Murat Mehmet UÄžURLU
Hafızamız Capcanlı
Tutturdular “Türk insanın hafızası yok, her ÅŸeyi çok çabuk unutuyor” diye. Yerli, yersiz tüm konuÅŸmaların, röportajların, yorumların, haberlerin bir yerine bu sözcüğü sıkıştırıyorlar. KonuÅŸmaların arasında es verir gibi ve neredeyse görev bilinci içinde aynı serzeniÅŸ sürdürülüyor hayli zamandır.
Bu hafıza takipçisi işgüzarlar, televizyon ekranlarını toplu tedavi aracı yaptılar. Yurttaşı şartlandırmak için akla gelmedik hipnoz yöntemlerini kullanıyorlar. Sonra da şeytanın avukatı olduklarını gizleyerek, masum birer halk dalkavuğu gibi Hipnotize ettikleri yurttaşın karşısına geçip dalgalarına bakıyorlar.
Tarih boyu açlık, sefalet, şiddet, işsizlik benzeri onlarca yöntemle perişan ettikleri yetmedi.
Şimdi de korku, umut, tedirginlik ve belirsizlik benzeri temalarla düşünceleri bulandırma ve beyinleri yıkama çabasındalar.
Ama bu Anadolu toprakları öyle bir yurttaÅŸ yaratmış ki, ne yapsalar boÅŸa çıkacak. Yüz yıllarca edindikleri yaÅŸam deneyimleri Anadolu insanın genetiÄŸine iÅŸlemiÅŸtir. ”Acıyı bal eyledik” demiÅŸtir bu insanlar. Akıllara durgunluk verecek hileleri ve zorları bozmuÅŸlardır. CoÄŸrafyalarında varlıklarını sürdürmek adına kendilerine özgü bir yaÅŸam biçimi geliÅŸtirmiÅŸler, ölümsüzlüğün kuralını koymuÅŸlardır kendilerince.
Bu direngen ruha dünyanın her yanından gelen dostlar, düşmanlar yakından tanık olmuşlar, hayranlıklarını ve şaşkınlıklarını gizlemeyerek kanatlarını ve gördüklerini de tarihe kayıt düşmekte besi duymamışladır.
R. MANTRAN 17. Yüzyılın İkinci Yarısında İstanbul adlı yapıtında ÅŸunları yazıyor: “Ancak bu seyyahların bazıları gündelik yemeklerle (...) ve çoÄŸunlukla bir parça ekmekle birlikte yenilen soÄŸan ve sarımsak gibi ürünlerin payını fark etmiÅŸlerdir. Kırlarda, kentlerdekinden daha bariz olan kanaatkârlık bütünü içinde Türk’ün karakteristiklerinden biridir. Bu durum seferdeki askerlerin güçlü yanını meydana getirmektedir.” ( Son yılların beceriksiz hükümetleri soÄŸana ve sarımsaÄŸa da muhtaç etmiÅŸtir yurttaşımızı ya) İşte Anadolu mucizesinin dayandığı gizil güç budur. Anadolu’nun hörgücünde bu insanlar yer almaktadır.
Anadolu insanın bu “kanaatkârlığı”na karşın bir de İngilizlerin durumuna bakalım.
N.Steel ve P.Hart’ın kaleme aldıkları “GELİBOLU Yenilginin Destanı’nda “İngilizler her ÅŸeyi olduÄŸu gibi bırakmışlardı... Bina yüksekliÄŸinde konserveye benzin dökmüşler ve ateÅŸe verilmiÅŸti.”
“Düvel-i Muazzama” ne anlama geliyor, sorusunun yanıtı da Mehmetçik’in nasıl bir özveri ile kurtuluÅŸa ulaÅŸtığının ölçüsü de bu olsa gerek...
Ve bir çarpıcı örnek daha vermek istiyorum.
Bağımsızlık savaşımızın eÅŸsiz önderi Nutuk satırlarında aktarıyor; “7 ve 8 AÄŸustos günlerinde “Ulusal Vergi BuyruÄŸu” adı altında yaptığım genel bildirimlerin her birinden kısaca bilgi vereyim. ”2 sayılı buyruÄŸuma” göre yurtta her ev birer çamaşır, birer çift çorap ve çarık hazırlayıp Ulusal Vergi Kurulu’na verecekti.”
Buna karşılık olmak üzere “Gelibolu” kitabı yazarının bir İngiliz astsubayının aÄŸzından aktardıklarına bakalım; “Her ÅŸey o kadar çabuk olmuÅŸtu ki, paniÄŸe kapılacak zaman kalmamıştı. Üzerimde pijamam olduÄŸu halde güverteye fırladım.”
Bir yurttaş var ayağına giyecek çarığı çorabı, sırtında kaput bezinden gömleği yokken kurtuluş savaşına kalkışıyor. Kurtuluş sevdasıyla besleniyor cephelerde uzanıp kara toprağı yatak bilerek ve mavzerini koynuna alıp sarılarak. Düşmanın ise sırtı pek, karnı tok, sıcacık yataklarında ve hem de pijamalarıyla yatıyorlar.
Birinci Dünya Savaşı ve kurtuluş mucizesi bu koşullarda son imzalara ulaştırıldı.
Yıllardır bu “kanaatkâr” yurttaÅŸa kendi kimliÄŸinden vazgeçilmesi dayatılıyor. YoksulluÄŸun her türlüsüne alışık, çilenin bin türlüsüne katlanmakla ünlenmiÅŸ bu yurttaÅŸlara hain tuzaklar kuruluyor, nasıl dize getirilirin hesabı yapılıyor.
Sayısız uygarlığın beÅŸiÄŸi, mozaiÄŸi ve sonunda mezarı olmuÅŸ Anadolu. Her karışı milyonlarca cana mal olmuÅŸ, özgürlük ve bağımsızlık timsali bu son kutsal devleti, Türkiye Cumhuriyeti’ni de baÄŸrına gömmek istiyorlar Anadolu’nun. Bir hazin öyküyü daha sona erdirmek, Anadolu’nun onurlu, metanetli çilekeÅŸ ve direngenlik sembolü son rengini de soldurmaya, tarihin karanlıklarına gömmeye yönelik amansız bir savaÅŸ açılmış, dört koldan hayâsızca saldırılıyor.
Ne var ki bu toprakların insanları, bu tür oyunların dik alasına efsunludurlar. Tarih buna fazlasıyla tanıktır. MeÅŸakkatin akla gelmedik biçimleriyle bağımsızlığına sahip çıkan bu ulusun evlatları, bulduklarıyla yetinerek açıklanması zor bir sadakat örneÄŸi ile yurtlarının önlerine çıkardığı zorlukları tevekkülle karşılamayı yaÅŸam biçimi hainle getirmiÅŸlerdir. Bu boyun eÄŸiÅŸ ve kabulleniÅŸ “hafıza yitimi” olarak algılanmaktadır, bu durumu kavramaktan aciz olanlarca.
Dışardan bakıldığında ezim ezim ezilen yurttaşların dayanma gücünün kalmadığı sanılmaktadır. Ve onları tanımayanlar, artık onların nefesinin kesilebileceğini düşünmektedirler. Oysa yanılıyorlar. En zayıf anları, en yoksul halleri, en güçlü zamanlarıdır ve onların yorgun görüntülerinden pes etmek üzere oldukları anlamı çıkarılmamalıdır. Ama hevesliler, ağzı sulananlar olagelmiştir ve hep olacaktır. Bugüne kadar ne yaptılarsa Anadolu uluslar mezarlığına gömemediler son rengi ve gömemeyeceklerini de bilmelidirler.
Maddi olarak yenilgiye uğratamadıkları bu direngen insanlara yeni bir saldırı yolu bulmuş gibiler.
Psikolojik baskı. “Hafızanız zayıf”, yani siz yarını kurmak yeteneÄŸinden yoksunsunuz. Bu yitik hafızanın neye tekabül ettiÄŸini, hafızasızlıktan muratların ne olduÄŸunu da bir türlü söylemiyorlar, yazmıyorlar. Yani, biz neyi unuttuk ta bu hafızasızlığı hak ettik açıklamıyorlar. Ne yapmadık veya yaptık da hafıza kaybettikleri hükmüne vardılar bilemiyoruz. Zaten onların da söylemeye niyeti yok.
Asıl istedikleri hafızasızlığı egemen kılma olmalı. Hatta bunca kaosa, propagandaya, yoksulluk kıskacına rağmen; bu mağrur, metanetli ve tevekkülü baş şiar edinmiş yurttaşların nasıl olup da hafızalarını kaybetmediklerine kızıyor olmalılar.
İşin kötüsü, sıradan yurttaÅŸlar kendi hallerinde iÅŸleriyle meÅŸgulken, elitler bu oyunu yutmuÅŸ gibi; “hafızasız bir toplum olduk” demekte ısrarlılar ve oyunun baÅŸ aktörü olmayı, papaÄŸanlar gibi tekrara baÅŸladılar bile.
Oysa bu yurttaÅŸlara inananlar ve ayaÄŸa kalkarak dünya ulusları arasındaki saygın yerini almasını isteyenler, “Türk milleti çalışkandır! Türk milleti zekidir!” diye sesleniyordu dünyaya. Beklenmedik bir baÅŸarı öyküsü olan kurtuluÅŸ savaşımız ve arkasından gelen on yıllar bu sözlerin ne kadar doÄŸru olduÄŸunun saÄŸlam kanıtlarıdır.
Birden bire ortaya çıkan bu halkına inanmama durumu nerden çıkıyor.?
Bu, halka inançsızlığın ötesinde, halkını tarihin mezarlığına gömme hırsıyla tutuşan akademisyen entelektüeller nasıl sardı meydanı. Bu coğrafyayı yurt yapanlar, torunlarının bu duruma geleceğini düşünmemişlerdi elbette. Hafızalar, capcanlı, her şeyi ayrıntısıyla ve iviğine diviğine kadar anımsadığını sağır kulaklara, kör gözlere, bu gerçeklere sırtını dönenlere avazı çıktığı kadar ve inatla haykırıyor.
Yedi gün, yirmi dört saat dur durak bilmeden “hafızamızın” yok edilmesine doÄŸrultulmuÅŸ hipnoz bombardımanı altındayız.
Elbette bunu da üstesinden geleceğiz.
Murat Mehmet UÄžURLU
"Murat Mehmet UĞURLU" bütün yazıları için tıklayın...
Tutturdular “Türk insanın hafızası yok, her ÅŸeyi çok çabuk unutuyor” diye. Yerli, yersiz tüm konuÅŸmaların, röportajların, yorumların, haberlerin bir yerine bu sözcüğü sıkıştırıyorlar. KonuÅŸmaların arasında es verir gibi ve neredeyse görev bilinci içinde aynı serzeniÅŸ sürdürülüyor hayli zamandır.
Bu hafıza takipçisi işgüzarlar, televizyon ekranlarını toplu tedavi aracı yaptılar. Yurttaşı şartlandırmak için akla gelmedik hipnoz yöntemlerini kullanıyorlar. Sonra da şeytanın avukatı olduklarını gizleyerek, masum birer halk dalkavuğu gibi Hipnotize ettikleri yurttaşın karşısına geçip dalgalarına bakıyorlar.
Tarih boyu açlık, sefalet, şiddet, işsizlik benzeri onlarca yöntemle perişan ettikleri yetmedi.
Şimdi de korku, umut, tedirginlik ve belirsizlik benzeri temalarla düşünceleri bulandırma ve beyinleri yıkama çabasındalar.
Ama bu Anadolu toprakları öyle bir yurttaÅŸ yaratmış ki, ne yapsalar boÅŸa çıkacak. Yüz yıllarca edindikleri yaÅŸam deneyimleri Anadolu insanın genetiÄŸine iÅŸlemiÅŸtir. ”Acıyı bal eyledik” demiÅŸtir bu insanlar. Akıllara durgunluk verecek hileleri ve zorları bozmuÅŸlardır. CoÄŸrafyalarında varlıklarını sürdürmek adına kendilerine özgü bir yaÅŸam biçimi geliÅŸtirmiÅŸler, ölümsüzlüğün kuralını koymuÅŸlardır kendilerince.
Bu direngen ruha dünyanın her yanından gelen dostlar, düşmanlar yakından tanık olmuşlar, hayranlıklarını ve şaşkınlıklarını gizlemeyerek kanatlarını ve gördüklerini de tarihe kayıt düşmekte besi duymamışladır.
R. MANTRAN 17. Yüzyılın İkinci Yarısında İstanbul adlı yapıtında ÅŸunları yazıyor: “Ancak bu seyyahların bazıları gündelik yemeklerle (...) ve çoÄŸunlukla bir parça ekmekle birlikte yenilen soÄŸan ve sarımsak gibi ürünlerin payını fark etmiÅŸlerdir. Kırlarda, kentlerdekinden daha bariz olan kanaatkârlık bütünü içinde Türk’ün karakteristiklerinden biridir. Bu durum seferdeki askerlerin güçlü yanını meydana getirmektedir.” ( Son yılların beceriksiz hükümetleri soÄŸana ve sarımsaÄŸa da muhtaç etmiÅŸtir yurttaşımızı ya) İşte Anadolu mucizesinin dayandığı gizil güç budur. Anadolu’nun hörgücünde bu insanlar yer almaktadır.
Anadolu insanın bu “kanaatkârlığı”na karşın bir de İngilizlerin durumuna bakalım.
N.Steel ve P.Hart’ın kaleme aldıkları “GELİBOLU Yenilginin Destanı’nda “İngilizler her ÅŸeyi olduÄŸu gibi bırakmışlardı... Bina yüksekliÄŸinde konserveye benzin dökmüşler ve ateÅŸe verilmiÅŸti.”
“Düvel-i Muazzama” ne anlama geliyor, sorusunun yanıtı da Mehmetçik’in nasıl bir özveri ile kurtuluÅŸa ulaÅŸtığının ölçüsü de bu olsa gerek...
Ve bir çarpıcı örnek daha vermek istiyorum.
Bağımsızlık savaşımızın eÅŸsiz önderi Nutuk satırlarında aktarıyor; “7 ve 8 AÄŸustos günlerinde “Ulusal Vergi BuyruÄŸu” adı altında yaptığım genel bildirimlerin her birinden kısaca bilgi vereyim. ”2 sayılı buyruÄŸuma” göre yurtta her ev birer çamaşır, birer çift çorap ve çarık hazırlayıp Ulusal Vergi Kurulu’na verecekti.”
Buna karşılık olmak üzere “Gelibolu” kitabı yazarının bir İngiliz astsubayının aÄŸzından aktardıklarına bakalım; “Her ÅŸey o kadar çabuk olmuÅŸtu ki, paniÄŸe kapılacak zaman kalmamıştı. Üzerimde pijamam olduÄŸu halde güverteye fırladım.”
Bir yurttaş var ayağına giyecek çarığı çorabı, sırtında kaput bezinden gömleği yokken kurtuluş savaşına kalkışıyor. Kurtuluş sevdasıyla besleniyor cephelerde uzanıp kara toprağı yatak bilerek ve mavzerini koynuna alıp sarılarak. Düşmanın ise sırtı pek, karnı tok, sıcacık yataklarında ve hem de pijamalarıyla yatıyorlar.
Birinci Dünya Savaşı ve kurtuluş mucizesi bu koşullarda son imzalara ulaştırıldı.
Yıllardır bu “kanaatkâr” yurttaÅŸa kendi kimliÄŸinden vazgeçilmesi dayatılıyor. YoksulluÄŸun her türlüsüne alışık, çilenin bin türlüsüne katlanmakla ünlenmiÅŸ bu yurttaÅŸlara hain tuzaklar kuruluyor, nasıl dize getirilirin hesabı yapılıyor.
Sayısız uygarlığın beÅŸiÄŸi, mozaiÄŸi ve sonunda mezarı olmuÅŸ Anadolu. Her karışı milyonlarca cana mal olmuÅŸ, özgürlük ve bağımsızlık timsali bu son kutsal devleti, Türkiye Cumhuriyeti’ni de baÄŸrına gömmek istiyorlar Anadolu’nun. Bir hazin öyküyü daha sona erdirmek, Anadolu’nun onurlu, metanetli çilekeÅŸ ve direngenlik sembolü son rengini de soldurmaya, tarihin karanlıklarına gömmeye yönelik amansız bir savaÅŸ açılmış, dört koldan hayâsızca saldırılıyor.
Ne var ki bu toprakların insanları, bu tür oyunların dik alasına efsunludurlar. Tarih buna fazlasıyla tanıktır. MeÅŸakkatin akla gelmedik biçimleriyle bağımsızlığına sahip çıkan bu ulusun evlatları, bulduklarıyla yetinerek açıklanması zor bir sadakat örneÄŸi ile yurtlarının önlerine çıkardığı zorlukları tevekkülle karşılamayı yaÅŸam biçimi hainle getirmiÅŸlerdir. Bu boyun eÄŸiÅŸ ve kabulleniÅŸ “hafıza yitimi” olarak algılanmaktadır, bu durumu kavramaktan aciz olanlarca.
Dışardan bakıldığında ezim ezim ezilen yurttaşların dayanma gücünün kalmadığı sanılmaktadır. Ve onları tanımayanlar, artık onların nefesinin kesilebileceğini düşünmektedirler. Oysa yanılıyorlar. En zayıf anları, en yoksul halleri, en güçlü zamanlarıdır ve onların yorgun görüntülerinden pes etmek üzere oldukları anlamı çıkarılmamalıdır. Ama hevesliler, ağzı sulananlar olagelmiştir ve hep olacaktır. Bugüne kadar ne yaptılarsa Anadolu uluslar mezarlığına gömemediler son rengi ve gömemeyeceklerini de bilmelidirler.
Maddi olarak yenilgiye uğratamadıkları bu direngen insanlara yeni bir saldırı yolu bulmuş gibiler.
Psikolojik baskı. “Hafızanız zayıf”, yani siz yarını kurmak yeteneÄŸinden yoksunsunuz. Bu yitik hafızanın neye tekabül ettiÄŸini, hafızasızlıktan muratların ne olduÄŸunu da bir türlü söylemiyorlar, yazmıyorlar. Yani, biz neyi unuttuk ta bu hafızasızlığı hak ettik açıklamıyorlar. Ne yapmadık veya yaptık da hafıza kaybettikleri hükmüne vardılar bilemiyoruz. Zaten onların da söylemeye niyeti yok.
Asıl istedikleri hafızasızlığı egemen kılma olmalı. Hatta bunca kaosa, propagandaya, yoksulluk kıskacına rağmen; bu mağrur, metanetli ve tevekkülü baş şiar edinmiş yurttaşların nasıl olup da hafızalarını kaybetmediklerine kızıyor olmalılar.
İşin kötüsü, sıradan yurttaÅŸlar kendi hallerinde iÅŸleriyle meÅŸgulken, elitler bu oyunu yutmuÅŸ gibi; “hafızasız bir toplum olduk” demekte ısrarlılar ve oyunun baÅŸ aktörü olmayı, papaÄŸanlar gibi tekrara baÅŸladılar bile.
Oysa bu yurttaÅŸlara inananlar ve ayaÄŸa kalkarak dünya ulusları arasındaki saygın yerini almasını isteyenler, “Türk milleti çalışkandır! Türk milleti zekidir!” diye sesleniyordu dünyaya. Beklenmedik bir baÅŸarı öyküsü olan kurtuluÅŸ savaşımız ve arkasından gelen on yıllar bu sözlerin ne kadar doÄŸru olduÄŸunun saÄŸlam kanıtlarıdır.
Birden bire ortaya çıkan bu halkına inanmama durumu nerden çıkıyor.?
Bu, halka inançsızlığın ötesinde, halkını tarihin mezarlığına gömme hırsıyla tutuşan akademisyen entelektüeller nasıl sardı meydanı. Bu coğrafyayı yurt yapanlar, torunlarının bu duruma geleceğini düşünmemişlerdi elbette. Hafızalar, capcanlı, her şeyi ayrıntısıyla ve iviğine diviğine kadar anımsadığını sağır kulaklara, kör gözlere, bu gerçeklere sırtını dönenlere avazı çıktığı kadar ve inatla haykırıyor.
Yedi gün, yirmi dört saat dur durak bilmeden “hafızamızın” yok edilmesine doÄŸrultulmuÅŸ hipnoz bombardımanı altındayız.
Elbette bunu da üstesinden geleceğiz.
Murat Mehmet UÄžURLU
"Murat Mehmet UĞURLU" bütün yazıları için tıklayın...
