FREUD VE FELSEFE II
Freud’un Toplum Teorisi
Freud’un ilksürü ve ilkbaba kavramları, belirli hayvan sürülerinden insanlara gelişigüzel aktarılmıştır ve bilimsel bir değeri yoktur; yeryüzünün çeşitli bölgelerinde yapılan araştırmalar, ataerkil olmayan, yani anaerkil ilktoplulukların varlığını ortaya çıkarmıştır. Freud’un ataerkil ilksürüsü gerçekten yaşamış olsaydı, o zaman ilktopluluktan önce varolması gerekirdi. Bu durumda anaerkil, sınıfsız, baskısız, savaşsız bir ilktopluluk nasıl olur da baskının ve saldırganlığın egemen olduğu bir ataerkil ilksürüden çıkmış ve gelişmiştir? Freud’un teorisindeki “yasalar”a göre bu mümkün değildir: Çünkü Freud’un sözünü ettiği ve iki temel içtepinin yönünün değiştirilmesini gerektiren yaşama zorunluluğu, insanlık tarihinin başlangıç döneminde bugünkünden çok daha güçlü olmalıydı. Yani ilktoplulukta içtepilerin bastırılması bugünkünden çok daha güçlü olmalıydı. Temel içtepilerimizin baskı altında tutulması sonucunda insanlara ve doğaya karşı saldırgan ve baskıcı bir tutumun ortaya çıktığını savlayan Freud’un teorilerine göre, o günlerde çok daha büyük olan yaşama zorunluluğu yüzünden, yani içtepilerin çok daha güçlü biçimde bastırılması yüzünden, insanlık tarihinin başlangıç döneminde insanlar üzerindeki baskının ve aralarındaki savaşların bugünkünden daha sert ve acımasız olması gerekirdi. Ancak bu durum kanıtlanamamıştır. Ayrıca Freud’a göre, savaşın, insanlık tarihinin başlangıcıyla birlikte görülmesi gerekirdi, çünkü savaş, yine Freud’a göre, öldürme içtepisinin baskı altında tutulmasına karşı bir başkaldırmadır. Oysa Max Weber bile, savaşın, devletçe örgütlenmiş köle avı olarak başladığını kanıtlamıştır. Beden gücü ve özel bedensel yetenekler bakımından doğal düşmanlarıyla pek başa çıkamayan, ama çok yönlülüğe açık olması nedeniyle onlardan üstün olan insan, tarihin başlangıç döneminde hayatta kalmak için, saldırganlığı ve baskıyı değil, birlikte çalışmayı, işbirliğini geliştirmek zorundaydı. İnsanı ve ondan önceki insansı maymunları belirleyen şey, saldırgan değil, işbirlikçi bir davranış biçimidir. Freud, emperyalizm koşullarındaki yaşamın barbarca özelliklerini, insanın özyapısal özellikleri olarak yorumlar; ve bu, burjuva toplum teorisinde eskiden beri bilinen bir yöntemdir.
Yeryüzünde Freud’un cinsellik teorisinin geçerli olmadığı birçok ülke ve bölge vardır, çünkü buralarda Yahudi-Hıristiyan ahlakı tarafından koyulan yaşam düşmanı, çileci cinsel tabular bilinmez. Ama bu ülkelerde, kaynağı toplumda bulunan bildiğimiz saldırganlık ve baskı biçimleri de görülür. Öte yandan kültür, içtepilerin baskı altında tutulmasının bir sonucu olduğuna göre, bu ülkelerde ve bölgelerde yaşayan halkların kültürel yönden çok geride kalmış olmaları gerekmez mi? Üstelik Grek-Roma kültürünü, cinsel yönden özellikle baskı altında tutulan kölelerin değil de, oldukça serbest bir cinsel yaşam süren efendilerinin yaratmış olması, Freud’un savlarını çürütür.
Freud’un teorisi, psişik ilkyıkımlarda kazanılan özelliklerin kalıtımsal olmasını öngörür. Ne var ki, kalıtımsallık doğumdan sonra kazanılan özelliklerdendir. Ancak akla yatkınmış gibi görünse de, bu, ne ruhsal “aşamalar” için ne de organizma alanında kanıtlanmıştır. Ayrıca yalnız biyolojik değil, tarihsel olarak kazanılanları ve bu nedenle değişmeleri aktaran toplumsal kalıtım da söz konusudur. Bu tür toplumsal bir mirasta, hiç kuşkusuz değerler, davranışlar vs yer etmiştir. Bireysel saldırgan bir davranışa ait biyolojik açıdan temellendirilmiş kalıtımsal bir yapıyı, tümüyle farklı türden toplumsal saldırganlıkla özdeşleştirmek bilimsel yönden tutarlı değildir. Üstelik biyolojik kökenli, bireysel saldırganlığı, nedensel olarak, farklı türdeki toplumsal saldırganlığın ön aşaması saymak da doğru değildir. Bireyin içtepisel-yapısal saldırganlığını ortadan kaldıramayan Freud, bu bilimsel olmayan yöntemle savaşın hiçbir zaman önlenemeyeceği inancını “bilimselleştirir”.
Bireyin ruh yaşamını biyolojik içtepisel-yapısal açıdan açıklayarak elde edilen sonuç, toplumsal bilinç için geçerli midir? Toplumsal saldırganlıkların nedeni, bireysel ruh durumuyla açıklanamayacak kadar farklıdır; yani aslında durum tam tersinedir: Toplumsal bilinç biçimlerinin de dâhil olduğu toplumsal koşullar, bireyin ruh durumunu oluşturduğu için, bu durum bireyin ruh durumunu etkiler. Bilincin oluşma sürecini açıklamak için, itkisel-yapısal bir gizemcilikten çok somut bir toplumbilime ihtiyaç vardır.
Sürecek
oguzozugul@hotmail.com
|