ISSN 1308-8483
TOP DAĞINDA ÜÇ DEĞİRMEN / Cevat YILDIRIM
Cevat YILDIRIM    
  Yayın Tarihi: 20.3.2011    


TOP DAĞINDA ÜÇ DEĞİRMEN

I.


Haftanın başıydı. Pazar yolundan yürüyerek çevre yolunu kestirmeden geçiyorum. Su deposuna doğru yürürken, papatyaları, çipistaları ezmemeye çalışıyorum. Gelin yüzlü papatyalar, eski dönem gençlerinin “seviyor mu, sevmiyor mu?” falına çağırır gibi başlarını mavi gökyüzüne doğru uzatmışlar. Su deposundan taşan fazla suya girmeden, ikisinin restorasyonu yapılmış; birine henüz dokunulmamış, duvarlarının beşte üçü sağlam görünen üç adet yel değirmeni ile karşılaşıyorum. Ortadaki değirmen, antik dönem kayasına oturtulmuş, yanında iki eleman beş-on denen kerestelerden çivi söküyor. Arkeolog olduğu çalımından belli olan genç bir adam çalışanlarla laflıyor

Henüz, restore edilen değirmenlerin içini görmeden yüzümü batıya çeviriyorum. Evlerin kırmızı çatıları geniş bir yüzey oluşturuyor, birkaç adet gri düz beton dam üstü, kırmızı renklere nanik yapıyor. Arkada Karaburun yarımadasına kadar engin mavi bir su, gök yüzünün maviliği ile ışık yarışı içinde. Bu alemin ortasında Ege’nin temiz sularına serpilmiş Orak, İncir ve Fener adaları açık yeşil tonları ile renk armonisini tamamlıyor. Liman ağzındaki Fener yarımadasında Fener Kulesi de çarşaf örneği yatay yüzeylerin üzerinde yüksek değilsem de “ben buradayım gemiler! buradayım seyirciler!” dercesine ayaklarını toprağın derinliklerine batırıp, başını at misali yukarıya atıyor.

Çevremdeki renk armonisi, panoramanın eşsizliğine, İlkçağın Ana Tanrıçası Kibele’nin dürtüsünü de eklersek ağzımdan farkında olmadan çocuklukta duyduğum halk türküsünün bir beyit’i dökülüp saçılmaz mı?

“Değirmenden fener de aldım,/ Ben o yare neler aldım,”

Günümüzde değirmenden fener alınır mı kim bilir? Yel değirmenleri Ondokuzuncu yüzyılda ilk yapıldığı gibi, tamamlansa; etrafı arkeolojik parka dönüşse, çevresinde gençler pop söylese, yaşlı kimseler için de yürüyüş yolu yapılsa; insanlar Midilli adasına kadar denizi ve ufku izleyenler mutlu olsa, iç dünyaları fenerin ışığı örneği daha çok şavkımaz mı?

Restorasyonu tamamlanmış iki değirmenin Niğde kümbetleri gibi çadırsı inşaatını görünce; hani bunun suyu demek geldi usuma. Be hey salak adam bunlar âsiyâb değil. Osmanlı da bunlara Bâd-i Âsiyâb denirdi ki günümüz dilindeki adı “yel değirmeni”dir. Yani rüzgârla çalışırdı. Henüz tahıl üzerinde dönen taşlar, taşları hareket ettiren dişliler, dişlileri çeviren ağaç kol yok. Sembolik de olsa rüzgârın pervanesi hem tahıla hem ziyaretçilere serinlik verirdi. Günümüzde bu güçten enerji elde ediliyor. Tarihimizdeyse “değirmenden geldim / beygirim yüklü / şu kızı görenin del olur aklı, / on beşinde kırk beş bölüklü / Bir kız bana emmi dedi, neyleyim.” Dizeleri bizi Toroslar’a Karacaoğlan’ın Çukurova’sına götürür.

Biz yine Foça-i Atik ve Foça-i Cedide gelelim.

Hemşerimiz Prof. Dr. Fikret Adanır “Geçmişten Günümüze Foça” adlı yayındaki bilimsel makalesinde, Ondokuzuncu yüzyılda Foça’daki kazanç vergi sistemini açıklarken; Bâd-i Âsiyâb mahallesini rakamlarla anlatır. Bu mahalle, yel değirmenlerinin önünde olmalı. Birkaç gün önce Yenifoça’ya ait bir eski tapu elime geçti. Orada da yel değirmenleri olduğu gibi “Bad-i Âsiyâb” (Yel değirmeni) mahallesinin varlığı, resmi belgeye işlenmiş.

Cumhuriyetin ilk yıllarında Yenifoça’da yel değirmenleri mahallesinde yaşanan aşk öyküsünü, Kemal Bilbaşar –Ay Tutulduğu Gece- romanında, okuyucularına yansıtmış. Bu roman bana çok önemli bir öykücümüzün Sabahattin Âli’nin “Değirmen” adlı büyük aşk öyküsünü anımsattı. Usta öykücümüz serüvenin baş kişisi Atmaca’nın acıklı durumunu anlatırken önce onun klarnetinden çıkan nağmelerinin ahengine kapılıyorsunuz, değirmen taşının altına koyup, koparttığı kolundan akan kanla birlikte yüreğinden boşalan aşk acısının yüceliğini damarlarınızda hissediyorsunuz.

Aşkın böyle acıklısı olmasın. Kanlısı asla. Yel Değirmenleri çevresi düzenlensin. Burada insanlar oturup, çay da içsin. Foçalı Roman delikanlının kemanının yayı sevdiği kız için titrerken, tarih. Arkeoloji ve sevgi dile gelsin. Serin hava düşümden uyarırken değirmenlere tekrar bakıyorum, Anadolu’nun en eski tiyatrosu da tepenin altından beni çağırıyor.

II.


Yeşillikler üzerinden kelebekler uçuşuyor. Onları seyrederek kaymamaya dikkat edip, aşağıya inmeye çalışıyorum. Su deposunun önünde taşan sulardan atlıyorum. Toprak yol kenarında otlar iyice yükselmiş. Kenger dikenleri boynunu güneşe uzatmış, koyu mat yeşillikleri, çimlerden ayrılıyor. Dağın topu, namlusunu kente doğru döndürmüş olsa da, bu koyu kahverengi top salt Ramazan ayında halkın orucunu açması için patlatılıyordu. Tabi mermi yerine ses çıkarsın diye paçavra ve barutla yemleniyor. Birkaç yıldır, seferberlikten kalan top tamamen uykuya bırakılmış. Topun biraz önündeki dar uzun düzlükte ise papatyalar yüzlerce minik parmak kızın gelinliğini sergilercesine, defile sunuyor.

Güzel manzaradan kopamıyor insan. Yön değiştiriyorum. Zikzaklarla, koyun gözlerini ezmeden, gelincikleri, rezeneleri, ebe gümeçlerini incitmeden sağlam basmaya çalışarak, istikametim oto bekleme durağı yönünde adım adım aşağıya doğru yürüyorum. Zeytinlikler içinden ak sakallı bir adam elinde budama makasıyla evlerin arasına dalıveriyor. Nereye gittiğini gözlerken Osmanlının Foçateyn kasabasının 1991 yılında keşfedilen tiyatrosunun tamamı kazılmamış yarım daire biçimli çukuruyla karşılaşıyorum. Evlerin arkasındaki dar patikadan tiyatro basamaklarına iniyorum. Yukarıdaki genç arkeologun halkın eski eserlere soğuk baktığı sözleri kulağımda çınlıyor…

-Peki bu halkı, kazı yerine getirdin mi? Tiyatronun ne olduğunu açıkladın mı?

-Öyleyse ondan niçin sevgi bekliyorsun?

-Benim görevim kazıları denetlemek. Yanlış yapanın binerim tepesine!

-Yahu, yerel yönetim ben işimi yaparım, kazı yerine, ya da beş kapılar içersine kim gelir kim gelmez, beni ilgilendirmez derse, senin gibi bilim öğrenen adam da halkı aydınlatmazsa sit alanı ve arkeoloji yoluyla çıkarılan eserlerin, hepimizin ortak malı olduğunu öğretmezsen, bu insan kentin tarihini nasıl öğrenecek? Durak yanındaki evlerden birinin ön bahçesinden bir ses geldi bu yana doğru.

-Değirmen hakkını unutmayın! Acaba saçı sakalı ağarmış adam mıydı seslenen?

İçimde iki insan varmış gibi, bir arkeologa, bir de eski eserleri amatörce gözleyen orta yaşlı adama söz veriyorum. Henüz ortak yol bulamadılar sanırım.

Tarihin derinliklerinden geldiği için adını eski diye söylediğim eski Foça’nın tüf taşından yapılmış eski tiyatrosunun basamaklarına oturuyorum. Orada, İ.Ö. bir oyun sergileniyormuş gibi hayal kuruyorum.

Yaz, güz aylarında devamlı oyunlar sergileniyor. “Kral Oidipus Trajedisi”nin baş oyuncusu, oyun sonunda sahnenin ortasına geliyor. Halkı selamlıyor. Halkın coşkun alkışı sona erince, iki adım öne geliyor, seyirciye sesleniyor:

“- Sevgili Fokai Halkı, sizi çok seviyorum. Az önce oyunumuzu seyrettiniz. Oyunumuz hayatın kendisi değil, hayata tutulan bir duru su yüzeyi gibidir. Oraya baktığınızda kendinizden bir şeyler görürsünüz. Biz oynarken siz bizimle bazen hüzünlenir, bazen de gülersiniz, yaşamak böyle bir şey işte. Oyunlarımızda kimi zaman bir kahramanlığı canlandırırız, seyreden de kendisini oyuncuyla özdeşleştirir, sevinir. Kimi zaman zorlukları yenen ve çocuklarını yetiştiren bir kadının başarısını sahneleriz. İşte o zaman güçsüz bir seyircinin içini umutla doldururuz. Biz aktörler kalplere ferahlık yayarız. Dilerim ki dünya var oldukça Fokai Halkı güzel oyunlar seyretsin, hep mutlu olsun!”

Akasya ağacına konan serçeler coşkuyla cıvıldaşırken etrafa baktım. Sonra basamaklara eğildim, ”FULYE OYTE“ sözcüklerini gördüm. –O- ve –Y- harfleri kırık. Nerde o tiyatro severler? Nerede seyirciler? Ya oyuncular…

Foça’da bir şeyler yapmaya çalışan kurumlar işbirliği yapsa da tiyatro yeniden canlansa; veya yeni bir oyun yeri kurulsa, değirmenler de gelecek için kar gibi beyaz un yapsa, hayat güzel olurdu değil mi? Okuyucunun birisi, öğretmenim bu kadar geniş hayal kurma, düşersin diyecek diye ürperiyorum. Su deposunun fazla suyu otların arasından taşlara doğru sızmış. O yaşlık gözüme çarpınca, tiyatro basamakları ağlıyor gibi geldi bana…

Hepinizin, 27 Mart Dünya TİYATROLAR Haftanız kutlu olsun.


Cevat YILDIRIM



2279










   |   Hakkımızda    |    İletişim    |    Yasal Uyarı    |


    © FocaFoca.com tüm hakları saklıdır.   (03/2005)