
Cevat YILDIRIM
TOP DAĞINDA ÜÇ DEĞİRMEN
I.
Haftanın başıydı. Pazar yolundan yürüyerek çevre yolunu kestirmeden geçiyorum. Su deposuna doÄŸru yürürken, papatyaları, çipistaları ezmemeye çalışıyorum. Gelin yüzlü papatyalar, eski dönem gençlerinin “seviyor mu, sevmiyor mu?” falına çağırır gibi baÅŸlarını mavi gökyüzüne doÄŸru uzatmışlar. Su deposundan taÅŸan fazla suya girmeden, ikisinin restorasyonu yapılmış; birine henüz dokunulmamış, duvarlarının beÅŸte üçü saÄŸlam görünen üç adet yel deÄŸirmeni ile karşılaşıyorum. Ortadaki deÄŸirmen, antik dönem kayasına oturtulmuÅŸ, yanında iki eleman beÅŸ-on denen kerestelerden çivi söküyor. Arkeolog olduÄŸu çalımından belli olan genç bir adam çalışanlarla laflıyor
Henüz, restore edilen deÄŸirmenlerin içini görmeden yüzümü batıya çeviriyorum. Evlerin kırmızı çatıları geniÅŸ bir yüzey oluÅŸturuyor, birkaç adet gri düz beton dam üstü, kırmızı renklere nanik yapıyor. Arkada Karaburun yarımadasına kadar engin mavi bir su, gök yüzünün maviliÄŸi ile ışık yarışı içinde. Bu alemin ortasında Ege’nin temiz sularına serpilmiÅŸ Orak, İncir ve Fener adaları açık yeÅŸil tonları ile renk armonisini tamamlıyor. Liman aÄŸzındaki Fener yarımadasında Fener Kulesi de çarÅŸaf örneÄŸi yatay yüzeylerin üzerinde yüksek deÄŸilsem de “ben buradayım gemiler! buradayım seyirciler!” dercesine ayaklarını toprağın derinliklerine batırıp, başını at misali yukarıya atıyor.
Çevremdeki renk armonisi, panoramanın eÅŸsizliÄŸine, İlkçağın Ana Tanrıçası Kibele’nin dürtüsünü de eklersek aÄŸzımdan farkında olmadan çocuklukta duyduÄŸum halk türküsünün bir beyit’i dökülüp saçılmaz mı?
“DeÄŸirmenden fener de aldım,/ Ben o yare neler aldım,”
Günümüzde değirmenden fener alınır mı kim bilir? Yel değirmenleri Ondokuzuncu yüzyılda ilk yapıldığı gibi, tamamlansa; etrafı arkeolojik parka dönüşse, çevresinde gençler pop söylese, yaşlı kimseler için de yürüyüş yolu yapılsa; insanlar Midilli adasına kadar denizi ve ufku izleyenler mutlu olsa, iç dünyaları fenerin ışığı örneği daha çok şavkımaz mı?
Restorasyonu tamamlanmış iki deÄŸirmenin NiÄŸde kümbetleri gibi çadırsı inÅŸaatını görünce; hani bunun suyu demek geldi usuma. Be hey salak adam bunlar âsiyâb deÄŸil. Osmanlı da bunlara Bâd-i Âsiyâb denirdi ki günümüz dilindeki adı “yel deÄŸirmeni”dir. Yani rüzgârla çalışırdı. Henüz tahıl üzerinde dönen taÅŸlar, taÅŸları hareket ettiren diÅŸliler, diÅŸlileri çeviren aÄŸaç kol yok. Sembolik de olsa rüzgârın pervanesi hem tahıla hem ziyaretçilere serinlik verirdi. Günümüzde bu güçten enerji elde ediliyor. Tarihimizdeyse “deÄŸirmenden geldim / beygirim yüklü / ÅŸu kızı görenin del olur aklı, / on beÅŸinde kırk beÅŸ bölüklü / Bir kız bana emmi dedi, neyleyim.” Dizeleri bizi Toroslar’a KaracaoÄŸlan’ın Çukurova’sına götürür.
Biz yine Foça-i Atik ve Foça-i Cedide gelelim.
HemÅŸerimiz Prof. Dr. Fikret Adanır “GeçmiÅŸten Günümüze Foça” adlı yayındaki bilimsel makalesinde, Ondokuzuncu yüzyılda Foça’daki kazanç vergi sistemini açıklarken; Bâd-i Âsiyâb mahallesini rakamlarla anlatır. Bu mahalle, yel deÄŸirmenlerinin önünde olmalı. Birkaç gün önce Yenifoça’ya ait bir eski tapu elime geçti. Orada da yel deÄŸirmenleri olduÄŸu gibi “Bad-i Âsiyâb” (Yel deÄŸirmeni) mahallesinin varlığı, resmi belgeye iÅŸlenmiÅŸ.
Cumhuriyetin ilk yıllarında Yenifoça’da yel deÄŸirmenleri mahallesinde yaÅŸanan aÅŸk öyküsünü, Kemal BilbaÅŸar –Ay TutulduÄŸu Gece- romanında, okuyucularına yansıtmış. Bu roman bana çok önemli bir öykücümüzün Sabahattin Âli’nin “DeÄŸirmen” adlı büyük aÅŸk öyküsünü anımsattı. Usta öykücümüz serüvenin baÅŸ kiÅŸisi Atmaca’nın acıklı durumunu anlatırken önce onun klarnetinden çıkan naÄŸmelerinin ahengine kapılıyorsunuz, deÄŸirmen taşının altına koyup, koparttığı kolundan akan kanla birlikte yüreÄŸinden boÅŸalan aÅŸk acısının yüceliÄŸini damarlarınızda hissediyorsunuz.
AÅŸkın böyle acıklısı olmasın. Kanlısı asla. Yel DeÄŸirmenleri çevresi düzenlensin. Burada insanlar oturup, çay da içsin. Foçalı Roman delikanlının kemanının yayı sevdiÄŸi kız için titrerken, tarih. Arkeoloji ve sevgi dile gelsin. Serin hava düşümden uyarırken deÄŸirmenlere tekrar bakıyorum, Anadolu’nun en eski tiyatrosu da tepenin altından beni çağırıyor.
II.
Yeşillikler üzerinden kelebekler uçuşuyor. Onları seyrederek kaymamaya dikkat edip, aşağıya inmeye çalışıyorum. Su deposunun önünde taşan sulardan atlıyorum. Toprak yol kenarında otlar iyice yükselmiş. Kenger dikenleri boynunu güneşe uzatmış, koyu mat yeşillikleri, çimlerden ayrılıyor. Dağın topu, namlusunu kente doğru döndürmüş olsa da, bu koyu kahverengi top salt Ramazan ayında halkın orucunu açması için patlatılıyordu. Tabi mermi yerine ses çıkarsın diye paçavra ve barutla yemleniyor. Birkaç yıldır, seferberlikten kalan top tamamen uykuya bırakılmış. Topun biraz önündeki dar uzun düzlükte ise papatyalar yüzlerce minik parmak kızın gelinliğini sergilercesine, defile sunuyor.
Güzel manzaradan kopamıyor insan. Yön deÄŸiÅŸtiriyorum. Zikzaklarla, koyun gözlerini ezmeden, gelincikleri, rezeneleri, ebe gümeçlerini incitmeden saÄŸlam basmaya çalışarak, istikametim oto bekleme durağı yönünde adım adım aÅŸağıya doÄŸru yürüyorum. Zeytinlikler içinden ak sakallı bir adam elinde budama makasıyla evlerin arasına dalıveriyor. Nereye gittiÄŸini gözlerken Osmanlının Foçateyn kasabasının 1991 yılında keÅŸfedilen tiyatrosunun tamamı kazılmamış yarım daire biçimli çukuruyla karşılaşıyorum. Evlerin arkasındaki dar patikadan tiyatro basamaklarına iniyorum. Yukarıdaki genç arkeologun halkın eski eserlere soÄŸuk baktığı sözleri kulağımda çınlıyor…
-Peki bu halkı, kazı yerine getirdin mi? Tiyatronun ne olduğunu açıkladın mı?
-Öyleyse ondan niçin sevgi bekliyorsun?
-Benim görevim kazıları denetlemek. Yanlış yapanın binerim tepesine!
-Yahu, yerel yönetim ben işimi yaparım, kazı yerine, ya da beş kapılar içersine kim gelir kim gelmez, beni ilgilendirmez derse, senin gibi bilim öğrenen adam da halkı aydınlatmazsa sit alanı ve arkeoloji yoluyla çıkarılan eserlerin, hepimizin ortak malı olduğunu öğretmezsen, bu insan kentin tarihini nasıl öğrenecek? Durak yanındaki evlerden birinin ön bahçesinden bir ses geldi bu yana doğru.
-Değirmen hakkını unutmayın! Acaba saçı sakalı ağarmış adam mıydı seslenen?
İçimde iki insan varmış gibi, bir arkeologa, bir de eski eserleri amatörce gözleyen orta yaşlı adama söz veriyorum. Henüz ortak yol bulamadılar sanırım.
Tarihin derinliklerinden geldiÄŸi için adını eski diye söylediÄŸim eski Foça’nın tüf taşından yapılmış eski tiyatrosunun basamaklarına oturuyorum. Orada, İ.Ö. bir oyun sergileniyormuÅŸ gibi hayal kuruyorum.
Yaz, güz aylarında devamlı oyunlar sergileniyor. “Kral Oidipus Trajedisi”nin baÅŸ oyuncusu, oyun sonunda sahnenin ortasına geliyor. Halkı selamlıyor. Halkın coÅŸkun alkışı sona erince, iki adım öne geliyor, seyirciye sesleniyor:
“- Sevgili Fokai Halkı, sizi çok seviyorum. Az önce oyunumuzu seyrettiniz. Oyunumuz hayatın kendisi deÄŸil, hayata tutulan bir duru su yüzeyi gibidir. Oraya baktığınızda kendinizden bir ÅŸeyler görürsünüz. Biz oynarken siz bizimle bazen hüzünlenir, bazen de gülersiniz, yaÅŸamak böyle bir ÅŸey iÅŸte. Oyunlarımızda kimi zaman bir kahramanlığı canlandırırız, seyreden de kendisini oyuncuyla özdeÅŸleÅŸtirir, sevinir. Kimi zaman zorlukları yenen ve çocuklarını yetiÅŸtiren bir kadının baÅŸarısını sahneleriz. İşte o zaman güçsüz bir seyircinin içini umutla doldururuz. Biz aktörler kalplere ferahlık yayarız. Dilerim ki dünya var oldukça Fokai Halkı güzel oyunlar seyretsin, hep mutlu olsun!”
Akasya aÄŸacına konan serçeler coÅŸkuyla cıvıldaşırken etrafa baktım. Sonra basamaklara eÄŸildim, ”FULYE OYTE“ sözcüklerini gördüm. –O- ve –Y- harfleri kırık. Nerde o tiyatro severler? Nerede seyirciler? Ya oyuncular…
Foça’da bir ÅŸeyler yapmaya çalışan kurumlar iÅŸbirliÄŸi yapsa da tiyatro yeniden canlansa; veya yeni bir oyun yeri kurulsa, deÄŸirmenler de gelecek için kar gibi beyaz un yapsa, hayat güzel olurdu deÄŸil mi? Okuyucunun birisi, öğretmenim bu kadar geniÅŸ hayal kurma, düşersin diyecek diye ürperiyorum. Su deposunun fazla suyu otların arasından taÅŸlara doÄŸru sızmış. O yaÅŸlık gözüme çarpınca, tiyatro basamakları aÄŸlıyor gibi geldi bana…
Hepinizin, 27 Mart Dünya TİYATROLAR Haftanız kutlu olsun.
Cevat YILDIRIM
"Cevat YILDIRIM" bütün yazıları için tıklayın...
Haftanın başıydı. Pazar yolundan yürüyerek çevre yolunu kestirmeden geçiyorum. Su deposuna doÄŸru yürürken, papatyaları, çipistaları ezmemeye çalışıyorum. Gelin yüzlü papatyalar, eski dönem gençlerinin “seviyor mu, sevmiyor mu?” falına çağırır gibi baÅŸlarını mavi gökyüzüne doÄŸru uzatmışlar. Su deposundan taÅŸan fazla suya girmeden, ikisinin restorasyonu yapılmış; birine henüz dokunulmamış, duvarlarının beÅŸte üçü saÄŸlam görünen üç adet yel deÄŸirmeni ile karşılaşıyorum. Ortadaki deÄŸirmen, antik dönem kayasına oturtulmuÅŸ, yanında iki eleman beÅŸ-on denen kerestelerden çivi söküyor. Arkeolog olduÄŸu çalımından belli olan genç bir adam çalışanlarla laflıyor
Henüz, restore edilen deÄŸirmenlerin içini görmeden yüzümü batıya çeviriyorum. Evlerin kırmızı çatıları geniÅŸ bir yüzey oluÅŸturuyor, birkaç adet gri düz beton dam üstü, kırmızı renklere nanik yapıyor. Arkada Karaburun yarımadasına kadar engin mavi bir su, gök yüzünün maviliÄŸi ile ışık yarışı içinde. Bu alemin ortasında Ege’nin temiz sularına serpilmiÅŸ Orak, İncir ve Fener adaları açık yeÅŸil tonları ile renk armonisini tamamlıyor. Liman aÄŸzındaki Fener yarımadasında Fener Kulesi de çarÅŸaf örneÄŸi yatay yüzeylerin üzerinde yüksek deÄŸilsem de “ben buradayım gemiler! buradayım seyirciler!” dercesine ayaklarını toprağın derinliklerine batırıp, başını at misali yukarıya atıyor.
Çevremdeki renk armonisi, panoramanın eÅŸsizliÄŸine, İlkçağın Ana Tanrıçası Kibele’nin dürtüsünü de eklersek aÄŸzımdan farkında olmadan çocuklukta duyduÄŸum halk türküsünün bir beyit’i dökülüp saçılmaz mı?
“DeÄŸirmenden fener de aldım,/ Ben o yare neler aldım,”
Günümüzde değirmenden fener alınır mı kim bilir? Yel değirmenleri Ondokuzuncu yüzyılda ilk yapıldığı gibi, tamamlansa; etrafı arkeolojik parka dönüşse, çevresinde gençler pop söylese, yaşlı kimseler için de yürüyüş yolu yapılsa; insanlar Midilli adasına kadar denizi ve ufku izleyenler mutlu olsa, iç dünyaları fenerin ışığı örneği daha çok şavkımaz mı?
Restorasyonu tamamlanmış iki deÄŸirmenin NiÄŸde kümbetleri gibi çadırsı inÅŸaatını görünce; hani bunun suyu demek geldi usuma. Be hey salak adam bunlar âsiyâb deÄŸil. Osmanlı da bunlara Bâd-i Âsiyâb denirdi ki günümüz dilindeki adı “yel deÄŸirmeni”dir. Yani rüzgârla çalışırdı. Henüz tahıl üzerinde dönen taÅŸlar, taÅŸları hareket ettiren diÅŸliler, diÅŸlileri çeviren aÄŸaç kol yok. Sembolik de olsa rüzgârın pervanesi hem tahıla hem ziyaretçilere serinlik verirdi. Günümüzde bu güçten enerji elde ediliyor. Tarihimizdeyse “deÄŸirmenden geldim / beygirim yüklü / ÅŸu kızı görenin del olur aklı, / on beÅŸinde kırk beÅŸ bölüklü / Bir kız bana emmi dedi, neyleyim.” Dizeleri bizi Toroslar’a KaracaoÄŸlan’ın Çukurova’sına götürür.
Biz yine Foça-i Atik ve Foça-i Cedide gelelim.
HemÅŸerimiz Prof. Dr. Fikret Adanır “GeçmiÅŸten Günümüze Foça” adlı yayındaki bilimsel makalesinde, Ondokuzuncu yüzyılda Foça’daki kazanç vergi sistemini açıklarken; Bâd-i Âsiyâb mahallesini rakamlarla anlatır. Bu mahalle, yel deÄŸirmenlerinin önünde olmalı. Birkaç gün önce Yenifoça’ya ait bir eski tapu elime geçti. Orada da yel deÄŸirmenleri olduÄŸu gibi “Bad-i Âsiyâb” (Yel deÄŸirmeni) mahallesinin varlığı, resmi belgeye iÅŸlenmiÅŸ.
Cumhuriyetin ilk yıllarında Yenifoça’da yel deÄŸirmenleri mahallesinde yaÅŸanan aÅŸk öyküsünü, Kemal BilbaÅŸar –Ay TutulduÄŸu Gece- romanında, okuyucularına yansıtmış. Bu roman bana çok önemli bir öykücümüzün Sabahattin Âli’nin “DeÄŸirmen” adlı büyük aÅŸk öyküsünü anımsattı. Usta öykücümüz serüvenin baÅŸ kiÅŸisi Atmaca’nın acıklı durumunu anlatırken önce onun klarnetinden çıkan naÄŸmelerinin ahengine kapılıyorsunuz, deÄŸirmen taşının altına koyup, koparttığı kolundan akan kanla birlikte yüreÄŸinden boÅŸalan aÅŸk acısının yüceliÄŸini damarlarınızda hissediyorsunuz.
AÅŸkın böyle acıklısı olmasın. Kanlısı asla. Yel DeÄŸirmenleri çevresi düzenlensin. Burada insanlar oturup, çay da içsin. Foçalı Roman delikanlının kemanının yayı sevdiÄŸi kız için titrerken, tarih. Arkeoloji ve sevgi dile gelsin. Serin hava düşümden uyarırken deÄŸirmenlere tekrar bakıyorum, Anadolu’nun en eski tiyatrosu da tepenin altından beni çağırıyor.
Yeşillikler üzerinden kelebekler uçuşuyor. Onları seyrederek kaymamaya dikkat edip, aşağıya inmeye çalışıyorum. Su deposunun önünde taşan sulardan atlıyorum. Toprak yol kenarında otlar iyice yükselmiş. Kenger dikenleri boynunu güneşe uzatmış, koyu mat yeşillikleri, çimlerden ayrılıyor. Dağın topu, namlusunu kente doğru döndürmüş olsa da, bu koyu kahverengi top salt Ramazan ayında halkın orucunu açması için patlatılıyordu. Tabi mermi yerine ses çıkarsın diye paçavra ve barutla yemleniyor. Birkaç yıldır, seferberlikten kalan top tamamen uykuya bırakılmış. Topun biraz önündeki dar uzun düzlükte ise papatyalar yüzlerce minik parmak kızın gelinliğini sergilercesine, defile sunuyor.
Güzel manzaradan kopamıyor insan. Yön deÄŸiÅŸtiriyorum. Zikzaklarla, koyun gözlerini ezmeden, gelincikleri, rezeneleri, ebe gümeçlerini incitmeden saÄŸlam basmaya çalışarak, istikametim oto bekleme durağı yönünde adım adım aÅŸağıya doÄŸru yürüyorum. Zeytinlikler içinden ak sakallı bir adam elinde budama makasıyla evlerin arasına dalıveriyor. Nereye gittiÄŸini gözlerken Osmanlının Foçateyn kasabasının 1991 yılında keÅŸfedilen tiyatrosunun tamamı kazılmamış yarım daire biçimli çukuruyla karşılaşıyorum. Evlerin arkasındaki dar patikadan tiyatro basamaklarına iniyorum. Yukarıdaki genç arkeologun halkın eski eserlere soÄŸuk baktığı sözleri kulağımda çınlıyor…
-Peki bu halkı, kazı yerine getirdin mi? Tiyatronun ne olduğunu açıkladın mı?
-Öyleyse ondan niçin sevgi bekliyorsun?
-Benim görevim kazıları denetlemek. Yanlış yapanın binerim tepesine!
-Yahu, yerel yönetim ben işimi yaparım, kazı yerine, ya da beş kapılar içersine kim gelir kim gelmez, beni ilgilendirmez derse, senin gibi bilim öğrenen adam da halkı aydınlatmazsa sit alanı ve arkeoloji yoluyla çıkarılan eserlerin, hepimizin ortak malı olduğunu öğretmezsen, bu insan kentin tarihini nasıl öğrenecek? Durak yanındaki evlerden birinin ön bahçesinden bir ses geldi bu yana doğru.
-Değirmen hakkını unutmayın! Acaba saçı sakalı ağarmış adam mıydı seslenen?
İçimde iki insan varmış gibi, bir arkeologa, bir de eski eserleri amatörce gözleyen orta yaşlı adama söz veriyorum. Henüz ortak yol bulamadılar sanırım.
Tarihin derinliklerinden geldiÄŸi için adını eski diye söylediÄŸim eski Foça’nın tüf taşından yapılmış eski tiyatrosunun basamaklarına oturuyorum. Orada, İ.Ö. bir oyun sergileniyormuÅŸ gibi hayal kuruyorum.
Yaz, güz aylarında devamlı oyunlar sergileniyor. “Kral Oidipus Trajedisi”nin baÅŸ oyuncusu, oyun sonunda sahnenin ortasına geliyor. Halkı selamlıyor. Halkın coÅŸkun alkışı sona erince, iki adım öne geliyor, seyirciye sesleniyor:
“- Sevgili Fokai Halkı, sizi çok seviyorum. Az önce oyunumuzu seyrettiniz. Oyunumuz hayatın kendisi deÄŸil, hayata tutulan bir duru su yüzeyi gibidir. Oraya baktığınızda kendinizden bir ÅŸeyler görürsünüz. Biz oynarken siz bizimle bazen hüzünlenir, bazen de gülersiniz, yaÅŸamak böyle bir ÅŸey iÅŸte. Oyunlarımızda kimi zaman bir kahramanlığı canlandırırız, seyreden de kendisini oyuncuyla özdeÅŸleÅŸtirir, sevinir. Kimi zaman zorlukları yenen ve çocuklarını yetiÅŸtiren bir kadının baÅŸarısını sahneleriz. İşte o zaman güçsüz bir seyircinin içini umutla doldururuz. Biz aktörler kalplere ferahlık yayarız. Dilerim ki dünya var oldukça Fokai Halkı güzel oyunlar seyretsin, hep mutlu olsun!”
Akasya aÄŸacına konan serçeler coÅŸkuyla cıvıldaşırken etrafa baktım. Sonra basamaklara eÄŸildim, ”FULYE OYTE“ sözcüklerini gördüm. –O- ve –Y- harfleri kırık. Nerde o tiyatro severler? Nerede seyirciler? Ya oyuncular…
Foça’da bir ÅŸeyler yapmaya çalışan kurumlar iÅŸbirliÄŸi yapsa da tiyatro yeniden canlansa; veya yeni bir oyun yeri kurulsa, deÄŸirmenler de gelecek için kar gibi beyaz un yapsa, hayat güzel olurdu deÄŸil mi? Okuyucunun birisi, öğretmenim bu kadar geniÅŸ hayal kurma, düşersin diyecek diye ürperiyorum. Su deposunun fazla suyu otların arasından taÅŸlara doÄŸru sızmış. O yaÅŸlık gözüme çarpınca, tiyatro basamakları aÄŸlıyor gibi geldi bana…
Hepinizin, 27 Mart Dünya TİYATROLAR Haftanız kutlu olsun.
Cevat YILDIRIM
"Cevat YILDIRIM" bütün yazıları için tıklayın...