
Ahmet ÖNEL
BİRİNCİ ZİL!
Huizinga “Homo Ludens” adlı çalışmasında insanın aslında oyun oynayan bir hayvan olduÄŸunu söylemeye çalışır! Buradaki hayvan sözcüğüne iyi anlamda yaklaÅŸmakta yarar var: dahası, oyun oynayan hiçbir iki ya da dört ayaklıdan zarar gelmez.
Huizinga’nın teorisini geriye doÄŸru sardırmak lazım gelirse, bu tezi en erken biçimde Akdeniz havzasının hayatla buluÅŸturduÄŸunu görüyoruz. DoÄŸanın öz suyunu simgeleyen Bacchus onuruna yapılan ÅŸenliklerin merkezinde, hayatın “taklidi” var çünkü. Sonuç olarak yapılan iÅŸin, gündelik hayatla insan aklının buluÅŸturma, yine insan zekasının ışıldattığı ironiyle sıradanlığı alt etme iÅŸlemi olduÄŸunu söylemek mümkün. Bu arada dans ve ilahilerin güzelleÅŸtirdiÄŸi Dionysos Åženlikleri’nin merkez üssünün Atina olduÄŸuna bakmayın siz; bölge fazlasıyla geçirgen aslında! Hangi konuda mı? Her konuda diye yanıtlayalım bunu. Kutsal suyun yaÅŸamı güzelleÅŸtiren efsunundan tutun da, demokrasinin nimetleri üzerine uzun ama bir o kadar doyumsuz diyaloglarla zenginleÅŸtirilen hayli çekici bir listeden söz ediyoruz.
İnsanı yaÅŸadığı hayatı anlamlı kılan bir varlık olarak tanımlayanların (en azından bunu konu edinenlerin) yine aynı coÄŸrafyanın insanları olduÄŸu da bir gerçek deÄŸil mi? Aıskhylos’tan, Euripides’ten, dahası Sofokles’ten dem vurmanın zamanıdır ÅŸimdi. YaÅŸamın çarpıcı bir metodolojisi olarak tanımlanabilecek tragedya geleneÄŸi, iki bin yıl öncesinden ve dünyanın en eski, en güzide medeniyetinden bizlere göz kırpıyor. Peki olay nerede geçiyor? Evet, can alıcı soru burada gizli. Uygarlığın filizlendiÄŸi o kutsal mekanlar adına verilen savaşımlara duyarsız kalmak olanaklı mı acaba? Günümüze bakalım; yöreye yapılacak büyük alışveriÅŸ merkezlerinin inÅŸasında, örneÄŸin zemin katlara garaj yerine tiyatro salonları kondurulması konusunda bölge belediyelerinin ısrarı çok mu fantezi olurdu dersiniz?
Evet, sonunda o büyülü sözcüğü fısıldadık iÅŸte: “Tiyatro”dan söz ettik. Uygarlığın önemli göstergelerinden birini “sahneyle buluÅŸturduk” ve onun soluÄŸunu gök kubbeye gönderdik. Üstelik bunu bir evrende, bir dünya olarak tarif ettiÄŸimiz sahnede gerçekleÅŸtirdik! Shakespeare üstadın “her yer bir tiyatrodur” deyiÅŸi elbette hoÅŸ ve romantik ama yine de çarşıda yürürken az önce baÅŸlamış olan bir komediyle yüz yüze gelmek o kadar da kabule açık görünmüyor; yani yapılan iÅŸ bir “happening” deÄŸilse tabii! Sonuç olarak mekanı kutsamaya devam edelim ve insan soyuna yakışan bir direngenlikle en doÄŸal hakkımızı talep edelim! Varız; öyleyse bize yakışır bir mekanda oynamak istiyoruz!
Tiyatronun iki kalas bir heves olduğu noktaya döndük belki ama, mekanların o kendine has büyüsünü, giderek albenili mimarisinin şu uygarlık serüvenine katkısını nasıl inkar edebiliriz! İnsanlık hallerini koroya yükleyip zamanın çığlığına dönüştüren bu güzel geleneği, kendilerine saygıyla yaklaşılan o ilahi amfi tiyatrolarda yaşatmayı sürdürmek günümüzde bir insanlık borcu kanımca. Bu noktada hayli şanslı bir coğrafyada yaşadığımızın ayırtına varalım ve sözünü ettiğimiz şu kutsal tapınaklardan fazlasıyla nasip aldığımızı hatırlayalım.
Ege’nin uygarlık konusundaki bayraktarlığını yüceltmek deÄŸil bu yazıdaki muradım. “Avicenna”yla tıp ilminin kapısını aralayan bir yolculuÄŸu İbn_i Sina’yla buluÅŸturan bir süreci akıl tartısına vuran bir yaklaşımdan söz ediyoruz. Assos’ta matematik, mantık, dahası ahlak üzerine dersler veren Aristo’ya kucak açmış bir coÄŸrafyanın incelmiÅŸ bir duyarlılıkla harman olmasını kabullenmek çok mu zor acaba? Sırası gelince göğsümüzü gere gere Homeros’un İzmirli olduÄŸunu da söylemekten geri durmuyoruz; ya Bertrand Russell’e göre felsefenin baÅŸlatıcısı Milet’li Thales’le aynı havayı teneffüs etmek bir ayrıcalık deÄŸil mi?
Sözü Foça’ya getirmenin zamanı geldi artık. İnsanlık mirasının eÅŸsiz tapınaklarından biri olan tiyatroları yaÅŸatmak ciddi bir görev günümüzde; yinelemiÅŸ olmaktan gocunmuyorum. Hepimiz tanığı olan bir durum var; kazılar devam ediyor güzel beldemizde. Toprağın altına saklı o büyük mirasla hangi zaman diliminde buluÅŸacağımız ise ÅŸimdilik bir muamma! Ama bütün bu süreç içerisinde bizim kendi amfi tiyatrolarımızı oluÅŸturmamız gerçekten çok mu zor dersiniz? Yatak kapasitesini yükselten çok yıldızlı projelerin hemen yanına kondurulacak bir baÅŸka proje olamaz mı ÅŸu sözünü ettiÄŸim? İsterseniz önce ÅŸu tuhaf paradoks açıklayarak iÅŸe baÅŸlayalım: Bir yabancı bir yöreye neden itibar eder dersiniz? Kültüre, insana, doÄŸaya dokunmak için elbette. Oysa çağımızın insanı ÅŸu yabancı katsayısını artırmak için yine o insanların yöreye gelme gerekçelerinden vazgeçebiliyor kolaylıkla. DoÄŸa, kültürel miras ilk elden çıkarılan olabiliyor! Hani EÅŸref’in “Git gide zulmetmeye elde ahali kalmıyor” deyiÅŸini hatırlatan bir durum bu. Elimizdeki kıymetin farkında olmak bir zorunluluk! Bir baÅŸkası ise bu “kıymete” öncelikle sizin bakışınız üzerinden deÄŸer biçebilir yalnızca.
Sözün kısası, Foça’ya amfi tiyatro yakışacaktır. Çünkü bu belde bir kültür beldesidir. Hayata geçirilecek bir kültür kompleksi, oyun oynayan insanın hemen yanına düşünen, sorgulayan insanı da yerleÅŸtirecektir. Çünkü Aristo’nun, Thales’in, Homeros’un baÅŸlattığı bir güzel gelenek çok boyutlu olarak, dahası dipdiri bir biçimde karşımızda duruyor!
Belki de bir düş kurdum; tıpkı Martin Luther King gibi! Ama bu gerçek olmanın da ötesinde, “oyun”la sınırlı bir düş. Gerçek sözcüğünün hemen sonrasında açacağınız bir parantezin içine ne çok sözcük yerleÅŸtirebilirsiniz! Ancak unutmayalım ki, özgürlüğün, aydınlığın, uygarlığın hemen arkasında size bilgece gülümseyen bir “homo ludens” olmadıktan sonra tüm bu çabalar boÅŸunadır. Hayatı taklit etme hoÅŸgörüsüne, dahası onunla eÄŸlenme becerisine sahip olamayan bir toplumun hiçbir talebi ciddiye alınamaz; çünkü o zaten kendisini yalnızca elindekiyle yetinme öğretisiyle sınırlandırmıştır.
İşte bu tragedya asla sahnelenemez! Bu da yazımızın son paradoksu olsun!
Foça için ÅŸu an için yalnızca hoÅŸluk olan amfi tiyatroya sahip olma düşüncesinin, ileride bu ÅŸakayı sahneye taşıyacak kadar güçlü olduÄŸuna da inanmak istiyorum. Kim bilir, bu belki de bir düş deÄŸildir…
Öyleyse şimdiden iki bilet lütfen!
Ahmet ÖNEL
www.ahmetonel.com
Huizinga “Homo Ludens” adlı çalışmasında insanın aslında oyun oynayan bir hayvan olduÄŸunu söylemeye çalışır! Buradaki hayvan sözcüğüne iyi anlamda yaklaÅŸmakta yarar var: dahası, oyun oynayan hiçbir iki ya da dört ayaklıdan zarar gelmez.
Huizinga’nın teorisini geriye doÄŸru sardırmak lazım gelirse, bu tezi en erken biçimde Akdeniz havzasının hayatla buluÅŸturduÄŸunu görüyoruz. DoÄŸanın öz suyunu simgeleyen Bacchus onuruna yapılan ÅŸenliklerin merkezinde, hayatın “taklidi” var çünkü. Sonuç olarak yapılan iÅŸin, gündelik hayatla insan aklının buluÅŸturma, yine insan zekasının ışıldattığı ironiyle sıradanlığı alt etme iÅŸlemi olduÄŸunu söylemek mümkün. Bu arada dans ve ilahilerin güzelleÅŸtirdiÄŸi Dionysos Åženlikleri’nin merkez üssünün Atina olduÄŸuna bakmayın siz; bölge fazlasıyla geçirgen aslında! Hangi konuda mı? Her konuda diye yanıtlayalım bunu. Kutsal suyun yaÅŸamı güzelleÅŸtiren efsunundan tutun da, demokrasinin nimetleri üzerine uzun ama bir o kadar doyumsuz diyaloglarla zenginleÅŸtirilen hayli çekici bir listeden söz ediyoruz.
İnsanı yaÅŸadığı hayatı anlamlı kılan bir varlık olarak tanımlayanların (en azından bunu konu edinenlerin) yine aynı coÄŸrafyanın insanları olduÄŸu da bir gerçek deÄŸil mi? Aıskhylos’tan, Euripides’ten, dahası Sofokles’ten dem vurmanın zamanıdır ÅŸimdi. YaÅŸamın çarpıcı bir metodolojisi olarak tanımlanabilecek tragedya geleneÄŸi, iki bin yıl öncesinden ve dünyanın en eski, en güzide medeniyetinden bizlere göz kırpıyor. Peki olay nerede geçiyor? Evet, can alıcı soru burada gizli. Uygarlığın filizlendiÄŸi o kutsal mekanlar adına verilen savaşımlara duyarsız kalmak olanaklı mı acaba? Günümüze bakalım; yöreye yapılacak büyük alışveriÅŸ merkezlerinin inÅŸasında, örneÄŸin zemin katlara garaj yerine tiyatro salonları kondurulması konusunda bölge belediyelerinin ısrarı çok mu fantezi olurdu dersiniz?
Evet, sonunda o büyülü sözcüğü fısıldadık iÅŸte: “Tiyatro”dan söz ettik. Uygarlığın önemli göstergelerinden birini “sahneyle buluÅŸturduk” ve onun soluÄŸunu gök kubbeye gönderdik. Üstelik bunu bir evrende, bir dünya olarak tarif ettiÄŸimiz sahnede gerçekleÅŸtirdik! Shakespeare üstadın “her yer bir tiyatrodur” deyiÅŸi elbette hoÅŸ ve romantik ama yine de çarşıda yürürken az önce baÅŸlamış olan bir komediyle yüz yüze gelmek o kadar da kabule açık görünmüyor; yani yapılan iÅŸ bir “happening” deÄŸilse tabii! Sonuç olarak mekanı kutsamaya devam edelim ve insan soyuna yakışan bir direngenlikle en doÄŸal hakkımızı talep edelim! Varız; öyleyse bize yakışır bir mekanda oynamak istiyoruz!
Tiyatronun iki kalas bir heves olduğu noktaya döndük belki ama, mekanların o kendine has büyüsünü, giderek albenili mimarisinin şu uygarlık serüvenine katkısını nasıl inkar edebiliriz! İnsanlık hallerini koroya yükleyip zamanın çığlığına dönüştüren bu güzel geleneği, kendilerine saygıyla yaklaşılan o ilahi amfi tiyatrolarda yaşatmayı sürdürmek günümüzde bir insanlık borcu kanımca. Bu noktada hayli şanslı bir coğrafyada yaşadığımızın ayırtına varalım ve sözünü ettiğimiz şu kutsal tapınaklardan fazlasıyla nasip aldığımızı hatırlayalım.
Ege’nin uygarlık konusundaki bayraktarlığını yüceltmek deÄŸil bu yazıdaki muradım. “Avicenna”yla tıp ilminin kapısını aralayan bir yolculuÄŸu İbn_i Sina’yla buluÅŸturan bir süreci akıl tartısına vuran bir yaklaşımdan söz ediyoruz. Assos’ta matematik, mantık, dahası ahlak üzerine dersler veren Aristo’ya kucak açmış bir coÄŸrafyanın incelmiÅŸ bir duyarlılıkla harman olmasını kabullenmek çok mu zor acaba? Sırası gelince göğsümüzü gere gere Homeros’un İzmirli olduÄŸunu da söylemekten geri durmuyoruz; ya Bertrand Russell’e göre felsefenin baÅŸlatıcısı Milet’li Thales’le aynı havayı teneffüs etmek bir ayrıcalık deÄŸil mi?
Sözü Foça’ya getirmenin zamanı geldi artık. İnsanlık mirasının eÅŸsiz tapınaklarından biri olan tiyatroları yaÅŸatmak ciddi bir görev günümüzde; yinelemiÅŸ olmaktan gocunmuyorum. Hepimiz tanığı olan bir durum var; kazılar devam ediyor güzel beldemizde. Toprağın altına saklı o büyük mirasla hangi zaman diliminde buluÅŸacağımız ise ÅŸimdilik bir muamma! Ama bütün bu süreç içerisinde bizim kendi amfi tiyatrolarımızı oluÅŸturmamız gerçekten çok mu zor dersiniz? Yatak kapasitesini yükselten çok yıldızlı projelerin hemen yanına kondurulacak bir baÅŸka proje olamaz mı ÅŸu sözünü ettiÄŸim? İsterseniz önce ÅŸu tuhaf paradoks açıklayarak iÅŸe baÅŸlayalım: Bir yabancı bir yöreye neden itibar eder dersiniz? Kültüre, insana, doÄŸaya dokunmak için elbette. Oysa çağımızın insanı ÅŸu yabancı katsayısını artırmak için yine o insanların yöreye gelme gerekçelerinden vazgeçebiliyor kolaylıkla. DoÄŸa, kültürel miras ilk elden çıkarılan olabiliyor! Hani EÅŸref’in “Git gide zulmetmeye elde ahali kalmıyor” deyiÅŸini hatırlatan bir durum bu. Elimizdeki kıymetin farkında olmak bir zorunluluk! Bir baÅŸkası ise bu “kıymete” öncelikle sizin bakışınız üzerinden deÄŸer biçebilir yalnızca.
Sözün kısası, Foça’ya amfi tiyatro yakışacaktır. Çünkü bu belde bir kültür beldesidir. Hayata geçirilecek bir kültür kompleksi, oyun oynayan insanın hemen yanına düşünen, sorgulayan insanı da yerleÅŸtirecektir. Çünkü Aristo’nun, Thales’in, Homeros’un baÅŸlattığı bir güzel gelenek çok boyutlu olarak, dahası dipdiri bir biçimde karşımızda duruyor!
Belki de bir düş kurdum; tıpkı Martin Luther King gibi! Ama bu gerçek olmanın da ötesinde, “oyun”la sınırlı bir düş. Gerçek sözcüğünün hemen sonrasında açacağınız bir parantezin içine ne çok sözcük yerleÅŸtirebilirsiniz! Ancak unutmayalım ki, özgürlüğün, aydınlığın, uygarlığın hemen arkasında size bilgece gülümseyen bir “homo ludens” olmadıktan sonra tüm bu çabalar boÅŸunadır. Hayatı taklit etme hoÅŸgörüsüne, dahası onunla eÄŸlenme becerisine sahip olamayan bir toplumun hiçbir talebi ciddiye alınamaz; çünkü o zaten kendisini yalnızca elindekiyle yetinme öğretisiyle sınırlandırmıştır.
İşte bu tragedya asla sahnelenemez! Bu da yazımızın son paradoksu olsun!
Foça için ÅŸu an için yalnızca hoÅŸluk olan amfi tiyatroya sahip olma düşüncesinin, ileride bu ÅŸakayı sahneye taşıyacak kadar güçlü olduÄŸuna da inanmak istiyorum. Kim bilir, bu belki de bir düş deÄŸildir…
Öyleyse şimdiden iki bilet lütfen!
Ahmet ÖNEL
www.ahmetonel.com
"Ahmet ÖNEL" bütün yazıları için tıklayın...