“Anadolu’yu VermeyeceÄŸiz…” / Ali Ekber YILDIRIM
Ali Ekber YILDIRIM

Ali Ekber YILDIRIM

“Anadolu’yu VermeyeceÄŸiz…”



Seçim çalışmalarının sürdüğü, vaatlerin havada uçuÅŸtuÄŸu, çılgın projelerin yarıştığı bir dönemde “Büyük Anadolu Yürüyüşü” baÅŸladı.

Anadolu’nun dört bir yanından insanlar kervanlarıyla Ankara’ya doÄŸru yürüyüşe geçti. Aynen, Milli Mücadele’ nin ilk günlerindeki gibi. O gün hedef ülkeyi iÅŸgalden kurtarmaktı. Bugün de hedef aynı. Anadolu’yu yaÄŸmacılardan, talandan, rantçıların iÅŸgalinden kurtarmak. Ülkenin toprağına, suyuna, doÄŸasına, börtü böceÄŸine sahip çıkmak. Bu nedenle cumhuriyet tarihinin en büyük çevre hareketi olan bu eylemin adı “Anadolu’yu VermeyeceÄŸiz.”

Nisan ayında Anadolu’nun deÄŸiÅŸik bölgelerinden yola çıkan 11 kervan bir haftadır Ankara Gölbaşı’nda bekletiliyor. Ankara’ya alınmıyorlar. Çünkü, Onlar çılgın projeleri istemiyorlar. Toprağın, suyun, doÄŸanın korunmasını istiyorlar. Talana karşı çıkıyorlar.

“Anadolu’yu VermeyeceÄŸiz” diye yola çıkan duyarlı insanların manifestosu özetle şöyle:

“Gezegenimiz, üzerinde yaÅŸayan tüm canlılarla birlikte tarihte görülmemiÅŸ bir yıkımla karşı karşıya. İnsanoÄŸlunun aşırı tüketime dayalı bugünkü yaÅŸam ÅŸekli nedeniyle ortaya çıkan doÄŸa yıkımı, geri dönüşü olmayan bir noktaya doÄŸru hızla ilerliyor. Her 13 dakikada bir, yeryüzünde bir canlı türü daha yok oluyor. Günümüz insanı, var olmanın yegâne yolunu ihtiyacının fazlasını üretmek ve tüketmek olarak görüyor. Bu anlayış, doÄŸa üzerinde egemenlik mantığını temel alan sonu gelmeyen bir kâr hırsıyla tüm yaÅŸam kaynaklarımızı metaya dönüştürüyor. Sınırsız tüketime dayalı bu sistemin Türkiye’deki yansıması, çok daha korkunç bir tablo olarak karşımıza çıkmaktadır: Son 50 yılda yok edilen sulak alanlarımızın büyüklüğü Marmara Denizi’nin büyüklüğünü geçti. Yani 60’lı yıllardan bu yana sulak alanlarımızın yüzde 40’ını kaybettik.

DaÄŸlarımız, son on yılda verilen 40 binden fazla maden ruhsatıyla maden ÅŸirketlerine tahsis edildi. 2B yasası tasarısı ile ormanlarımızın satışı için düğmeye basıldı. Yakın zamana dek kendi kendine yetebilen nadir toplumlardan biriyken, yanlış tarım politikaları nedeniyle yediÄŸimiz ekmeÄŸin buÄŸdayını bile ithal eder hale geldik. Yanlış tarım politikaları sonucunda doÄŸduÄŸu topraklarda doyamaz hale getirilen köylü nüfusun kırsal alanlardan ÅŸehre göç etmesiyle insansızlaÅŸan topraklarımız, GDO’lu tohumlara ve rant peÅŸindeki büyük tarım ÅŸirketlerine terk edildi. Bugüne kadar kanunları eÄŸip bükerek el konulmaya çalışılan kıyılarımız, yaylalarımız, ormanlarımız; hazırlanan yeni kanunlarla satışa çıkarılıyor.

Toprağımıza ektiğimiz tohumdan çocuklarımıza yedirdiğimiz mamaya, enerji üreten santrallerde kullanılan makinelerden üzerimize giydiğimiz kıyafetlere kadar hemen her ürünü ithal ettiğimiz unutulup; enerjide dışa bağımlılığı giderme adı altında bütün akarsularımız ve vadilerimiz yağmalanıyor.

Anadolu derelerinin tamamına yakını üstüne hidroelektrik santral yapılması amacıyla ÅŸirketlere satıldı. Sayısı 2000’in üzerinde olan bu santraller hayata geçirildiÄŸi taktirde Anadolu’da akan tüm dereler, borular ya da tünellere hapsedilmiÅŸ olacak. Sayıları her geçen gün artan termik santrallere bir de nükleer santral projeleri eklendi. Artık çocuklarımızın geleceÄŸi de ipotek altında. Kendi imkânlarımızla ürettiÄŸimiz son ürünlerle birlikte, bu ürünleri üretenlerin kültürü ve geleneksel yaÅŸam biçimi de yok ediliyor.

Artık bir seçim yapmak zorundayız: Ya sınır tanımayan tüketim alışkanlıklarımızı sürdürerek, doğayla birlikte kendimizi de yok edeceğiz ya da onunla uyumlu bir yaşamı seçeceğiz.
DoÄŸanın var oluÅŸuna, binlerce yıldır bu topraklarda yaÅŸamış olan uygarlıklara, ait olduÄŸumuz topluma ve gelecek nesillere karşı duyduÄŸumuz vicdani sorumluluÄŸun gereÄŸi olarak, biz ikincisini seçiyoruz.”

“Anadolu’yu VermeyeceÄŸiz” diyenlerin talepleri ise özetle şöyle:

1- DoÄŸayı bir meta olarak gören kalkınma modeli terk edilmeli, ‘doÄŸa anamızın yaÅŸama hakkı’ anayasal güvence altına alınmalıdır.

2-‘Her insan doÄŸduÄŸu yerde doyabilmeli’ ilkesinden yola çıkarak, kırsalda yaÅŸayan insanların büyük kentlere göçünü engelleyecek ve geleneksel yaÅŸam biçimlerimizi destekleyecek düzenlemeler hayata geçirilmelidir.

3-Kırsal yaşamımızı, kültürel mirasımızı ve biyolojik çeşitliliğimizi tehdit eden, kâr hırsıyla hazırlanmış hidroelektrik santral (HES) ve baraj projelerinin tamamı durdurulmalıdır.

4-Ormanlarımızın yok olmasının önünü açacak 2B yasal düzenlemeleri derhal geri çekilmeli, ormanların özelleştirilmesine dair hazırlıklar durdurulmalıdır.

5-Ne koruma alanlarını, ne tarım alanlarını ne de canlı yaşamını dikkate alan madencilik faaliyetleri durdurulmalı, bu faaliyetlerin ekosistem üzerindeki etkisi göz ardı edilerek verilmiş tüm maden ruhsatları iptal edilmelidir.

6-Toprakların verimsizleşmesine, temel geçim kaynağı tarım olan köylünün yoksullaşmasına ve su kaynaklarının aşırı kullanımına neden olan yanlış tarım politikaları terk edilmeli; tüm tarımsal faaliyetlerde doğanın dengesini gözetilmeli ve doğru yerde doğru ürün ilkesi benimsenmelidir.

7-Tüm canlı yaÅŸamını tehdit eden hibrit tohumların, GDO’lu ürünlerin ve üretimde kullanılan her türlü kimyasal maddenin kullanımı durdurulmalıdır.

8-Var olanlara her geçen gün bir yenisi eklenen, doÄŸaya verdikleri zarar tartışılmaz termik santraller ve nükleer santral yatırımları derhal durdurulmalıdır.”

Bu manifesto ve bu talepler karşısında fazla söze gerek yok. Siz de Anadolyu vermek istemiyorsanız bu eyleme destek verebilirsiniz. Daha ayrıntılı bilgiyi www.vermeyoz.net ‘ten alabilirsiniz.


Ali Ekber YILDIRIM

www.tarimdunyasi.net



31 Mayıs 2011 Salı / 2173 okunma



"Ali Ekber YILDIRIM" bütün yazıları için tıklayın...