitap?
Engin Gençtan'ın "İNSAN OLMAK" kitabını kaç kere satın aldığımı, kaç kere kaç kişiye armağan ettiğimi unuttum. Okunmak üzere verdiğim kitaplığımdan hep yeri boş kaldı kitap "İnsan Olmak." Yeri hala boş, eskisi kadar mükerrer satın almalara güç yetmez oldu:)) Satın almak istediğim kitapların listesi bu ömrüme sığmasa da!
"İnsan Olmak" kitabını verdiğim kişilerin, insanlığı kitaplardan öğrenmelerine gerek yoktu tabi:) Hatta; Fazla insandılar, eminim onlar da başkalarına verdiler.
"O başkası yok mu bir yanındakine veriyor
Derken karanfil elden ele. "
Yerçekimli Karanfil'den. E.Cansever
Edip Cansever'in dizeleri nerden geldi şimdi dil ucuna! Bileceğiz hangi dosta hangi kitap hediye ve hangi sahafta nasıl bulunur, aranıp da bulunmayan o okunması gereken eşsiz kitap-lar! Herkes bizler kadar şanslı değil, ne depremler gördük yerçekimli! Ne kitaplar tarafından dövüldük!
Deprem titremesini iyi biliriz. Bir iki kitap düştüyse kafanıza raftan, sallamaya başlayınca Manitu, sığınacak yeriniz kitaplığın en uzak köşesi olur çaresiz.
"Yazmalı da, nereden başlamalı? Ayrıntılara dalıp, çıkmaz sokaklara asılan levhaları bile dahil etmeli mi anlatıya? Yoksa, ana temalar etrafında gezinip, anlatıcının tasarlayacağı bir dilin özgürlüğüne mi bırakmalı sözcükleri" derken, yazmanın zamanı çoktaan gelmiş anlaşılan.
Tebessümlerin esintisiyle
|