Sisler bulvarı
Bu hafta sonu sisli bulvarlarda dolaştık durduk. Fotoğraf çekmek için çok güzel ortamlar yakaladık. Ancak sis iki gün boyunca üzerimizden kalkmayınca doğal olarak insanın içine bir sıkıntı geliyor. Bu sıkıntıların üzerine bir de yoksulluktan dökülen köyleri gördükçe keyfimiz kaçtı. Ancak gezinin ikinci günü Suuçtu Şelalesi’ne ulaşınca tüm yorgunluklar ve tüm hüzünler bir anda üzerimizden kalkıp gitti.
Bu gezide en çok şaşırdığım konulardan biri Suuçtu Şelalesi ile ilgili oldu. Nasıl oldu da ben bu şelaleyi duymadım ve nasıl olur da ben yıllardır bu bölgeyi görmedim. Ve işin ilginci Susurluk’tan ve Mustafa Kemalpaşa’dan defalarca geçip gittiğim halde gazetecilik deyimi ile uzun atlamışız. Suuçtu Şelalesi’ne ulaştığımız pazar günü öğleden sonra hava bulutlu, sıkıcı ve yağmur damlaları atıştırıp atıştırmamak konusunda kararsızdı. Araçtan iniyoruz makinelerimiz ıslanıyor. Fotoğraflarda renk yok.
Ama gezip gördüğümüz, geçerken mola vermek için durduğumuz köylerde buruk bir yaşam var. Evler o kadar eskimiş ki, artık ayakta duramaz hale gelmişler. Birçoğu yıkılıp gitmiş. Gençler desen ortalıkta yok, sanırım yakın şehirlere göç etmişler. Köy yolları günlerdir yağan yağmur nedeniyle balçık içinde. İnip yürümek mümkün değil. Ama tüm bunlar doğal güzellikler arasında pek sırıtmıyor. Çektiğim fotoğraflara bakıyorum; yıkılıp dökülen evleri tamamlayan yeşil ortam farklı bir görüntü katmış.
Aslında biz dört kafadar Çataldağ’a ulaşmak, orada çadır kurmak, kayalık zemin üzerinde yürümek hayaliyle yola çıkmıştık. Manisa, Akhisar ve Balıkesir’de Kipa’da tam tekmil alışverişin ardından Susurluk yoluna çevirdik rotamızı. Bol oksijenli havayı solurken tam anlamıyla yoksul köylerden geçiyoruz. Yollar kötü çamur içinde. Evler yıkılmış cam ve pencereler inmiş. Köyler boşalmış, sokaklarda kimseler görünmüyor. Arada bir mola verip kahvelere girip çay içiyoruz. Yaşlı köylüler merak içinde bize laf atıp ağzımızdan meraklarını giderecek bir şeyler almaya çalışıyor. Onlar da haklı, 40 yılda bir yabancılar gelecek, sohbet edecekler ve kendilerine bol bol malzeme alıp evlerinde günlerce konuşacaklar…
Köylerden geçmeye devam ediyoruz. Yazın olsa toz içinde kalacağız, kışın da çamur. Ve Bursa’nın, Balıkesir’in köyleri. Ve burunlarının dibinde Susurluk ve Mustafa Kemalpaşa gibi şehirlere yakın büyüklükte kasabalar da var ama! Bunları düşünürken; Yıldız, Bozen, Yaylaçayırı ve Serçeören’i geride bırakıp Elmagediği orman deposuna ulaşmaya çalışıyoruz. 900 metrelik rakımda orman deposuna ulaştık, ormancıların kaldığı barakalardan balık kokuları geliyor, öğle yemeğine hazırlanıyorlar ve bizi pek sıcak karşılamıyorlar, belki de yemeklerine ortak olacağımızdan çekinmiş, yetmeyeceğini düşünmüş olabilirler. Bir orman memuruna zor da olsa bir şeyler sorabildik. Çataldağ’da çadır kurmak istediğimizi söyledik. Bize “Ne yaparsanız yapın“ havasında davrandı ve yolu tarif etti.
Orman deposunun yanındaki yoldan bata çıka çamur içinde üç yüz metre yol aldıktan sonra gidemez olduk. Aracımızdan indik; bırakın araçla gitmeyi yürüyerek gitmek bile olanaksız. Çünkü her yer çamur ve sis nedeniyle göz gözü görmüyor.
Tomruk taşıyan traktörler gelip geçtikçe yol çamurdan kullanılamaz hale gelmiş. Hem çamur, hem yağmur, hem de zirveyi örten kara bulutlar yüzünden 1336 metrelik Çataldağ zirvesini göremedik bile…
Zorunlu olarak geri dönüyoruz. Belki ertesi gün sis kalkar diye düşünüyoruz. Geri dönmek zorunda kalıyoruz ve Serçeören Köyü yakınlarında kamp kurmak için birkaç yer arasında gidip geliyoruz, biraz da kararsız kalıyoruz ve sonunda yaşlı meşe ağaçları arasında kuruyoruz çadırlarımızı. Yağmur damlaları atıştırmaya devam ediyor. Nem yüzünden ocağımızı yakamıyoruz. Çıra ve kömürümüz de olsa ıslak dallarla ateşi coşturmak bir hayli zamanımızı aldı. Kömürün tutuşmasıyla birlikte keyiften bardaklarımıza rakıları dolduruyoruz. Tavuk etleri pişmeye ve kokusu çevreye yayılmaya başlıyor.
Engin Yavuz’un hiç üşenmeden Turgutlu’dan torbaya doldurup getirdiği kuru asma dallarının kokusu mistik bir hava yaratıyor. Karnımız iyice doyunca ve buna yol yorgunluğu da eklenince göz kapaklarımıza ağırlık çöktü. Saat 21.00 gibi çadırlarımıza yerleştik. İlk kez bir gezide bu kadar uzun süre uyuduğumu hatırlıyorum.
Sabah saat 08.30 hepimiz birlikte uyandık. Aykut Fırat ateşi canlandırmak için uğraşıyor. Hürol Dağdelen bizimle birlikte geldiği kaçıncı gezi olmasına karşın acemiymiş gibi dolaşıp iş yapmaktan kaçıyor. Odun ateşinde çayımız demleniyor, bir yandan da Aykut Fırat yumurtalı sucuk pişiriyor. Ben de buz gibi köy ekmeklerini telin üzerinde kızartıyorum. Mis gibi kokular yayılıyor ve doğal olarak çevremizde köyün köpekleri dolaşmaya başlıyor. Yağmur atıştırmaya devam ediyor sis yine çöküyor, güneş yüzünü göstermek istiyor kalın ve siyah bulutlar buna engel oluyor.
Kahvaltının ardından Çataldağ zirvesine çıkmak için tekrar aynı yola gidiyoruz ancak, koşullar bir gün öncesinden daha da kötü. İzmir’e geldiğimizde öğreniyoruz ki, Çataldağ’a ancak yürüyerek gidiliyor. Biz boşuna kürek çekmişiz!
Engin Yavuz haritayı incelerken Suuçtu Şelalesi’ne gitmeyi önerdi. Çamurlu orman içi yollardan gidileceğini anlatan bir köylünün sözüne uyduk. Yaklaşık bir kilometre gittikten sonra çamurun ortasına battık. Aykut Fırat’ın ağırlığını vermesi ve benim de aracı geri sürmem ile zorlukla kurtulduk bataklığın içinden. Geldiğimiz yollardan tekrar geri dönerek asfalt kaplı toprak zeminden Mustafakemalpaşa ilçesine yol aldık. Yine yoksul köyleri, toprak ve çamur yolları geride bıraktık.
Mustafakemalpaşa’dan 18 kilometre uzakta Muradiyesarnıç Köyü’ne ulaştığımızda 38 metreden akan suyun ürkütücü gürültüsü insanı şaşırtıyor. Gerçekten, adını aldığı gibi sular uçuşuyor, yağmurluklar yeterli gelmiyor. Aykut Fırat şemsiyesini açarak fotoğraf çekiyor. Ama manzara muhteşem. Yeşillikler içinden süzülerek gelen şelale gürültüyle zemine iniyor ve ardından bulduğu onlarca yolun arasında ilerliyor ve süzülüp gidiyor. Yazının başında da söz ettiğim gibi, neden daha önce gelmedim diye hayıflandım. Hava soğuk ve sis yeniden bastırıyor Suuçtu Şelalesi’nde birkaç saat bile kalamadan dönüşe geçiyoruz. Mutlaka günübirlik gelip piknik yapmak için sözleşiyoruz.
Mustafakemalpaşa’da salaş bir börekçi dükkanında karnımızı doyurduktan sonra akşam karanlığında Susurluk üzerinden İzmir’e dönüş yolculuğumuz başlıyor.
isikteoman@gmail.com
|