ISSN 1308-8483
Benim gözümden St Petersburg…… / Erol ÇINAR
Erol ÇINAR    
  Yayın Tarihi: 5.4.2011    


Benim gözümden St Petersburg……

İstanbul, Paris, Londra, Prag, Budapeşte, New York… İnsan hangi kentte olursa olsun, hep aynı kuvvete, tek bir yasaya bağlı; kentin çekim kuvvetine.

Kent ilk önce görüntüleriyle, yüzleştirir ziyaretçilerini. Oysa kentin gerçek yüzü, hayalinin gerisinde, yapıların ardında gizlidir. Ona ulaştığını sanmak, kentin kendini görünmez kılma yöntemidir yalnızca. Karşılaşmaları, rastlantıları algılayamayanlar, yalnızca görüntülerin peşinden gidenler, gerçek kenti asla göremezler. Görmesini, dinlemesini bilenler, kentin gizli kodlarını ancak tarihin tozlu sayfalarında çözebilirler.

Son üç ayda, işim gereği St Petersburg’a iki defa gitme imkanı buldum. İsmini duyduğum, ama daha önce görme fırsatı bulmadığım bu kentle buluşmanın gizi beni kentin kodlarını irdelemeye itti.

İçinden su geçen uygarlık kentlerinden biri olan bu kent, görkemli mimarisi, heybetli heykelleri ile beni etkiledi. St Petersburg çözülmesi gereken bir bulmaca gibi. Her köşe başı, her meydan her yapı sürprizlerle dolu.

Bizim Deli, batılıların Büyük, Rusların sadece Pyotr Pervaya “Birinci Petro” diye andıkları çarın izlerine her yerde rastlamak mümkün.

Çar Petro, ilginç bir kimlik. Balolar, nezaket, felsefi konular ona göre değil. Onun peşinde olduğu, Rusya’nın endüstriyel sanatlarla tanışması ve St Petersburg’u kendine başkent yapma hayali. St Petersburg, o zaman ki adıyla Petnograd bize Petro’nun armağanı özünde.

Neva nehri üzerine kurulan kentin özgün modeli Amsterdam’dan. Neva İsveçce’de çamur demek. 1708’de kırk bin, bir yıl sonra bir o kadar daha işçi sevk ediliyor bölgeye. Yetmiyor. İsveçli savaş esirleri çalıştırılıyor. Sonunda kenti kızaklar üzerine oturtmayı başarıyorlar. Bakıyorlar ki, taş yetmiyor. Çar, St Petersburg’dan başka bir yerde taş bina yapılmayacağı fermanını çıkarıyor. O günlerden kalma bir Rus deyişini St Petersburg sokaklarını arşınlarken ürpererek hatırlıyorum. “Petnograd, kazıklar değil, insan kemikleri üzerine kuruldu”.

Petro, başkenti kuruyor kurmasına ama bu sefer liman istiyor. Soyluların batı rüzgarını hissetmelerini istiyor. Oysa soylular ne Petro’nun denize duyduğu aşkı paylaşıyorlar, ne de St Petersburg’un nemli ikliminden haz ediyorlardı. Ardından Çar, soylulara evlerini yeni başkente taşımalarını emrediyor. Hoşlarına gitmese de emir büyük yerden. Taşınmaların ardından, 1712’de Petnograd başkent ilan edildiğinde Moskovalılar yas tutuyorlar, Tanrı’nın bu yarı gavur kenti yok edeceğini sık sık söylüyorlar. Ama Petro, resmi tapınağını inşa etmekten çok mutlu.

St Petersburg’un sokaklarını arşınlarken, nerede okuduğumu hatırlayamadığım, Petro döneminin elçilerinin birinin söylediği cümle aklıma geliyor, “Petro, Rusya’yı Avrupalılaştırmaya öylesine kararlıydı ki, ülkeyi Baltık’a sürükledi, Batı’ya açtığı pencereden zorla dışarı bakmaya itti”. Akşam odamın penceresinden St Petersburg’un yanan ışıklarına bakarken, kaldırımlarda kentin kalabalıkları telaşlı yürümekte, mağaza vitrinlerinde ise rengarenk ışıklar raks etmektedir. Kentte alışverişin albenisi insanı farklı uçlara iterek yaşamdan daha fazla keyif almamıza yardım ederken, Petro’nun hayalinin büyük ölçüde gerçekleştiğini görüyorum.

St Petersburg’a gidip de Nevski caddesinde dolaşmamak olmaz. Lüks tüketim malzemeleri ile dolu mağazalar, gece klüpleri, kafeler… Oysa Nevski caddesinin bir de görünmeyen yüzü var. Bu yüz Petro döneminin sayfalarında saklı. Petro, Katolik, Lutecan, Kalvinist gibi mezheplere kiliselerini inşa etsinler diye Nevski semtini onlara açıyor. Döneminde bu semtte birçok kilise inşa ediliyor. Hatta Nevski, hoşgörü semti olarak anılmaya başlanıyor. Şimdi saat akşamın yedisinde bu caddede dolaşırken, iki Rus gencinin kavga ettiklerine şahitlik ediyorum. Ne garip hoşgörü kavramından çok uzaklaşmış bir yapı karşılıyor beni.

Söz dinden açılmışken, bir kilisenin kapısında Baba-oğul-kutsal ruh üçlemesini yapan bir genç kız dikkatimi çekiyor. Kilisenin kapısından kafamı içeri soktuğumda Aşai-rabbani ayini ile karşılaşıyorum. İsa’nın etini ve kanını temsilen ekmek ve şarabın kutsandığı ayin. Kilisenin içi Hıristiyan teolojisine yön veren, Hıristiyan inançlarının fikir babası olan azizlerin resimleri ile dolu. Köşelerde taşınabilir dini imgeler olan ikonalar var. Gördüklerimin hepsi Ortodoks mezhebinin simgelerinden. İnsan bunları gördü mü, tek doktrin, tek akide, tek Allah ve Onun resulüne daha fazla sarılıyor. İslam, Ortodoksluğa göre daha sade….

Nevski caddesinde çok büyük bir kitapçı var. Okumak Ruslar için bir yaşam biçimi. Zaten Rusya’da edebiyat, bizdeki gibi ekstra, kişinin hayatı ve temel meşguliyetleri çerçevesinde bir aksesuar değil, Rusların derin bir tutkuyla bağlı oldukları bir yaşam/yetiştirme biçimi. Nazım ya da nesirle olan ilişkileri platonik bir aşk şeklinde ve temelinde mükemmeliyete duyulan huşu dolu bir saygı yatıyor.

St Petersburg’a dair anlatılacak çok ayrıntı var. Puşkin 1824 yılında bu kentte yaşadı. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin 1952 St Petersburg doğumlu…. Dostoyevski birçok romanında, öyküsünde fon olarak St Petersburg sokaklarını kullandı.

Bence St Petersburg aynı kalbi taşıyan ama gözleri aksi istikamete bakan çift başlı kartala benziyor. Bir yanda batı, diğer yanda doğu. Aynı zamanda doymaz, kanaatkar, hayalperest, gerçekçi, gizemli, uyuşuk, sabırsız ve endişeli.

Eski bir Rus geleneği vardır. Yola gidecek yolcu, kapının eşiğinden dışarı adımını atmadan önce birkaç dakika sessiz durur, geride bıraktığı eve dağılmış olan ruhunun toparlanıp bedene girmesini bekler. Ben de öyle yaptım. Otel odasında paltoma uzanmadan önce bir iki dakika sessizce bekledim. Bavulumu elime aldım, kapıdan süzülüp, çıkıp gittim.


Erol ÇINAR

erol.cinar@doruk.net.tr


2415










   |   Hakkımızda    |    İletişim    |    Yasal Uyarı    |


    © FocaFoca.com tüm hakları saklıdır.   (03/2005)