ISSN 1308-8483
Hafızamız Capcanlı / Murat Mehmet UĞURLU
  Yayın Tarihi: 26.1.2006    


Hafızamız Capcanlı

     Tutturdular “Türk insanın hafızası yok, her şeyi çok çabuk unutuyor” diye. Yerli, yersiz tüm konuşmaların, röportajların, yorumların, haberlerin bir yerine bu sözcüğü sıkıştırıyorlar. Konuşmaların arasında es verir gibi ve neredeyse görev bilinci içinde aynı serzeniş sürdürülüyor hayli zamandır.
    Bu hafıza takipçisi işgüzarlar, televizyon ekranlarını toplu tedavi aracı yaptılar. Yurttaşı şartlandırmak için akla gelmedik hipnoz yöntemlerini kullanıyorlar. Sonra da şeytanın avukatı olduklarını gizleyerek, masum birer halk dalkavuğu gibi Hipnotize ettikleri yurttaşın karşısına geçip dalgalarına bakıyorlar.
    Tarih boyu açlık, sefalet, şiddet, işsizlik benzeri onlarca yöntemle perişan ettikleri yetmedi.
    Şimdi de korku, umut, tedirginlik ve belirsizlik benzeri temalarla düşünceleri bulandırma ve beyinleri yıkama çabasındalar.
    Ama bu Anadolu toprakları öyle bir yurttaş yaratmış ki, ne yapsalar boşa çıkacak. Yüz yıllarca edindikleri yaşam deneyimleri Anadolu insanın genetiğine işlemiştir. ”Acıyı bal eyledik” demiştir bu insanlar. Akıllara durgunluk verecek hileleri ve zorları bozmuşlardır. Coğrafyalarında varlıklarını sürdürmek adına kendilerine özgü bir yaşam biçimi geliştirmişler, ölümsüzlüğün kuralını koymuşlardır kendilerince.
    Bu direngen ruha dünyanın her yanından gelen dostlar, düşmanlar yakından tanık olmuşlar, hayranlıklarını ve şaşkınlıklarını gizlemeyerek kanatlarını ve gördüklerini de tarihe kayıt düşmekte besi duymamışladır.
    R. MANTRAN 17. Yüzyılın İkinci Yarısında İstanbul adlı yapıtında şunları yazıyor: “Ancak bu seyyahların bazıları gündelik yemeklerle (...) ve çoğunlukla bir parça ekmekle birlikte yenilen soğan ve sarımsak gibi ürünlerin payını fark etmişlerdir. Kırlarda, kentlerdekinden daha bariz olan kanaatkârlık bütünü içinde Türk’ün karakteristiklerinden biridir. Bu durum seferdeki askerlerin güçlü yanını meydana getirmektedir.” ( Son yılların beceriksiz hükümetleri soğana ve sarımsağa da muhtaç etmiştir yurttaşımızı ya) İşte Anadolu mucizesinin dayandığı gizil güç budur. Anadolu’nun hörgücünde bu insanlar yer almaktadır.
    Anadolu insanın bu “kanaatkârlığı”na karşın bir de İngilizlerin durumuna bakalım.
    N.Steel ve P.Hart’ın kaleme aldıkları “GELİBOLU Yenilginin Destanı’nda “İngilizler her şeyi olduğu gibi bırakmışlardı... Bina yüksekliğinde konserveye benzin dökmüşler ve ateşe verilmişti.”
     “Düvel-i Muazzama” ne anlama geliyor, sorusunun yanıtı da Mehmetçik’in nasıl bir özveri ile kurtuluşa ulaştığının ölçüsü de bu olsa gerek...
    Ve bir çarpıcı örnek daha vermek istiyorum.
    Bağımsızlık savaşımızın eşsiz önderi Nutuk satırlarında aktarıyor; “7 ve 8 Ağustos günlerinde “Ulusal Vergi Buyruğu” adı altında yaptığım genel bildirimlerin her birinden kısaca bilgi vereyim. ”2 sayılı buyruğuma” göre yurtta her ev birer çamaşır, birer çift çorap ve çarık hazırlayıp Ulusal Vergi Kurulu’na verecekti.”
    Buna karşılık olmak üzere “Gelibolu” kitabı yazarının bir İngiliz astsubayının ağzından aktardıklarına bakalım; “Her şey o kadar çabuk olmuştu ki, paniğe kapılacak zaman kalmamıştı. Üzerimde pijamam olduğu halde güverteye fırladım.”
    Bir yurttaş var ayağına giyecek çarığı çorabı, sırtında kaput bezinden gömleği yokken kurtuluş savaşına kalkışıyor. Kurtuluş sevdasıyla besleniyor cephelerde uzanıp kara toprağı yatak bilerek ve mavzerini koynuna alıp sarılarak. Düşmanın ise sırtı pek, karnı tok, sıcacık yataklarında ve hem de pijamalarıyla yatıyorlar.
     Birinci Dünya Savaşı ve kurtuluş mucizesi bu koşullarda son imzalara ulaştırıldı.
    Yıllardır bu “kanaatkâr” yurttaşa kendi kimliğinden vazgeçilmesi dayatılıyor. Yoksulluğun her türlüsüne alışık, çilenin bin türlüsüne katlanmakla ünlenmiş bu yurttaşlara hain tuzaklar kuruluyor, nasıl dize getirilirin hesabı yapılıyor.
    Sayısız uygarlığın beşiği, mozaiği ve sonunda mezarı olmuş Anadolu. Her karışı milyonlarca cana mal olmuş, özgürlük ve bağımsızlık timsali bu son kutsal devleti, Türkiye Cumhuriyeti’ni de bağrına gömmek istiyorlar Anadolu’nun. Bir hazin öyküyü daha sona erdirmek, Anadolu’nun onurlu, metanetli çilekeş ve direngenlik sembolü son rengini de soldurmaya, tarihin karanlıklarına gömmeye yönelik amansız bir savaş açılmış, dört koldan hayâsızca saldırılıyor.
    Ne var ki bu toprakların insanları, bu tür oyunların dik alasına efsunludurlar. Tarih buna fazlasıyla tanıktır. Meşakkatin akla gelmedik biçimleriyle bağımsızlığına sahip çıkan bu ulusun evlatları, bulduklarıyla yetinerek açıklanması zor bir sadakat örneği ile yurtlarının önlerine çıkardığı zorlukları tevekkülle karşılamayı yaşam biçimi hainle getirmişlerdir. Bu boyun eğiş ve kabulleniş “hafıza yitimi” olarak algılanmaktadır, bu durumu kavramaktan aciz olanlarca.
    Dışardan bakıldığında ezim ezim ezilen yurttaşların dayanma gücünün kalmadığı sanılmaktadır. Ve onları tanımayanlar, artık onların nefesinin kesilebileceğini düşünmektedirler. Oysa yanılıyorlar. En zayıf anları, en yoksul halleri, en güçlü zamanlarıdır ve onların yorgun görüntülerinden pes etmek üzere oldukları anlamı çıkarılmamalıdır. Ama hevesliler, ağzı sulananlar olagelmiştir ve hep olacaktır. Bugüne kadar ne yaptılarsa Anadolu uluslar mezarlığına gömemediler son rengi ve gömemeyeceklerini de bilmelidirler.
    Maddi olarak yenilgiye uğratamadıkları bu direngen insanlara yeni bir saldırı yolu bulmuş gibiler.
    Psikolojik baskı. “Hafızanız zayıf”, yani siz yarını kurmak yeteneğinden yoksunsunuz. Bu yitik hafızanın neye tekabül ettiğini, hafızasızlıktan muratların ne olduğunu da bir türlü söylemiyorlar, yazmıyorlar. Yani, biz neyi unuttuk ta bu hafızasızlığı hak ettik açıklamıyorlar. Ne yapmadık veya yaptık da hafıza kaybettikleri hükmüne vardılar bilemiyoruz. Zaten onların da söylemeye niyeti yok.
     Asıl istedikleri hafızasızlığı egemen kılma olmalı. Hatta bunca kaosa, propagandaya, yoksulluk kıskacına rağmen; bu mağrur, metanetli ve tevekkülü baş şiar edinmiş yurttaşların nasıl olup da hafızalarını kaybetmediklerine kızıyor olmalılar.
    İşin kötüsü, sıradan yurttaşlar kendi hallerinde işleriyle meşgulken, elitler bu oyunu yutmuş gibi; “hafızasız bir toplum olduk” demekte ısrarlılar ve oyunun baş aktörü olmayı, papağanlar gibi tekrara başladılar bile.
    Oysa bu yurttaşlara inananlar ve ayağa kalkarak dünya ulusları arasındaki saygın yerini almasını isteyenler, “Türk milleti çalışkandır! Türk milleti zekidir!” diye sesleniyordu dünyaya. Beklenmedik bir başarı öyküsü olan kurtuluş savaşımız ve arkasından gelen on yıllar bu sözlerin ne kadar doğru olduğunun sağlam kanıtlarıdır.
    Birden bire ortaya çıkan bu halkına inanmama durumu nerden çıkıyor.?
    Bu, halka inançsızlığın ötesinde, halkını tarihin mezarlığına gömme hırsıyla tutuşan akademisyen entelektüeller nasıl sardı meydanı. Bu coğrafyayı yurt yapanlar, torunlarının bu duruma geleceğini düşünmemişlerdi elbette. Hafızalar, capcanlı, her şeyi ayrıntısıyla ve iviğine diviğine kadar anımsadığını sağır kulaklara, kör gözlere, bu gerçeklere sırtını dönenlere avazı çıktığı kadar ve inatla haykırıyor.
    Yedi gün, yirmi dört saat dur durak bilmeden “hafızamızın” yok edilmesine doğrultulmuş hipnoz bombardımanı altındayız.
    Elbette bunu da üstesinden geleceğiz.


Murat Mehmet UĞURLU



1696










   |   Hakkımızda    |    İletişim    |    Yasal Uyarı    |


    © FocaFoca.com tüm hakları saklıdır.   (03/2005)