Benim gözümden St Petersburg…… / Erol ÇINAR
Erol ÇINAR

Erol ÇINAR

Benim gözümden St Petersburg……



İstanbul, Paris, Londra, Prag, BudapeÅŸte, New York… İnsan hangi kentte olursa olsun, hep aynı kuvvete, tek bir yasaya baÄŸlı; kentin çekim kuvvetine.

Kent ilk önce görüntüleriyle, yüzleştirir ziyaretçilerini. Oysa kentin gerçek yüzü, hayalinin gerisinde, yapıların ardında gizlidir. Ona ulaştığını sanmak, kentin kendini görünmez kılma yöntemidir yalnızca. Karşılaşmaları, rastlantıları algılayamayanlar, yalnızca görüntülerin peşinden gidenler, gerçek kenti asla göremezler. Görmesini, dinlemesini bilenler, kentin gizli kodlarını ancak tarihin tozlu sayfalarında çözebilirler.

Son üç ayda, iÅŸim gereÄŸi St Petersburg’a iki defa gitme imkanı buldum. İsmini duyduÄŸum, ama daha önce görme fırsatı bulmadığım bu kentle buluÅŸmanın gizi beni kentin kodlarını irdelemeye itti.

İçinden su geçen uygarlık kentlerinden biri olan bu kent, görkemli mimarisi, heybetli heykelleri ile beni etkiledi. St Petersburg çözülmesi gereken bir bulmaca gibi. Her köşe başı, her meydan her yapı sürprizlerle dolu.

Bizim Deli, batılıların Büyük, Rusların sadece Pyotr Pervaya “Birinci Petro” diye andıkları çarın izlerine her yerde rastlamak mümkün.

Çar Petro, ilginç bir kimlik. Balolar, nezaket, felsefi konular ona göre deÄŸil. Onun peÅŸinde olduÄŸu, Rusya’nın endüstriyel sanatlarla tanışması ve St Petersburg’u kendine baÅŸkent yapma hayali. St Petersburg, o zaman ki adıyla Petnograd bize Petro’nun armaÄŸanı özünde.

Neva nehri üzerine kurulan kentin özgün modeli Amsterdam’dan. Neva İsveçce’de çamur demek. 1708’de kırk bin, bir yıl sonra bir o kadar daha işçi sevk ediliyor bölgeye. Yetmiyor. İsveçli savaÅŸ esirleri çalıştırılıyor. Sonunda kenti kızaklar üzerine oturtmayı baÅŸarıyorlar. Bakıyorlar ki, taÅŸ yetmiyor. Çar, St Petersburg’dan baÅŸka bir yerde taÅŸ bina yapılmayacağı fermanını çıkarıyor. O günlerden kalma bir Rus deyiÅŸini St Petersburg sokaklarını arşınlarken ürpererek hatırlıyorum. “Petnograd, kazıklar deÄŸil, insan kemikleri üzerine kuruldu”.

Petro, baÅŸkenti kuruyor kurmasına ama bu sefer liman istiyor. Soyluların batı rüzgarını hissetmelerini istiyor. Oysa soylular ne Petro’nun denize duyduÄŸu aÅŸkı paylaşıyorlar, ne de St Petersburg’un nemli ikliminden haz ediyorlardı. Ardından Çar, soylulara evlerini yeni baÅŸkente taşımalarını emrediyor. HoÅŸlarına gitmese de emir büyük yerden. Taşınmaların ardından, 1712’de Petnograd baÅŸkent ilan edildiÄŸinde Moskovalılar yas tutuyorlar, Tanrı’nın bu yarı gavur kenti yok edeceÄŸini sık sık söylüyorlar. Ama Petro, resmi tapınağını inÅŸa etmekten çok mutlu.

St Petersburg’un sokaklarını arşınlarken, nerede okuduÄŸumu hatırlayamadığım, Petro döneminin elçilerinin birinin söylediÄŸi cümle aklıma geliyor, “Petro, Rusya’yı AvrupalılaÅŸtırmaya öylesine kararlıydı ki, ülkeyi Baltık’a sürükledi, Batı’ya açtığı pencereden zorla dışarı bakmaya itti”. AkÅŸam odamın penceresinden St Petersburg’un yanan ışıklarına bakarken, kaldırımlarda kentin kalabalıkları telaÅŸlı yürümekte, maÄŸaza vitrinlerinde ise rengarenk ışıklar raks etmektedir. Kentte alışveriÅŸin albenisi insanı farklı uçlara iterek yaÅŸamdan daha fazla keyif almamıza yardım ederken, Petro’nun hayalinin büyük ölçüde gerçekleÅŸtiÄŸini görüyorum.

St Petersburg’a gidip de Nevski caddesinde dolaÅŸmamak olmaz. Lüks tüketim malzemeleri ile dolu maÄŸazalar, gece klüpleri, kafeler… Oysa Nevski caddesinin bir de görünmeyen yüzü var. Bu yüz Petro döneminin sayfalarında saklı. Petro, Katolik, Lutecan, Kalvinist gibi mezheplere kiliselerini inÅŸa etsinler diye Nevski semtini onlara açıyor. Döneminde bu semtte birçok kilise inÅŸa ediliyor. Hatta Nevski, hoÅŸgörü semti olarak anılmaya baÅŸlanıyor. Åžimdi saat akÅŸamın yedisinde bu caddede dolaşırken, iki Rus gencinin kavga ettiklerine ÅŸahitlik ediyorum. Ne garip hoÅŸgörü kavramından çok uzaklaÅŸmış bir yapı karşılıyor beni.

Söz dinden açılmışken, bir kilisenin kapısında Baba-oÄŸul-kutsal ruh üçlemesini yapan bir genç kız dikkatimi çekiyor. Kilisenin kapısından kafamı içeri soktuÄŸumda AÅŸai-rabbani ayini ile karşılaşıyorum. İsa’nın etini ve kanını temsilen ekmek ve ÅŸarabın kutsandığı ayin. Kilisenin içi Hıristiyan teolojisine yön veren, Hıristiyan inançlarının fikir babası olan azizlerin resimleri ile dolu. Köşelerde taşınabilir dini imgeler olan ikonalar var. Gördüklerimin hepsi Ortodoks mezhebinin simgelerinden. İnsan bunları gördü mü, tek doktrin, tek akide, tek Allah ve Onun resulüne daha fazla sarılıyor. İslam, OrtodoksluÄŸa göre daha sade….

Nevski caddesinde çok büyük bir kitapçı var. Okumak Ruslar için bir yaÅŸam biçimi. Zaten Rusya’da edebiyat, bizdeki gibi ekstra, kiÅŸinin hayatı ve temel meÅŸguliyetleri çerçevesinde bir aksesuar deÄŸil, Rusların derin bir tutkuyla baÄŸlı oldukları bir yaÅŸam/yetiÅŸtirme biçimi. Nazım ya da nesirle olan iliÅŸkileri platonik bir aÅŸk ÅŸeklinde ve temelinde mükemmeliyete duyulan huÅŸu dolu bir saygı yatıyor.

St Petersburg’a dair anlatılacak çok ayrıntı var. PuÅŸkin 1824 yılında bu kentte yaÅŸadı. Rusya Devlet BaÅŸkanı Vladimir Putin 1952 St Petersburg doÄŸumlu…. Dostoyevski birçok romanında, öyküsünde fon olarak St Petersburg sokaklarını kullandı.

Bence St Petersburg aynı kalbi taşıyan ama gözleri aksi istikamete bakan çift başlı kartala benziyor. Bir yanda batı, diğer yanda doğu. Aynı zamanda doymaz, kanaatkar, hayalperest, gerçekçi, gizemli, uyuşuk, sabırsız ve endişeli.

Eski bir Rus geleneği vardır. Yola gidecek yolcu, kapının eşiğinden dışarı adımını atmadan önce birkaç dakika sessiz durur, geride bıraktığı eve dağılmış olan ruhunun toparlanıp bedene girmesini bekler. Ben de öyle yaptım. Otel odasında paltoma uzanmadan önce bir iki dakika sessizce bekledim. Bavulumu elime aldım, kapıdan süzülüp, çıkıp gittim.


Erol ÇINAR

erol.cinar@doruk.net.tr



5 Nisan 2011 Salı / 2742 okunma



"Erol ÇINAR" bütün yazıları için tıklayın...