ÇALIŞANIN TERİ KURUMADAN
O günler bereketli yıllardı. Koca tepeden aşağıya doğru baktığınızda üzüm bağlarını, sebze bahçelerini, pamuk, tütün ekili arazileri, kavun karpuz taşıyan arabaları, komşu Mehmet Amcanın çitten arı kovanlarını çıplak gözlerle görebilirdiniz. Ya Süleyman Efendiye ne demeli? İş paydosunda çalışanları tek tek çağırır, yevmiyelerini ellerine verir, sonra oğlu Mustafa’ya döner; “çalışanın teri kurumadan hakkı ödenmeli,” derdi. Henüz yaşım küçüktü. Süleyman Amcanın ne demek istediğini yaşım olgunluğa eriştiğinde anlayabildim. Herkesin karnı ve gözü toktu. Yoksa, çocukluğum benim için bir düş dünyası mıydı? Gerçekten insanlar bolluk içinde miydi?
Ayağında ayakkabı yoktu, giysisi yamalıydı, saçı bakımlı değildi belki insanların. Fakat, hangi eve gitseniz sizin önünüze bir dilim ekmek, tere yağda pişmiş iki yumurta koyulurdu. Ya da zeytin, domates, peynir….
Ninemle dedem ne tür konular konuşur tümünü anımsamasam da lafın çalımı geldiğinde; “acıyan uyumuş, acıkan uyuyamamış.- aç köpek fırın deler.” tümcelerini işitir, acaba benim pamuk isimli köpeğim niçin fırını delsin diye kendime sorar, cevabını hiç bulamazdım. Babam öğle olduğunda bize çapaları bıraktırır, gölgeye çağırır, “Haydi çocuklar aç ayı oynamaz,” der, bezden sofranın çevresine bizi oturturdu. Şimdi o topraklarda ne bağ kaldı, ne bostan, acı tütün gibi, kar yığını pamuk kozalarımız da yok oldu. Peki Manisa helvacılarının özlemle beklediği ak susamlar, kıpkırmızı olgun domatesler, başka diyarlara mı göçtü? Gazetelerde okumuştum, Haziran ayının ilk haftası “ Açlıkla mücadele haftasıymış”. Siz biliyor musunuz? Afrikalı, Hindistanlı, Ya Asya’nın geri kalmış bölümünde yaşayan kimi insanların bir lokma yiyeceğe muhtaç olduklarını. Bahtsızlıktan mı? İşsizlikten mi, birilerinin sömürüsüne uğradıklarından mı, bir gram süte, bir parçacık kuru ekmeğe nasıl gereksinme duyduklarını anlayabiliyor musunuz? Bazı kimseler, bana ne? Onları ben mi aç koydum? Yahu insanlık denen kavram, yiyecekler gibi başka diyarlara mı göçtü?
Savaşlar, aşırı nüfus artışı, üretimi arttırıcı umarların hesaplanmaması, üretim- tüketim konularının plansızlığı, doğa olaylarının ürüne verdiği zararlar, cehalet, bazı insanların karnından ziyade kalbinin aç olması duygusuyla hep kendine yontması, sosyal devlet ilkesinin tam ve yeterli biçimde ele alınmaması, zengin ülkelerin bazı memleketlerde yaşayan kişileri insandan saymaması gibi nedenlerle açlık sınırının altında yaşayan nüfus gittikçe artmakta, gelecekte tüm insanlığı tehdit edecek boyutlara ulaşacağı tahmin edilmektedir. Bundan dört yıl önce Türkiye’de yayınlanan bir ulusal gazete haberine göre; dünyada bir milyar insan günde bir dolarla geçiniyor. Bugün bir dolar, bir lira altmış kuruş değerindedir. “-Harca oğlum, harca, bir dolar bitmez.”
Yakın süre önce, gazetede okumuştum. Türkiye, bazı alanlarda dünya birincisi olmuş. Sevineyim desem, pek iç açıcı rakamlar değil. Dünya Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü ( OECD) nin raporuna göre; geçen yıl Türkiye’nin birinci olduğu alanlar, en düşük istihdam alanı, kadın doğurganlığının en yüksek olduğu ülke, bebek ölümlerinde, insan ömrünün en kısalığında ipi en önde göğüslemişiz. İşsizlikte ikinci, yoksullukta ikinci bile olamamışız, üçüncü sıraya yerleşmişiz. TÜİK’in 16 Mayıs 2011 tarihindeki raporuna göre işsizlik oranı, yüzde 11’5, yoksulluk sınırının altında yaşayan nüfus oranı ise; yüzde 17,8 dir.
Kimsenin mezar taşında “Açlıktan öldü” yazmasa da; dünya salt ilçemizden ibaretmiş gibi tasarlanıp, kasabanın mahalli yöneticileri çalışacak gençlere iş bulma konusunda yardımcı olmaları, hemşehrilerine yol gösterecek işkurun minik bir bürosunu da açmaları gerekir diye düşünüyorum. Bu ilçenin insanları, savaşı durduramazlar, işsizliğe çare bulamazlar, yoksulluğa bir çırpıda yenemezler. Fakat, yoksul bir komşuya yardım edebilirler, bayat ekmekleri çöpe dökmeyip papara yapabilirler, kimsesiz çocuklara hayata tutunabilecekleri kurs açabilirler, veya bu konuda çalışan dernekleri destekleyebilirler.
Haydi sevgili hemşeriler, daha iyi bir dünya, daha sağlıklı aç yatmayan çocuklar ve gelecek için neler yapabileceğimizi bir kere daha düşünelim.
|